En azından bir gün için bile olsa kadınlar lehine pozitif ayrımcılık yapılacağını umduğumuz günde, kadınlar her zamanki gibi tüketici ve tüketim nesnesi olarak konumlandırmaktan öteye gidemedi.
Bu manalı günü hatırlama inceliğini gösteren yaygın medya, kadınlara kozmetik, güzellik, mutfak üzerine elzem(!) bilgiler sunarken; bu günün kadın mücadelesindeki gerçek önemini ve tarihsel - politik anlamını ustaca manipüle etti. Ev içi üretimdeki kadın emeğini tümüyle görmezden gelişlerinin yansıması olarak, günün "emekçi" sıfatını da çöpe atan bu anlayışları da tesadüf değil...
Egemen söylem
....Çünkü egemen söylem, muhalif fikir ve eylemleri içlerini boşaltıp, kendi diliyle ve ideolojisini yeniden üretecek şekilde tanımlar. Böylece varoluşu için tehlike teşkil eden öğeleri bertaraf etmekle kalmayıp, durumu lehine çevirerek, duruşunu da meşrulaştırır.
Rızanın üretimi
İktidar, bekası için bünyesinde kaçınılmaz olarak hiyerarşi, şiddet ve türlü baskı mekanizmalarını barındırmaktadır. Baskı mekanizmaları devletler düzeyinde darbelerle, toplum düzeyinde yasalarla ve kolluk kuvvetleri aracılığıyla muhalifler üzerinde uygulanan şiddetle kendini gösterir.
Fakat bahsi geçen baskı mekanizmalarının kullanılması iktidarın ideolojisini yeniden üretmede tek başına yeterli değildir. Çünkü iktidar için en makbul olan yol, kendisine tabi olan kitleyi baskı yoluyla kontrol altında tutmak yerine, toplumun, iktidarın meşruiyetini kendi rızasıyla kabul etmesidir.
Bu noktada da akla gelen ilk soru; "iktidar toplum nazarında meşruiyetini sağlarken baskı ve zor kullanmadığına göre, toplumsal rızayı nasıl sağlayabiliyor?"
İşte bu noktada medya dördüncü kuvvet olmanın ötesinde bir vazifeyi üstleniyor.
Günümüz toplumunda insanlar için üçüncü bir ebeveyn halini alan medya, bu sürecin baş rolünü paylaşanlardan biri olarak görevini kusursuz bir şekilde yerine getiriyor. Zaten medyanın kadına ve 8 Mart'a bakışında kullandığı argümanların, kadından doğru bir bakış açısını temsil etmemesinin ve iktidarla bir özdeşlik içinde hareket etmesinin temelinde bu yatıyor. İktidarın cinsiyeti erkek olunca, medyanın kadına bakışı da bu eksenden hareketle "erkekçe" oluyor.
İktidarın Cinsiyeti
İktidar ilişkileriyle örüntülenmiş günümüz toplumunda, iktisadi ve toplumsal gücü elinde bulunduran taraf, hiyerarşik, baskıcı ve otoriter niteliklerinin yanı sıra erkektir de...
Dolayısıyla erkeğin egemen niteliği, kültüre ve onun yarattığı kalıplara da damgasını vurur. Bu durumda, yaşadığımız dünya erkeğin diliyle tanımlanan, erkeğin gözüyle görülen ve onun bakış açısıyla algılanan bir dünya olmaktan öteye gidememektedir.
Toplumsal yaşamın her alanında eril değerleri öne çıkaran, toplumsal gerçeklik ve değerlilik ölçeğinde sadece erkek normları üzerine kurulan ve sırtını patriyarkaya dayayan erkek egemen ideoloji, kadınların özerk bireyler olarak varolma olanaklarını ellerinden alan çarpıtılmış "kadınlık" imgelerini çeşitli kurum ve pratiklerle dillendirerek, kendi eril yapısını devamlı olarak yeniden üretir.
Söz konusu yeniden üretim sürecinde bir yandan eril yapısını pekiştirirken, bir yandan da karşı tarafa kendi sözünü söyleme hakkını verdiği kandırmacasının ardına sığınır. Gerçekte, karşıt bir söylemi ancak muhalif yapısından arındırıp, içini boşaltarak popülarize ettikten, yani karşı duruşunu ortadan kaldırdıktan sonra kabullenir.
Böylece herkese söz söyleme hakkı tanıyormuş gibi görünerek aslında bizlere durmadan aynı şarkıyı, kendi şarkısını dinletir. Ve bu andan itibaren muhalif söylem de kendi diliyle değil, iktidarın diliyle konuşmaya başlar.
İktidarın dili
İktidarın diliyle, onun anlam ve değerleriyle yapılacak tartışmaların bizi her defasında yanlış tespit ve sonuçlara götürmesi kesinlikle bir rastlantı olamaz. Hayatı iktidarın diliyle anlamaya, anlamlandırmaya, tartışmaya çalışanların en büyük handikapı kendilerini bu gerçeği görmekten olabildiğince uzak tutmalarıdır.
Bugünlerde savaş gündemli tartışmalarda da sıkça karşılaştığımız kimi söylemler bu gerçeğin tekrar ve tekrar daha iyi anlaşılmasında bulunmaz hazinelerdir. Irak'taki savaşı Türkiye için duygusallık - reel politik, kötü-daha kötü, kar-zarar gibi kavramlarla tartışmak demek, iktidarın diliyle girilen büyük bir özdeşliğin de açık göstergesidir.
Çünkü iktidar olup biten her şeyi kar-zarar eksenli anlamlandırmaya ve anlatmaya çalışır. Savaşın kötü olduğunu kabul eden iktidar yoksulluğun daha kötü olduğu söylemi üzerinden kendini rasyonel kılmaya çalışmaktadır. Çünkü onun için her şeyin ölçütü para, kar ve sermayedir. Dolayısıyla hayata dair her olguyu, olayı, kavramı, duyguyu, düşünceyi bu minval üzere tanımlar.
Malumunuz 8 Mart tarihi geçen haftanın bir günü olmaktan öte anlamlar taşır. 1857 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ndeki (ABD) kadınlar çalışma hayatındaki kadına yönelik sömürüye daha fazla dayanamayıp isyan bayrağı açmışlardır. O gün bu isyan, büyük bedeller ödemekten de geri durmamıştır.
Ve o gün, yani 8 Mart 1857 milat olmak üzere, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak 365 gün içerisinde kendine özel bir yer açmıştır. Ama iktidar bu ya, 8 Mart'ın emekçi kadınlar günü olmasını hazmedemeyip, yok etmeye çalıştığı gibi onu büyük bir manipülasyona uğratıp, kendisi için kar anlamına gelecek bir alan olarak tasarlamıştır. Yıllarca da iktidar, bu tasarısını hayata geçirebilmek için elinden geleni ardına koymamıştır.
Ve bugüne gelip baktığımız zaman da 8 Mart'a dair manipülasyonun başarıya ulaştığı aşikardır. Geçen hafta boyunca kronometre gibi çalışan iktidar ve onun değerlerinin vizyonu olan medya, kadınlar gününe üç gün kaldı, iki gün kaldı, bir gün kaldı söylemi üzerinden insanlara özellikle de erkeklere şöyle bir mesaj vermiştir; "bakın gün geldi çattı, eşlerinizi sakın ha ihmal etmeyin.
Eşlerinize 24 saatlik ev mesailerinde yardımcı olması için mesela bir elektrikli süpürge alın ya da çamaşırları daha rahat yıkayabilmeleri için daha büyük bir leğen de alabilirsiniz, hatta daha güzeli onlara, dişil yanlarını açığa vuracak ve sizin için birer arzu nesnesine dönüşmelerini sağlayacak bir tomar kozmetik ürün, jartiyer veya epilasyon aleti de alabilirsiniz.
Seçim size kalmış ama mutlaka bir şeyler almalısınız, tüketmelisiniz." Tabi tüketimi tek boyutlu tutmak onun için asla yetinilecek bir durum değildir. Aynı ürünlerin tüketimine yönelik çağrıyı kadınlara da yapmaktan geri durmaz iktidar.
Ve bu günler kadınların hatırlanmasına da vesile olması nedeniyle çok müstesna günlerdir. Böyle bir günde kadınlar gazete sayfalarında ve televizyon ekranlarında yer almayı fazlasıyla hak ediyordur herhalde.
Bunu gözden kaçırmayan yaygın medya, kadınların bu güzel gününe dair yayımladığı yazılar ve ekrana getirdiği tartışmalarla da bu büyük misyonunu yerine getirmek için var gücüyle çalışmıştır.
Gazetelerde boy boy çıplak kadın fotoğrafları eksik edilmediği gibi, şahsına münhasır pek çok köşe yazarımız da -ki en acıklısı bunların bir kısmının kadın olması- günün anlam ve ehemmiyetiyle ilgili son derece önemli tespitlerini iktidarın dilinden sapma göstermemek kaydıyla yazılarına taşımışlardır.
Keza televizyon kanalları da bu görev bilinciyle hareket ederek işlevlerini yerine getirmişler, günün anlam ve ehemmiyetiyle ilgili programlar yayınlamışlardır. Ali Kırca, bu misyonu kendisinde fazlasıyla görmüş olacak ki, "büyük tartışma platformu" siyaset meydanını kadınlara açmıştır.
Ama o da programında güzide köşe yazarlarımızın izinden gitmiş ve 8 Mart'ı, kadını iktidarın diliyle tanımlamaktan öteye gidememiştir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı da belediyenin kadına yönelik çalışmaları sorulduğunda, çok büyük bir gururla kadınlar için açtıkları dikiş-nakış kurslarından bahsedebilmiştir ve kuvvetle muhtemeldir ki bu büyük çalışmalardan ötürü çokça alkış almıştır.
Çünkü iktidar böyle çalışmalara çanak tutmakta tam bir ustadır. Çünkü onun dili, kadını evde temizlik yapan, çocuğa bakan; dışarıda alışveriş merkezlerinin yolunu arşınlayan, dikiş nakış kurslarıyla sosyalleşme sürecine katılan; gece erkeğinin arzu nesnesi olan ve fabrikada emeği ucuza sömürülebilen bir varlık olarak tanımlar.
Kadını böylesi tanımla ifade etmekten geri durmayan eril iktidar, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü de içini boşaltarak, sevgililer yahut anneler günü gibi bir tüketim vesilesine çevirip, kendi mantığı çerçevesinde dönüştürme yoluna gitmiştir.
İşte bütün bunlar bize gösteriyor ki iktidarın diliyle, değerleriyle, tanımlarıyla düşünmek, tartışmak bizi iktidarın mutlaki hükümranlığından kurtarmaktan uzaktır.
Kendimizi ve hayatı iktidarın tanımlarından öte bir yerlerde insanlığın binlerce yıllık birikiminin yarattığı gerçeklerle anlamalı, anlamlandırmalıyız. İktidarın kalıplarıyla düşünmemeye başlamak demek, "başka bir dünya mümkün" demeye atılmış ilk adım olacaktır.
Özce iktidarın tarafından bakacak olursak insan(lar)ın son derece tehlikeli.
*"tek bir kusurcuğu var
bilir düşünmesini de..." (MG/NY/ÖB/NM)
* Bertolth Brecht
** İletişim Atölyesi: Mehmet Güzel, Nermin Yıldırım, Özgür Balcı Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Öğrencileri.