Geçtiğimiz Pazartesi çıkan "Yasadışı" iki mülteci kadının, Somalili Suad ve Etiyopyalı Zimbabwe'nin Türkiye'de kesişen hikayesini anlatıyor.
Ekberzade bu sıralar çok yoğun çalışıyor. "Kadınlar için Kadınlar Tarafından Girişimi"nin toplantıları, "Yasadışı", yeni projeler vs. derken nihayet Beyoğlu'nda Mymoon Pia Kafe'de buluşuyoruz.
Ekberzade bakışlarıyla da size de enerjisi hissettirecek kadar
tez canlı, pozitif, bıcır bıcır bir kadın. Hep söyleyecek yeni bir sözü, aklına gelen yeni bir fikri var.
Yasadışı'ndan başlıyoruz ilk olarak. Hikayenin kahramanları Suad ve Zimbabwe de yaşamlarıyla, ezilmişlikleriyle erkek egemen dünyanın diğer kadınlarından farklı değiller. Dahası mülteciler...
Mülteci ne demek?
Mülteci aslında bize çok uzak olmayan bir kavram. Mülteciler hepimiz kadar sıradan insanlar. Senden benden farklı insanlar değil. Sadece çıkış noktalarımız farklı. Onların da senin ve benim gibi hayatları olmuş.
Günün birinde karşına bir olay çıkıyor ve hayatını kaybetme kaygısı yaşıyorsun. Çok temel ve çok insani bir çıkış yolun var: Hayatını kaybetmemek, ayakta kalmak için kaçmak.
Onlara yüzleri olmayan istatistikler olarak bakmamak gerek.
Yasadışı için nasıl yola çıktınız?
Aslında kitap fikri ortada yoktu. Mülteci Projesi yedi yıl önce ortaya çıktı. Kahire Amerikan Üniversitesi'nden Barbara Harrell-Bond "İnsani Yardım: Hayır İşi mi Yoksa Hak mı?" konulu bir seminer için Türkiye'ye geldi.
Konferansta benim "mülteci projesi" için fotoğraflarım da sergileniyordu. Harrell-Bond, "Güzel fotoğraflar ama subjeleri beyaz. Mülteci populasyonunun çok büyük bir kısmı Afrikalı" dedi. Ben de "Evet ama Afrika'ya gidemiyorum" diye bir mazeret uydurdum.
"Bir yere gitmeye gerek yok. Kapımızın önündeler" diyen Harrell-Bond, beni o mültecilere ulaştıracak birisiyle tanıştırdı.
Sonrada mülteciler üzerine çalışan organizasyonlarla tanışma fırsatım oldu. IMP doğrultusunda Suad ve Zimbabwe'yle tanıştım.
Balkanlarda Kosova'daki mülteci krizi, Azerbaycan'da kamplarda unutulmuş insanlar, Afganistan'ın kuzeyinde Afganistan'daki yerlerinden edilmiş halk ve bu bölgelerin hepsinde savaş var. Bu insanlarsa aktif olarak karışıklığın içerisinde olan insanlar.
Ama şehrin içindeler. Kendilerini istemeyen bir şehrin ortasındalar. Mecburi bir adaptasyon sürecinin içindeler. Büyük bir belirsizlik karşısındalar
Suad ve Zimbabwe de öyle. Hakları hukukları yok. Beş kuruş paraları yok. İkisinin de davaları kapanmış ve mülteci olarak kabul edilmemişler. Karşıma sürekli büyüyen bir hikaye çıkıyor.
Dolayısıyla kitap fikri böyle çıktı. Onlara gidip gelirken not tutuyordum zaten. Böylece günlüğüm kitap metninin iskeletini oluşturdu.
Bu çalışmada amacım mümkün olduğunca "Mülteci kimdir ve nedir?" olgusunu insanlara doğru aktarabilmek ve gösterebilmek.
Zimbabwe ve Suad birbirinden çok farklı iki karakter
Zimbabve hanım hanımcık, sorumlu anne, kendini daha iyi sunabilen biri. Suad kıran döken, sorumsuz, asi ama yine de kızamayacağınız biri. Düşünsenize hem kültürel olarak hem de kişilik olarak birbirleriyle çatışan bu iki kadın aynı ülkede mültecilikleriyle birlikte yaşamaya çalışıyorlar.
Üstelik dışarıdaki hayat onlar için çok zor. Kadın olarak daha da risk altında oldukları aşikar. Ataerkil bir toplumda yaşıyorlar.
Dil bilmiyorlar. Irkçılığa ve seksizme maruz kalıyorlar. Tek başına Afrikalı siyah bir kadının üstünde "Acaba cep telefonu mu çalar mı?", "Uyuşturucu satıcısı mı?, "Fahişe mi?" gibi şüphe dolu bakışlar olmaksızın a noktasından b noktasına geçmesi mümkün değil.
Dolayısıyla seks işçiliği sektörüne de girebiliyorlar. İnsan ticareti yapanlar akbaba gibi tıplı atılıyor onların üstüne.
Türk filmindeki sahneler yaşanıyor. Açlık öyle bir şey ki üçüncü defa "hayır" demek zorlaşıyor. Bu kadınlar mülteci statüsünü alana kadar hiçbir yardım alamıyor. Zaten elindeki parayı onu buraya getiren kişiye vermiş. İletişim kurduğu insanlar kendi statüsünde olan diğer yasadışı insanlar.
Sorunlar Türkiye'de kaldıkları süreyle de sınırlı değil
Evet. Mülteci olarak kabul edildikleri ülkelerde izlerini kaybettiriyorlar. Türkiye mülteciler için transit ülke konumunda.
Onları organize edecek, takip edecek bir güç ya da kuruluş yok. Gittikleri yerlere adapte olup olmadıklarını, başlarına kötü bir şey gelip gelmediğini bilemiyorsunuz. Çünkü izleyici bir organizasyon yok.
Biz onlardan kurtulduk gözüyle bakıyoruz. Oysaki asıl olay bir insanın hayatının güvenceye alınması.
Önemli bir sorun da Türkiye'nin 1967 Protokolündeki coğrafi çekinceyi kaldırmaması. Türkiye'deki mültecilere "mülteci statüsünü" verilmesi lazım.
2004 sayımlarına göre sadece 10 bin yasal ve yasal olmayan mülteci var. Türkiye'ye milyonlarca insanın yerleşmek istediğini, ülkeyi istila edeceklerini sanmıyorum.
Yasal olarak mülteci olurlarsa devlete yük olmazlar. Bu işle ilgilenen sivil toplum örgütleri (STK) kurulur. İstihdam da artar. Kültürümüze mozaik katarız. Yasadışı ekonomiyi daralır. İnsan hakları bağlamında itibar kazanırız.
Bu nedenlerle bu insanlara yasal güvence verilmeli. Onlar insanca yaşamayı hak ediyorlar. Diğer sorunun çözümüyse STK'ların yurt dışına gönderdikleri mültecileri orada karşılayan STK'larla bağlantı kurabilmesi.
Suad gibi psikolojik dengesi yerinde olmayan birinden mail beklemek hayal olur.
Sizin deneyimlerinizden bu kitabı okuyanlar kendilerini konuya yakın hisseder ve bir şeyler yapmak isterse nasıl hareket etmemeliler?
Mülteci bir tehlike değil ve bu insanlar sürekli sınır dışı edilme korkusuyla yaşıyor. Kitabı okuyup mültecinin aslında kim olduğunu anladıklarında yakınlık kurabilme olasılığını düşünmek bile umut verici.
Çünkü o zaman mültecilerin bizlerin yardımına ve desteğine ne kadar ihtiyacı olduğunu anlamak da olası.
Yakınlarında mülteci varsa onları korumaya almaları, destek olmaları lazım. Yiyecek, giyecek ve daha da önemlisi onlara moral vermek, sohbet etmek, iletişim kurmak, kısacası onlara bu ülkede insan olduklarını hissettirmek her şeyden önemli.
Adım adım, ufak ufak bir çok şey yapılabilir. Hukukçular bir araya gelip mültecilere danışmanlık yapabilir. Psikologlar da aynı şekilde onlara rehberlik hizmeti sunabilir.
Herkes yapabileceği kadar, çorbaya atabileceği tuzu kadar, yapabileceği kadar yardımda bulunabilir. Çok zor değil aslında.
"Kadınlar için kadınlar tarafından" nasıl gidiyor?
Gayet iyi. Kadın fotoğrafçılar çok çalışıyor. Aralarında ılımlı ya da radikal feminist olan, feminist olmayan, fotoğraf tarzı birbiriyle örtüşmeyen, ideolojik farklılıkları olan, öğrenci, öğretmen, anne, boşanmış bir sürü kadın var.
Bütün bu kadınlar bu projeyle dayanışıyor. Birlikten kuvvet doğuyor. Proje şimdi dört parçaya ayrıldı. Çanakkale Kars Londra, Washington DC. Elimize avucumuza geçen paranın hepsini Şanlı Urfa yaşam evine gönderiyoruz.
Nisan başında bölünen fotoğrafların hepsi Urfa'ya gidecek ve açık artırma yapacağız. Artırmada telefonla da katılım alabileceğiz. (EZÖ)
* Ekberzade'nin mülteci kadınlar Suad ve Zimbabwe'yi hem objektifiyle hem de kalemiyle anlattığı "Yasadışı" Plan b'den çıktı. Fiyatıysa görenlerin edinebileceği bir fiyat aralığında: 20 YTL.