Topluma yasama görevi?
Söyleneceklerin başında hükümetin yaklaşımı geliyor. Ülkede emsali olmayan bir girişime imza atarak değişiklik teklifini, başka yasa tasarılarının hazırlanması esnasında yüzüne bile bakmadığı toplumun sorumluluğuna devretti. En gelişmiş Batı demokrasilerinde dahi bulunmayan bir uygulamayla, kanun koyma sorumluluğundan kurnazca sıyrıldı. Zira STK'lerin olağanüstü bir teklif üretemeyeceklerini bildiği gibi ülkedeki milliyetçi dalganın statükodan yana olduğunun farkındaydı. Adalet Bakanı'nın 28 Ocak'ta 301 konusunda "Toplumun önemli kesiminin böyle bir talebi yok" dediği gibi.
Kısa vadeli siyasî çıkarların ülkenin uzun vadeli istikrarına tercih edildiği bu tavra popülizm denir. Bu mantıkla 2002-2004 döneminde yapılan reformlar veya Atatürk reformları hiçbir zaman gerçekleşemezdi. Zira o reformlar için de "toplumun önemli kesiminin böyle bir talebi" olmadı. Bilakis.
Gelelim teklife. Bazı AKP'lilerin dahi Türkiye'nin çok başını ağrıtan eski 159'u çağrıştırdığını belirttiği bu teklif bir kere beceriksiz. "Aşağılama" sözcüğünün yerine aynı anlama gelen "tahkir" sözcüğünü getirmekle övünülüyor. Maddedeki muğlaklık ve keyfîlik sürüyor. Nitekim adalet, lehteki bilirkişi raporlarına rağmen Dink'i mahkum etmiş Yargıtay da cezayı onamıştı. Kaldı ki yasada ifade özgürlüğünü kısıtlayan 15 civarında madde var. Yani iş 301'le de bitmiyor.
216 yeterli
Nitekim ortada başka öneriler de var. En mâkulü insan hakları savunucusu STK'lerce yapılan teklif. Ceza yasasının "Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır" diyen ve tüm vatandaşlara eşit bir koruma sağlayan 216/2 maddenin yeterli olduğu tespitiyle diğer kısıtlayıcı maddelerin kalkması öneriliyor.
301 masalları
Ortalıktaki iddialar arasında 301'in AB'de de olduğu, hatta AB'den alındığı var. AB'de ifade özgürlüğünü engelleyen 301 gibi değil, 216/2 gibi maddeler var. "Türklük" ifadesine benzeyen ifade ise hiçbirinde yok. Üstelik hükümler genel değil daha çok özel yasalarda ve bu durumda Basın özgürlüğü yasalarında yer alıyor. Bunlardan ceza gören ise yok denecek kadar az.
Diğer bir iddia maddenin uygulanması konusunda yeterli kanıt olmaması. Rakamlar ortada. İnsan Hakları Ortak Platformu'nun verileri dava sayısının 100'ü aştığını ve sonuçlanan davalarda 15 gazeteci, yazar, yayıncı, sendikacı ve sivil toplum örgütü yöneticisinin cezaya çarptırıldığını gösteriyor. Bunlar hapse girmemiş olsa da cezalar sabıka kaydına geçiyor. Kimi kandırıyoruz?
Bir üçüncü iddia yasanın AB tarafından onaylandığı. Nitekim yasanın yürürlüğe girmesi Türkiye'nin 3 Ekim 2005'te AB müzakerelerine başlaması için gereken iki koşuldan biriydi. Yasanın hayata geçtiği 1 Haziran 2005 öncesinde AB yetkililerine verilen izahta davaların sadece savcılar tarafından açılabileceği söylenmiş, AB tarafı da bunu not etmişti. Ancak uygulama öyle olmadı.
Hrant Dink'i hedef tahtası haline getiren 301'in şimdi ele alınması bu maddenin dolaylı olarak siyasi cinayetle olan ilişkisinin ve yapılan hataların kabulü anlamını taşır. Sırf bu yüzden 301'de kalıcı bir çözüm aranmayacak. Kaldı ki vatandaşı değil devleti vatandaşa karşı koruyan zihniyetin tipik bir örneği olan bu madde o zihniyet değişmedikçe değişmez. (CA/TK)
* Cengiz Aktar'ın yazısı 13 Şubat 2007'de Vatan gazetesinde yayınlandı.