Ama ilk yetişkinlik yıllarımda, bir sevgiliden diğerine koşarken söylediği şu sözleri bilinçaltıma nasıl yerleştirdiğimi hiç fark edememişim: "Oğlum kadınlar evlilik ister. Sakın kimseye evlilik sözü verme. Ancak baba olmak istediğinde evlen. Çocuk yapacağın kadını da iyi seç. Ömür boyu yaşayacağın kadın olsun. Çocuk ve evlilik sorumluluk gerektirir."
Ne zaman bir kız arkadaşım olsa, ne zaman aşık olduğumu hissetsem arkasından evlilik gelecek, çocuk gelecek diye, korktum, fazla uzatmadan koşar adım kaçtım.
Sonradan tanıştığım anarşizm ve anarşizmin evlilik ve aile kurumuna yaklaşımı bu korkumu teorize etmeme yaradı. Otuz yılım böyle geçti, o ilişkiden bu ilişkiye, o aşktan bu aşka sırtımda en ufacık bir yumurta küfesi olmadan dolaştım durdum.
Sonra Nazlı'nın annesiyle tanıştım. O benden daha da bağlantısızdı. Bir cumartesi programını bile Cuma akşamından yapmamız mümkün değildi. Çok bağlandığı biriyle sanki birbirleriyle yapışık gibi yaşadığı beş yıllık evlilikten sonra, nefes almak istediğini söylüyordu.
Çok yaralı ayrılmıştı, bir daha kimseye bağlanmak istemiyordu. Aslında tam bana göreydi.
Sonra bir gün geldi ve "Bir bebeğim olacak. Babası sensin. İster kabul et, ister etme, senin bileceğin iş. Ama ben doğuracağım. Ona tek başıma bakabilirim" diyerek gitti. İsyanımı dinlemek bile istemedi.
Benim çocuğuma benden habersiz gebe kalmıştı. Bana rağmen, benden habersiz... Çok öfkelendim. Bir hafta eve kapanıp kendi kendime düşündüm öfkelendim, öfkelendim düşündüm.
Babamın bilinçaltıma sinsice yerleştirdiği sözlerle de o zaman yüzleştim. Şimdi o benim ömür boyu yaşamak zorunda olduğum kadın mıydı? Biriyle ömür boyu yaşamak zorunda mı kalacaktım? Artık sorumluluklarım mı olacaktı?
Babalığa evet, evliliğe hayır
Sorumluluk... Hayatta en nefret ettiğim sözdü. Daha ilkokulda, "ödevlerini yap, ben para kazanıyorum, annen yemek yapıyor, senin de sorumluluğun bu" diyen babama inat defalarca okula ödevimi yapmadan gittiğimi hatırlıyordum.
Çok kalifiye bir çalışan olduğum, her iş yerimde el üstünde tutulduğum halde, en ufacık bir zorlanmada bıraktığım işlerim aklıma geliyordu. Her gün arayıp sesini duymaktan memnunluk duyduğum annemi, anneler gününde, bayramda, seyranda arayıp sormadığım için işittiğim sitemler kulağımdaydı.
Zor bir hafta geçirdim, onu yargıladım, sonra kendimi yargılarken buldum. Ama bir çocuğum olacak, bir kadınla ömür boyu bir arada yaşayacağım duygusuna alışamadım.
Sonunda baba olmaya alışabileceğime ama evlenmeye alışamayacağıma karar verdim. Bu kararımı da resmi bir şekilde açıkladım ona. Sessizce kabul etti. Sonra çok seyrek telefonlaştık, sağlığını, hatırını sormak için arıyordum.
Doğuma giderken beni aramadı. Bir arkadaşımdan duydum. Hastaneye giderken çok tuhaf duygular içindeydim. Kendi kendime "benim bir çocuğum oldu" diyordum.
Çocuğun kız olacağını biliyordum ama o zamanlar "kızım" sözü bana çok uzaktı. Hastaneye gittiğimde arkadaşım bebek odasının önüne götürdü beni. Hassas teraziyle tartmışlar haspayı, 3 kilo 620 grammış. 20 gram beni çok güldürdü.
Nazlı bana bakıyordu
Onu görünce tuhaf oldum, bana bakıyordu. Arkadaşım buna inanmadı ama bence bana bakıyordu. Sonra hemşire kucağıma verdi. O yirmi grama takılıp durdum. Yirmi gram neresindeydi küçük kızımın, küçücük ellerinde mi, kibrit çöpü gibi parmaklarında mı, poposunda mı?
Onu öpmek istedim, küçücük yanaklarına kıyamadım. Kollarım arasında 3 kilo 620 gramlık bir yaratık duruyordu. Benim nasıl bir baba olacağımdan haberi yoktu.
Zaten dünyaya geleceğinden bile haberi yoktu. O, o kadar küçük ve o kadar her şeyden habersizdi ki. Babasının korkularını, saplantılarını, hiçbir şeyi bilmiyordu. Ben onun babasıydım. Ben artık biliyordum, onu çok sevecektim.
Arkadaşıma bütün bunları anlatmaya çalıştım, "Tıpkı sen bizim gibi, kadınlar gibi düşünüyorsun, bir erkeğin bu duyguları yaşaması çok ilginç geldi" dedi. Bir kızımın olması kadınlar gibi düşünmeme yetmişti!
Baba oldum, artık hayatımda Nazlı var. Şimdi yedi aylık, 9 kilo 750 gram. Galiba artık çok hassas teraziyle tartmıyorlar onu, ilk tartısından beri on gramdan, yirmi gramdan söz etmiyor doktor amcaları. Daha yuvarlak sonuçlar bildiriyorlar bize. Yani annesiyle bana. Aylık kontrollerine birlikte gidiyoruz.
Bunun adı aileyse, tamam aile olsun
Babamın söylediğini yapmadım yine. Bir kızım var ama ömür boyu evleneceğim bir kadın hala yok. Kızım var, ben varım, bir de onun annesi var. Kendimle kızıma kurduğum ortak dünyanın adı aile galiba.
Artık anne sütü emmiyor. Onunla çok uzun zaman geçirebiliyorum. Evimi ona göre yeniden düzenledim. Büyük odayı ona hazırladım, küçüğe ben geçtim. Dolabında benim aldığım giysileri, dolabın üzerinde minik tokaları, gömme dolabın içinde yedek bez paketleri, mutfakta biberonları, kutu mamaları, onun için aldığım meyve sıkacağı, koridorda arabası, salonun ortasında ana kucağı (neden baba kucağı değil, hem artık ona sığmıyor, yeni bebeği olacak birine vermeliyiz), etrafa dağılmış oyuncakları...
Asla atılmak istemediğim bir işim, haftada bir kez babaanneyle ve dedeyle, haftada birkaç kez anneyle birlikte geçirdiğimiz zamanlarım var... İlk defa bu kadar planlı yaşıyorum ama çok mutluyum.
Hayatımdaki bu çok mutlu değişimi Nazlı'ma borçluyum. Biliyorum ki, aşkla, kadınlarla, baba olmak ve aile olmakla ilgili düşüncelerim, o 3 kilo 620 gramlık yaratığın gözlerine bakınca tamamen değişti diyemem ama bir değişime uğradı.
Ben artık Nazlı'nın babasıyım. Ve bu duyguyla da çok barışığım. Şimdi artık hayatım Nazlı'yı benim gibi bir erkeğe bağlanmasın diye korumakla geçecek.
Bunun adı aileyse tamam aile olsun. Ama ben biliyorum ki babamın dediğini yapmadım yine. Acaba Nazlı benim dediklerimi yapacak mı? (AY/FK)