Basın neden bu kadar çok güç istiyor, nasıl kendileriyle birlikte, memleketi batırıyorlar? Bunun altındaki psikolojiyi bana tahlil eder misin?
Onu anlamak zor. 28 Şubat süreci, sivil siyasetin en zayıfladığı noktaydı. Orada basın, siyaset üstünde çok hakim oldu. İşte Refahyol'un gidişi, DYP'den ANAP'a transferler, bakanların belirlenmesi, hükümet politikasının çizilmesinde çok güçlü idi. Ve bunun hep gideceğini sandı. Hep o gücü elinde tutmak istedi. Düşünsenize, birdenbire, odada oturuyorsunuz, gazeteniz başbakan atama gücünü kendinde hissediyor. Seçimler yapılıyor; ama siz bir adamı başbakan ya da bakan belirleme gücünüz varmış gibi hissediyorsunuz.
Neden bu kadar güce aç olur insan?
Bu bir duygu. Sen, ben, biz, baştan hiç öyle bir duygumuz olmadığı için, gazete patronu da olmak istemiyoruz. O değişik boyutta bir düşünce.
Yani arsızlaşmadan, görgüsüzleşmeden, gücünle harakiri yapmadan patron olunamıyor mu?
Hayır, Türkiye kuralsız bir kapitalizmin var olduğu bir ülkeydi, hâlâ da öyle. IMF geliyor, Dünya Bankası geliyor, AB geliyor. Yani bizim öfke duyduğumuz, bizi rahatsız eden şeyler, aslında bizim rekabet sistemini de terbiye edecek, bizi ehlileştirecek. Böyle bir basına yabancı sermaye girmez. Başka bir sürü işkoluna girmeyeceği gibi. John Locke, "İnsan insanın kurdudur." diyor. Niye insanlar kuralla yaşıyor? Çünkü kuralsızlıkta insan, gücüyle diğerlerinin elindeki her şeyi alabiliyor. Her şeyin sahibi olabiliyor, aslında hiçbir şeyin de sahibi olmuyor. Çünkü başka daha güçlü biri gelip, onun elinden onu alabilir. Bence patron olmakta o duygu çok hakim. Yani, güçlü olmak yetmiyor, başkasının güçlü olmasını da engellemek gerekiyor.
Ama bu bir kısırdöngü ve sonunda kendini vuruyorsun.
Ama işte onun içindeyken görmüyorsun. Cinayet işleyen, hırsızlık yapan biri de herhalde, yakalanmayacağını düşünerek yapıyordur onu. Hep iyiyi düşünerek yaparsın yanlışları.
28 Şubat'ta basın psikolojik savaş aracı olarak mı kullanıldı?
Dünyanın her yerinde basın böyle. İşte Irak savaşı dolayısıyla görüyorsun. Washington'da savaş aleyhtarı yüz binler yürüyor, Washington Post ya da New York Times'ta çok büyük görmüyorsunuz. Ama işte üç yüz bin asker gönderiyor, savaş gemileri, şunlar bunları görüyorsunuz. Orada da bir ağırlık. Ama bizde ölçü kaçtı 28 Şubat'ta. Öyle kaçtı ki, sonuçta biz kendi arkadaşlarımızı birinci sayfadan haber yaptık.
Niye direnmedin andıç olayında?
(Teyp kapandı ve açıldı) Yani ilk baştaki anlaşmamız, birinci sayfaya koymamak, içeride, andıçı haber yapmaktı. Hürriyet'le öyle konuşmuştuk. Sonra bir kanal verince galiba fikir değişti. Şimdi o gün Mehmet Ali Ağabey'le, Cengiz de oradaydı. Onlar da konuştular, onlar da, bir şekilde çıkması gerektiğine ikna oldular galiba.
Nasıl olur, kendi kendilerine mi eziyet edecekler?
Birinci sayfadan verilecek, isimler içeride olacaktı. Onlar da köşelerin altına 'bu tamamen saçma sapan bir iddiadır' diye not koymayı kabul etmişlerdi. Mehmet Ali Bey ayrıldı Sabah'tan, bir iki gün sonra galiba. Ama Cengiz üç dört gün yazmadı, sonra devam etti. Yani kırıldı, çok üzüldü birinci sayfaya konulmasından rahatsız oldu tabii doğal olarak. Başlarına kötü bir şey gelebilir korkusuyla o zaman kullandık işte.
TÜRBANIN ÜSTÜNE GİTMEYİZ
Son zamanlarda yazdığın yazılardan bir tanesinde, geçmişte türban, yakılan, boşaltılan köyler, anadil yasağı gibi, tehlikeli konulardan uzak durulduğunu söylüyorsun. Bu dönem acaba hangi tehlikeli konulara girebileceksin?
Başka bir hükümet olsaydı, daha rahat gidebilecektik türban üzerine. Bu hükümetin kendi içinde de bir sıkıntı olarak gördüğü, işte bu Bülent Arınç meselesi ile anlaşıldı. Bence şu anda türbanı Meclis'in inisiyatifine bırakmakta fayda var. Sanki hükümeti yaralayıcı bir şey, yapıcı bir alet gibi kullanılmamalı türban.
"Türkiye'nin üniversiteleri genç kızları, giysilerine göre değil, başarılarına göre değerlendirmelidir." diye yazdın; ama mağdur kızların öykülerini yayınlamadın. Onlara destek olabilirdin.
Hayır, şöyle yapıyoruz biz. Üniversitede iyi adım attık; ama hızlı yapamadık onu. Bülent Tanör ekseninde biz, özelikle İstanbul Üniversitesi'ni tartışmaya açtık, devam edeceğiz ona. Üniversiteden geri adım atmayacağız, bu sürecek. Türban bazında da gireceğiz işe. Yani Kopenhag Kriterleri deyip, ondan sonra apayrı bir gazete yapamazsın. Bülent Arınç'a yönelik tepkiler olduğu zaman yazmıştım. Bütün gazeteler Avrupa Birliği'ni savunuyor. Avrupa'nın en hassas olduğu konulardan biri, askerin sivil siyasetteki ağırlığı. Bu konuda, herkes birdenbire askerden yana bir tavır alabiliyor. Onu eleştirmiştim. Kopenhag sadece üç tane yasanın geçmesi değil. Bizim bunu sindirip, benimseyip, üstüne gitmemiz lazım. İşte Lice'ye ekip gönderdik mesela. Hâlâ sokağa çıkma yasağı olduğu bizim gazetede çıktı, OHAL'in kalkmasına rağmen.
Bütün "tehlikeli" konuları koordineli işlemek lazım belki.
Kendisini merkez sağ olarak tanımlayan; ama "İslamcı" olarak etiketlenen bir hükümet var. 28 Şubat bu ülkenin hafızasında çok taze. Laik ve antilaik kesimler hâlâ birbirine güvensiz. Türbanı işlerken, umutlu bir gelişme olarak gördüğümüz demokratik atılım sürecini tehlikeye atmamak gerekiyor. Türkiye'nin türban dışında da bir sürü demokratik meselesi var. Bunlar Meclis gündemine geliyor. Acele eder, yanlış yaparsak bunu da kırabiliriz. Öyle bir lüksümüz de yok.
Peki "askeri siyasetçiye fırça atar konumuna sokmaktan" nasıl kaçınacaksın?
Bunu, Bülent Arınç'ın eşinin türbanı nedeniyle işte MGK gündeminde asker şöyle diyor, böyle diyor diye verdikleri haberler için yazdım. Ben de o tavrını beğenmeyebilirdim Bülent Bey'in, gazete olarak buna hakkım var. Bülent Arınç yanlış yapıyor diye yazarım. Yani ismi belli olmayan bir komutana dayandırarak değil, başyazarımla yaparım, manşetle yaparım, haberimle yaparım. Ben buna muktedirim. Ayrıca, o da koskoca Atatürk'ün oturduğu koltukta oturuyor. Meclis başkanı. Az bir yer değil ki orası.
DEMOKRASİ KAZAYA UĞRAMAYACAK
Ama bundan sonra da başka vesilelerle, mutlaka bu kötü alışkanlık devam edecek.
Ben, ona ihtiyaç olacak ortamlar yaşanacağına inanmıyorum. Ben ona çok inanmak istiyorum. Öyle bir tercihle karşı karşıya kalırsam da ben asla bunu o şekilde vermem. Bu, arkadaşlarımla birlikte verdiğimiz bir karar. Demokratikleşme ve Avrupa Birliği yolunda bir bedel ödememiz gerekebilir. Ben o konuda taviz vermemek için, eğer bir bedel ödemem gerekiyorsa, öderim. Artık demokrasinin herhangi bir kazaya uğramadan kendi çizgisinde gitmesinin kavgasını vermek istiyorum.
Gelelim medya aristokrasisine...
Medya aristokrasisi oldu maalesef. Özellikle bunda Sabah'ın büyük rolü oldu. Sabah çıktığı tarihte, çok hafif bir bulvar gazetesiydi. Çok hızlı bir dönüşüm yaşadı. Çok zekice haberler, manşetler bularak yaptı; ama çok güçlü bir haber ağı yoktu. Bunu köşe yazarları transfer ederek yaptı. Sabah köşe yazarlarına iyi paralar verdi. Bugün bir gazete 300 bin lira. Şimdi bir adama 10 bin dolar verebilmen için, bunun vergisini de gösteriyorsan, 10 bin dolar vergisiyle, sigortasıyla 21, 22 milyara geliyordur. Böyle bir parayı ödeyebilmek için kaç tane gazete satmanız gerekir bir kişiye? 22 milyarı 300 bin liraya böl. Bu hesabı yapması gerekir artık gazetelerin. Halktan koptu gazetecilik.
Sen de medya aristokratlarından biri misin?
Ben medya aristokratı mıyım? Değilim herhalde. Benim şoförüm yok.
Ama maaşın herhalde 10 bin dolardan yukarıdır.
Yok öyle de değil. Yani ilk başta, iyi gazetecilik yapmak istiyorum, zengin olmak istemiyorum. Tercihimi öyle koydum baştan.
Ama zaten yeterince zengin oldun Dinç Bey'in iyi günlerinde. Şimdi sıra etik olmakta tabii.
Yo ben bir buçuk yıl işsiz kaldım. Hâlâ çok arkadaşıma borcum var yani. Hâlâ bankada param yok. Ben medya aristokrasisine dahil olmadım, onu net söyleyebilirim. Yani bir de o sadece aldığın para değil. Onun ayrı bir hayat tarzı da var. Onu düşünürsek, ben onun içinde değilim.
Zafer Bey'in bir sürü insanla birlikte gidişi, sana bu makamı açtı. İyi ki de böyle oldu diyor musun?
Benim için büyük bir şans oldu tabii. Ama Zafer Bey'in katkısıyla oldu sonuçta. Çünkü, Akşam'dan ayrılırken, beni İstanbul'a, bu gruba tekrar o getirdi.
ESKİ ANLAYIŞ HÂLÂ TEHDİT
Peki Vatan'ı nasıl buluyorsun?
Başarılı buluyorum. Bir yere oturdu. Yaşar mı, onu zaman gösterir. Ben Türkiye'de şu anda, medyada da, siyasetteki gibi bir eleminasyon yaşanacağına inanıyorum. Çok fazla televizyon ve gazete olduğunu düşünüyorum. Bir dahaki seçimlere yarım metrelik seçim pusulasıyla girmeyeceğimiz kesin. Aynı şeyin medyada da yaşanacağını düşünüyorum.
Önümüzdeki beş yıl içinde, Zafer Mutlu, Ertuğrul Özkök, Mehmet Yılmaz olacak mı, olmayacak mı?
Bu, Türkiye'nin içinde yaşadığı dönüşüm projesinin başarısına bağlı. Yani Türkiye çuvallarsa, bu iktidar ve bu Meclis başarılı olamazsa, Türkiye'nin AB projesi direğe toslarsa, eski anlayış da sürebilir Türkiye'de. Daha küçülmüş ve ölçülü bir biçimde.
O zaman da seni tekrar eski Ergun zihniyetinde görebiliriz yani!
Yoo, o zaman gazetecilik yapmak zorunda kalmayabilirim.
Vatan, Sabah'ın batması için mi planlandı Aydın Doğan tarafından?
Bence Aydın Bey, Sabah'ı denetimi altına almaya çalıştı uzun süre. Onu beceremeyince Sabah'ı batırmak istedi diye düşünüyorum.
Desteğini çekecek midir Vatan'dan?
Şu anda dağıtım işinde Vatan'a ihtiyaç var. Desteklemek zorunda. Vatan için farklı yaşama biçimleri olabilir Aydın Bey çekse bile desteğini.
Arka sayfa güzellerinden vazgeçmeye niyetin var mı?
Güzel kadın fotoğrafına karşı değilim gazetede.
Çıplak mı olması gerekiyor illa?
İlla çıplak olması gerekmiyor. Arka sayfa güzeli her gün olmuyor artık. Ama üç dört gün oluyor en az. Gazete, Ankara, siyaset ağırlıklı çıkıyor, Bu iş de, o dönemin getirdiği kolaylıklardan biridir, bizim için bir kaçış yoluydu.
Ama kadını bir meta gibi kullanıyorsun, haber değil yani o. Senin her santimetre karesini haberle doldurman lazım gazetenin.
Yavaş yavaş insan haberi sayısını artırabildikçe biz, bu olacak; ama bugünden yarına kimse bunun sözünü veremez. Çünkü, sonuçta bir zihinsel dönüşüm de geçiriyoruz. Muhabiri öne çıkarmaya çalışıyoruz, köşe yazarını manşet yapmamaya uğraşıyoruz. O tip disiplinleri elde edip, işte fazla muhabir yolluyoruz her yere. Her yerde özenle yazılmış haber istiyoruz, daha uzun haber koyuyoruz eskiye göre.
ESKİ ALIŞKANLIKLAR NÜKSEDİYOR
Ama hâlâ haberde yorum dilinden kurtulamadınız.
Bu bir terbiye işte. Bunu bir günde, altı ayda beceremezsin. Bu 17 yılın getirdiği bir şey. Bir anda yok edemezsin ki onu. Yani çok çalışmamız lazım onun için. Türkiye'de siyaset bir bedel ödedi. Basının bir kısmı da ödedi; ama daha çok bir grubu ve alt kısmı ödedi. Türkiye'de basının da bir bedel ödeyip, bir değişimden geçmesi şart. Ama bu insanla yapılıyor, bu buzdolabı fabrikası gibi değil. Bu bir eğitim süreci. Eski alışkanlıklar zaman zaman nüksedecek. Onlardan yanlış yapınca çıkıp özür dileyeceğiz, bundan da yüksünmeyeceğiz. Ama bir anda olmaz. Yabancı dil öğrenmek gibi bir süreç bu. Biz yeni bir Türkçeyi öğreniyoruz, gazeteciliği tırnak içinde yeniden öğreniyoruz. Ve bunu birlikte yapıyoruz bence.
Kapıda Irak savaşı var. Tavrın ne olacak?
Burada askerin görüşü çok önem taşır. Ama, dediğim gibi, seçilmiş, seçimle iş başına gelmiş kimseleri, sivil veya asker bürokrasinin karşısında küçültecek, aşağılayacak manşetler yapmayacağız biz. Hepimizin eski alışkanlıkları depreşiyor. Kendimizi zaman zaman frenlememiz ve terbiye etmemiz gerekiyor. Bizim yazı işleri sürekli kendi kendini frenleyen bir yazı işleri. MGK'nın, Demirel'in getirip oturttuğu merkez konumundan biraz çıkartılması gerekiyor. MGK'nın, askerlerin hükümeti dövdüğü bir alan olmaktan çıkması gerekiyor. Demin söyledim, Meclis başkanının eşinin havaalanına türbanla gitmesinin doğru veya yanlışlığını, bizim kendi aramızda, askeri katmadan tartışmayı öğrenmemiz gerekiyor.
Bir de galiba Ankara'dan biraz uzaklaştırmamız gerekiyor gazeteyi.
Türkiye'de son dönemde, özellikle ANAP iktidarı döneminde medya, Ankara üstünden zenginleşmek için bir araç oldu. Herkesin bir bankası, bir televizyonu, bir gazetesi olur hale geldi. Bir işadamının şahsi çıkarı için değil; ama toplumda duyduğu iş grubu ve konumu açısından görüşlerini kullanabileceği platformlar olması gerekiyor gazetenin. Atıyorum, otomobil üreticileri, eğer verginin yüksekliğinden yakınıyorlarsa, sorunlarının dile geldiği yer Sabah olmalı. İhracatçılar için de böyle olmalı. Yani insanlar Ankara'ya ulaşmak için gazete sahibi olmak ihtiyacı hissetmemeliler. Her kesimin sıkıntılarını onlar adına dile getiren, onlara söz veren bir yer olmalı. (NA/NM)
* Nuriye Akman'ın Zaman gazetesinde Sabah gazetesi genel yayın yönetmeni Ergun Babahan ile yaptığı iki günlük röportajın ikincisi 30 Aralık 2002'de yayımlandı.