Metiner, Milli Selamet Partisi'nden (MSP) Fazilet Partisi'ne (FP) dek uzanan süreçte İslamcı politikanın içinde yer aldı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lideri Recep Tayyip Erdoğan'a İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde, FP lideri Recai Kutan'a da genel başkanlığı döneminde siyasal danışmanlık yaptı. Daha sonra, Demokrasi Hareketi ve Halkın Demokrasi Partisi'nde (HADEP) politik görevler aldı. Bu dönemde Yeniden Gündem gazetesi yayın danışmanlığı ve köşe yazarlığı görevini de yürüttü.
Erdoğan'ın başarısını neye bağlıyorsunuz?
Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde popülerlik kazandı. İstanbul'da hem siyaseten hem de yerel hizmetler bakımından başarılı bir sınav verdi. Hep halkın içinde oldu, yaşam tarzında köklü bir değişiklik yapmadı. Oturduğu evi bile değiştirmedi. halka tepeden bakan bir yönetici profili hiç çizmedi. "Kasımpaşalı Tayyip" imajını hiç bozmadı, kent yoksullarını hep korudu ve kolladı.
Fiziği düzgün, hitabeti güçlü, organizasyon yeteneği olan bir siyasi kişilik olarak ön plana çıktı.
Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde öteki çevrelere açılma siyasetini başarıyla yürüttü. Düşünsel eksikliklerini gidermek konusunda asla kibirli davranmadı.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptığı dönemde Recep Tayyip Erdoğan'da genel başkanlık ya da başbakanlık düşüncesi var mıydı?
Recep Tayyip Erdoğan, il başkanlığı döneminde bile kendisini bir lider olarak geleceğe hazırlıyordu. Hırslı, akıllı, kararlı ve azimliydi. Kendisini partinin Erbakan'dan sonraki lideri olarak görürdü. Tüm hazırlıkları buna yönelikti. Ama, bu niyetini açığa vurmaktan kaçınırdı.
Erbakan ve çevresindeki yönetici kadrolar Erdoğan'ın bu niyetinden haberdardılar ama, tabandaki gücü nedeniyle karşı çıkmayı göze alamadılar.
Recep Tayyip Erdoğan ile Necmettin Erbakan arasındaki ayrışma nasıl başladı?
Refah Partisi (RP) döneminin sonlarına doğru İstanbul İl Başkanı olduğu süreçte Erdoğan'la Erbakan ve ekibi arasında göze görülür bir çatışma su yüzüne çıkmaya başladı.
1991 seçimlerinde liste başı olan Erdoğan'ın yerine ikinci sıradaki Mustafa Baş tercih oylarıyla milletvekili seçildiğinde, Erdoğan ve arkadaşları ile Genel Merkez yöneticileri arasında derin bir çatışma oluştu.
Mazbatasını alıp Ankara'ya giden Erdoğan'ın önünü İl Seçim Kurulu'na itiraz eden Mustafa Baş, Genel Merkez yöneticilerinin bilgisi dahilinde kesti. Oysa Erdoğan ve arkadaşları Genel Merkez yönetiminden, Mustafa Baş'ın ikna edilerek itirazda bulunmamasını istemiş, bunun siyasi geleneklere aykırı bir tavır olduğunu belirtmişlerdi. Genel Merkez yönetiminin Mustafa Baş'tan yana tavır koyması, büyük bir çatışmanın başlangıcını oluşturdu.
1994 yerel seçimlerinde Erbakan ve Genel Merkez yönetimi, Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak Erdoğan yerine Ali Coşkun'u gösterdi. Erdoğan ve İstanbul'daki ekibinin buna ciddi itirazları ve başkaldırıları oldu. Şayet bu köklü itiraz yapılmış olmasaydı, Erdoğan, tabanın ve teşkilatın isteğine rağmen belediye başkanlığına aday gösterilmeyecekti.
Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemi?
Büyükşehir Belediye Başkanı olduktan sonra Erdoğan kendi ekibini oluşturdu. RP'nin kapatılıp Erbakan'ın siyasetten yasaklı konuma düştüğü döönemde Erdoğan Siirt'te meydanları dolduran kalabalığa "İşte ben buradayım" dedi. Erbakan ve arkadaşları ise, bundan rahatsızlık duydular. Erdoğan, baskılar karşısında Erbakan'a bağlılığını ifade etme gereğini duydu.
Ancak, geriye dönüşü mümkün olmayan süreç başlamıştı. FP kurulduktan sonra Erdoğan yanlıları ile Erbakan yanlıları arasında ayrışma belirginleşti. Erdoğan'ın Siirt konuşmasından sonra yargılanıp ceza alması ve Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinden alınıp cezaevine gönderilmesi, geniş kitlelerin nezdindeki sempatisini artırdı.FP içinde yenileşme ve değişimden yana olanlar da liderlerine kavuştu.
1999 seçimlerinden sonra FP'nin oylarındaki düşüş, Erdoğan yanlılarının partiden tasfiyesini beraberinde getirdi. Erbakan ve arkadaşları FP'nin üst yönetiminde Erdoğan yanlılarının ağırlıkta olduklarını ve parti içinde yaptıkları çalışmalarla partiyi Erdoğan merkezli bir oluşuma doğru hızla sürüklediklerini görmüşler ve frene basma ihtiyacını hissetmişlerdi.
Tayyip Erdoğan'a yakın başkanlık divanı üyeleri görevlerinden alındılar. Bunun üzerine, Abdullah Gül'ün başkanlığında yeni bir muhalefet hareketi "yenileşme" adı altında varlığını açığa vurdu.
Erdoğan'ın siyasi yasaklı olduğu dönemde çalışmalar nasıl yürüdü?
Erdoğan siyaseten yasaklı olduğundan, onun adına bu çalışmaları Abdullah Gül ve Bülent Arınç gibi partinin ağır topları yürüttü. FP kongresinde Abdullah Gül başkanlığı az bir farkla kaybetti. Gül'ün Genel Merkez'e rağmen kazandığı bu başarı, Erdoğan'ın tüm engellemelere rağmen parti içinde ne kadar güçlü olduğunun bir kanıtıydı.
Parti fiilen ikiye bölünmüştü: Erbakan yanlıları ve Erdoğan yanlıları. Kongreden sonra Erdoğan taraftarları Genel Merkez yönetiminden ve partideki aktif tüm görevlerden uzaklaştırıldılar. FP'nin kapatılmasından sonra Erdoğan ve arkadaşları yollarını ayırarak Adalet ve Kalkınma Partisi'ni (AKP) kurdular.
Kişilik yapısı nasıldı? Örneğin, hırslı bir insan mıydı?
Erdoğan, bugünlerin hazırlığını İl Başkanlığı döneminden başlayarak, Büyükşehir Belediye Başkanlığı sürecini akıllıca değerlendirerek yaptı. Hırslı mıydı? Elbette. Hırs olmadan, politikada başarılı olmak mümkün değildir. Ama, Erdoğan'ın hırsı aklının önünde gitmedi.
Ancak, sanırım önünün bu şekilde kesileceğine hiç ihtimal vermiyordu. Geldiği siyasal gelenekten önemli ölçüde farklılaşmıştı. Kendisini yenilemiş ve değiştirmişti. Rejim için tehdit unsuru olarak kabul edilen Erbakan hareketini marjinalleştirme başarısını gösterebilmişti. Din eksenli bir parti yerine muhafazakar bir parti kurması halinde, devletçi seçkinlerin önünü kesmeyeceğine inanmıştı.
Mayıs 2000'de, FP kongresinden sonra yaptığınız bir değerlendirmede "Yenilikçilerin ne kadar yenilikçi, gelenekçilerin de ne kadar gelenekçi olduğu tartışılır"; "Bugünkü AKP'de yer alan bir çok yenilikçinin ne kadar sahici demokrat olduğu tartışılır" demiştiniz. Bu düşünceniz halen geçerliliğini koruyor mu?
Evet. Bugün de AKP içinde siyaset yapan bazı kişilerin sahici anlamda demokrat olmadıklarına inanıyorum. Ama, demokrat olanların sayısını fazlaca olduğunu da düşünüyorum. FP'nin söylemi gerçekten demokrat, yenilikçi ve değişimci bir söylemdi. Bu söylemi sadece Erdoğan yanlıları değil, Erbakan yanlıları da savunuyordu.
Ancak o dönemde Erdoğan'a yakın olan üst düzey yöneticilerinden bazıları "Kürt sorunu ancak tam demokrasi içerisinde çözümlenebilir" şeklindeki bir ifadeye şiddetle karşı çıkabiliyorlardı. Genel Başkan Recai Kutan'ın Malatya'da "Kürtçe anadilde eğitim ve öğretim yapılabilmelidir" önerisine şiddetle muhalefet edebiliyorlardı.
Benim gibi Kürt kökenli olup ayrılıkçılığa her dönem karşı olan, ama Kürt sorunun eksiksiz bir demokrasi içerisinde mutlaka çözülmesi gerektiğini savunan bir kişinin Genel Başkan Danışmanı olarak görev yapmasından bile rahatsızlık duyabiliyorlardı. Benim gerçekte "Kürtçü" olduğumu söyleyerek aleyhte propaganda yapmaktan kaçınmıyorlardı.
Geri bir Türk milliyetçiliği ve tutucu bir muhafazakarlık anlayışına tutunan bu insanlar ne yazık ki o dönem Erbakan'a muhalefet adına Erdoğan'dan yana bir siyasal tutum içindeydiler. Bugün de onlar Erdoğan'ın yanında AKP'de bulunuyorlar.
O yüzden kongre sürecindeki ayrışmada bir tarafın demokrat-yenilikçi, bir tarafından antidemokrat ve gelenekçi olarak belirlemenin doğru bir kategorik yaklaşım olmadığını vurgulama gereği duydum.
Bugünkü AKP'nin tutumu nasıl?
Bugünkü AKP'nin söylemine baktığımda bu tür geri siyasal anlayışların aşıldığını görmekten büyük bir memnuniyet duyuyorum. Kürt sorununun çözümü konusunda Kopenhag Kriterleri çerçevesinde öneriler sunabiliyorlar. İdamın kaldırılması konusunda kendilerine akabilecek milliyetçi ve muhafazakar oyları düşünerek bir parça demokratik engelli siyaset izlemiş olmalarına rağmen öteki kültürel haklar konusunda sergiledikleri tutum, bence demokratik bir tutumdur.
Erdoğan'ın bugünkü iktidarını kimisi 28 Şubat'a kimisi de Ecevit hükümetinin başarısızlığına bağlıyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Hepsinin rolü var. 28 Şubat'tan çıkartılan derslerle yeni bir siyasal güzergah belirlenmemiş olsaydı bugünkü siyasal başarı elde edilemezdi. 28 Şubat sürecini bir demokrat olarak onaylamak ve olumlamak elbette sözkonusu olamaz, ama o süreçle birlikte İslamcıların demokrasiyi keşfetmeye yöneldiklerini de görmemiz gerekiyor.
Kendi mağduriyetleri üzerinden demokrasiye sahip çıkma refleksi, zamanla demokrasinin içselleştirilmesi sürecini de beraberinde getirdi. AKP bence bu sürecin ürünüdür.
Askerin müdahalesinden rahatsız olan halk, bunu AKP üzerinden dile getirdi
AKP'nin başarısı bunlardan mı kaynaklanıyor?
Erbakan hükümetinin Susurluk konusunda ve cezaevi olaylarında demokrat bir kararlılık sergileyememesi, Erbakan hükümetinin 28 Şubat süreciyle kesintiye uğramasından sonra en geniş tanımıyla "dindar yurttaşların" Özal zamanında kazandıkları hakların bile geriye düşürülmüş olması da AKP'ye akış sağladı.
28 Şubat sürecinden sonra geniş bir mağduriyet alanının oluşması ve fobi siyaseti yüzünden dindarların dışlanmışlık duygusu, iktidardaki partilerin ekonomik politikalarının ülkeyi bir felaketin eşiğine sürüklemiş olması, yoksulluğun ve sefaletin geniş bir alana yayılması, siyasetin çürümüşlüğü, talan ve soygun düzeninin siyasetçiler eliyle yaratıldığının yaygın bir biçimde kabul görmesi, halkın sefaleti karşısında siyasetçilerin ve siyasetçilerle iş tutan iş adamlarının zenginliği karşısında geniş yığınların siyaset kurumuna ve ülkeyi bugüne taşıyan tüm partilere karşı yaygın bir güvensizlik duyması da önemli etkenler...
Halkın geniş kesimleri kendileri gibi olan, kendilerinden olan yeni ve farklı bir siyasetçinin gelip kendilerini kurtarmasını bekliyorlardı. Tayyip Erdoğan'da kendilerini buldular. Erdoğan'ın zaten geniş bir kesimde popülerliği vardı, karizması vardı. O yüzden yeni dönemde en uygun kişi olarak Erdoğan'da karar kıldılar. AKP'nin iktidarı için toplumsal ve siyasal zemin uygundu. Ancak Erdoğan olmamış olsaydı bu örtüşme olabilir miydi? Sanmıyorum. Burada lider faktörünün parti faktöründen daha bir öne çıktığını varsayıyorum. (BB)