*Müslüman Feministlerden Bahar Kılınç ve Şehide Zehra 5harflilerde 28 Şubat üzerine bir yazı kaleme aldı. Yazının tamamını paylaşıyoruz.
Kimin, neyi, nasıl, hangi koşullarda hatırlayacağı ve unutacağı politikanın en yakıcı meselesiyken, siyasetçiler hafıza üzerinde gezinerek kendilerine yer arıyor. Tanıma, tanınma ve inkar etrafında dönen hafıza savaşlarına bir dizi anlatı eşlik ediyor. Geoffrey Cubbit[1] toplumsal hafızayı geçmişin nasıl tarif edileceği, uyandırılacağı ve o geçmişle bağ kurabilecek topluluklar için neye mâl olacağına dair oluşmuş temsiller ve hatırlama biçimleri olarak tanımlarken, kolektif hafıza da bu anlatıların ideolojik olarak yeniden kurgulanması sayılabilir. Tarihin bir döneminde temsil edilmediklerini, dışarıda bırakıldıklarını ve bu sebeple acı çektiklerini hatırda tutmak, başörtülü kadınların kendi hikayelerini okuma biçimini, politikayla ve başka toplumsal hafızalarla kurdukları ilişkiyi fazlasıyla belirledi.
Başörtülü kadınların kamusal alandaki varoluşları 28 Şubat süreciyle netlik kazanan sistematik dışlanma ile neredeyse silinmişti ve AKP bu yara üzerine kurulu kolektif hafızayı siyasette kendine alan açmak için kolonize etti. Böylece, toplumu adına konuştuğunu iddia ettiği kadınların deneyimlerine sağır hale getirdi. Siyasi söylem inşa ederken en çok başkasının yarasını kendine dayanak kılan bu partinin kimliği artık karikatürleşmiş olan “mağduriyet hafızası” ile temsil edilmeye başladığı zaman ise, kendi hikayesinden bahis açan her kadın ya bu temsilin içine düştü ya da düşmemek için hikayesini unutmaya razı geldi. Bugün İHH başta olmak üzere pek çok yardım kuruluşunda gönüllü olarak çalışıp mahallelerde ter döken, kendilerini gerçekleştirebilecekleri alanları bizzat yaratan ve çoğaltan, açık öğretim sınavlarında dirsek çürüten, hafta içi torununa bakan, haftasonları ise uzaktan eğitim derslerini dinleyen, treni çoktan kaçırdığını düşünüp kendini Kuran halkalarına, kermes işçiliğine veya ilmi çalışmalara veren, kovulduğu üniversiteye yıllar sonra dönen ve en ön sırada büyük bir iştiyakla derslere katılan, yasaklar sona erdiğinde 40’lı hatta 50’li yaşlarda olup o güne kadar belirlenmiş “yaşam şansları”[2] bakımından pek de fark yaratmayacak diplomanın peşine düşen kadınlar için tarih, AKP’nin iktidara gelmesi ve başörtüsü yasağının kalkması ile sona ermemiş görünüyor.
Kadın son derece belirlenmiş bir kategoridir, başörtülü kadın daha da belirlenmiştir. Evlere temizliğe giden başörtülü kadın da, lüks jiplerde seyahat eden ve çok muhtemel ki AKP döneminde zenginliğine zenginlik katmış kadın da “tiksinti” uyandırabilir. Sara Ahmed ise toplumsal grupların birbirine duyduğu kötü duyguların iyi duygularla yer değiştirmesinin gerçek bir barışma olarak görülemeyeceğini savunur. Öyleyse, bir barış inşa etme stratejisi olarak okuyabileceğimiz, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kasım 2021’de yaptığı[3] ‘helalleşme’ çağrısına hangi duygular arabuluculuk edebilir? Nesilden nesile aktarılan anlatılar ile temsiller odadaki fil konuşulmadan nasıl aşındırılabilir? CHP, direkt olarak 28 Şubat sürecini yaşayan, kamusal alandan dışlanan, sosyal sınıf hareketliliği gibi yaşam şanslarını en temelden belirleyen hakları gasp edilmiş başörtülü kadınlara yaptığı “helalleşme” çağrısı ile hangi anlatıları ve temsilleri aşındırmak istediğini açıkça söyleyebilir mi? “Yaşananlar yanlıştı ve tarihin bir kesitinde yaşanmış bu ihlaller karşısında şimdi ve burada sorumlu hissetmemin hiçbir maddi temeli olmasa da bu utancı paylaşıyorum.” demenin çok güçlü bir helalleşme zemini oluşturduğuna katılıyoruz. Diğer yandan, CHP’nin asla ulaşamadığını ve oyunu alamadığını düşündüğü, AKP iktidarının cankurtaranı olan, son genel seçimlerde AKP seçmen kitlesi içerisindeki %30’luk pay ile esnafları ve emeklileri dahi arkada bırakan ev kadınlarının %80’inin kendini “dindar” olarak tanımladığı ve büyük oranda başörtülü olduğu biliniyor[4]. Dolayısıyla, bu helalleşmenin siyaseten bir ekonomisi olduğu ortada. Yine de, pek çok helalleşme sürecinden geçmiş iki Müslüman feminist kadın olarak bu çağrının tüm siyasi hesapların ötesinde, bizim hikayemizde ve feminist politika içerisinde nereye oturduğunu anlatmakta fayda görüyoruz.
Politikayla ilgilenen, 80’li ve 90’lı yıllarda ilk gençliklerini yaşayan pek çok Müslüman kadın için feminizm Kemalizmin suç ortağıydı. Evden dışarı çıkan, sokakla ve diğer kadınlarla ilişkilenen, hak ettiğinden daha azını kabul etmeyen, hiç de “hanımefendi” olmayan ama kendilerine feminist de dedirtmeyen bu Müslüman kadınlar yaptıkları “oyunbozanlığı” feminizmle ilişkilendirmekten bilhassa kaçındılar çünkü laiklik sopası ile feminizm kol kola görülüyordu.
Bu ortaklığı bizim kuşak hem önceki kuşaklardan dinledi; hem de feministlerle olan bazı karşılaşmalarımız sırasında bizzat deneyimledi. Bu nedenle uzun bir süre Müslüman kadınlar olarak feminizmle gizli gizli buluştuk ve Müslüman olduğumuzu hiç unutmadan feminist politika yapma sorumluluğunu hep masada tuttuk. Unutmamak ve affetmemek, politikayla kurduğumuz ilişkiyi doğrudan belirledi.
Feminist toplantılarda “türban”, “gerici”, “dinci”, “cihatçı”, hatta “İslamcı” ve “siyasal İslam” dendiğinde hafifçe irkildik. Farklı ama eşit feminist özneler olarak dahil olmak istediğimiz bu alanda pek çok kez henüz “helalleşmemiş” olduğumuzu hissettik. Neyse ki, kimse kerameti kendinden menkul bir uzlaşma masası kurup bizi oraya davet etmedi ve kendimizi siyaseten kapsayıcı bir kurgunun içerisinde hiç bulmadık.
Kendi aidiyetleri ve deneyimlerine gömülü başka yaraları o alana taşımaya çalışan Kürt, Alevi ve LGBTİ+ kadınların masayı nasıl kurduğunu, Hannah Arendt’in deyişiyle “aramızdaki dünyayı” terk etmeyerek, unutmayarak ve affetmeyerek feminist hareket içerisinde nasıl bir dönüşüm yarattıklarını gördük.
Telaşla kurulmuş bir geçmişle hesaplaşma masasına bugün için ne vaat ettiği belli olmayan bir zeminde çağrıldığımızda; yaramızı tanıyan, deneyimlerimizin adını koymamızda bize yardımcı olan, yaralarımız arasındaki ilişkileri ve ortak yaralarımızı daha berrak görmemize imkan sunan kadınlarla çoktan bir araya gelmiştik.
Hikayemizden uzaklaşıp başka hikayeler arasında gezinirken, Türkiye’nin günah dolu geçmişinde başka hangi yaraların açıldığı ile yüzleşirken, uzaklaştığımız hikayemizi bıraktığımız yerde, üstünde tepinilmemiş bir şekilde tekrar bulabileceğimizin güvenini veren, böylece unutabildiğimiz ve yaramızla değil kendimiz olarak var olabildiğimiz bir yerde buluşmuştuk. Bu buluşmalar sayesinde bizden önce yazılmış anlatıların, bizim için çizilmiş sınırların ötesinde bir feminist mevcudiyeti hep beraber yarattık.
Bugün çağrıldığımız masanın eğretiliğini feminist hareket içerisinde farklılıklarımızla bir arada olmanın sancısını ve bu sancıyı dahi birbirimizle açıklıkla konuşabilme deneyimini yaşayan kadınlar olarak kolaylıkla görüyoruz.
Bu helalleşme çağrısının 1) geçmişi tanırken bugünü ve yarını büyük oranda cevapsız bırakması, 2) kurgusal ve söylemsel görünmesi, 3) başka pek çok yarayı dışarıda bırakarak “siyaseten” en ekonomik helalleşme hattına yönelmiş olması, 4) vaat edilen barışın toplumsallaşmasına dair hiçbir zemine işaret etmemesi sebebiyle çağrıya kulak kesilenler için dahi sürece büyük bir yabancılaşma duygusu eşlik ediyor. Toplumsal barışı mahallelerde, komşuluk ilişkilerinde, veliler arasında, toplu ulaşımda, çalışma yaşamında ve tüm kamusal alanda yaygınlaştırmanın çarşaflı bir kadına CHP rozeti takmak kadar kolay olmadığını, tam da bu nedenle CHP’nin helallik istemek gibi muhatabı borçlu çıkaran bir politikadansa kendi örgütünü demokrasi adına borçlandırarak kapsayıcılığın partinin tüm organlarında çok temel bir prensip olarak içselleştirilmesine yatırım yapması gerektiğini ısrarla hatırlatmak gerekiyor.
Biz feminist politikaya dair dertlerimiz ve gayelerimizle birlikte healleşmeyi böyle anlıyoruz ama helalleşmenin kendilerinde ne uyandırdığını bir de CHP’nin stratejisinin asıl hedefi olan annelerimize sormak istedik. Cevapları şöyle oldu:
“Ben helallik isteyen herkese hakkımı helal ederim. Etmeyip kibir göstermek iyi değil. Ama bir kere yapan, bir kere daha yapar. CHP’nin bir daha yapmayacağını nasıl bileceğiz? Ama Allah onları da affetsin, kimse bilmez ki geleceğimiz nasıl olacak. Ben niye helalleşeyim? Ben yanlış bir şey yapmadım ki. Helalleşmek karşılıklı bir şey değil mi? Sırf helallik isteyip tövbe edeceksin diye bana niye borç çıkarıyorsun?” (Adile, 52)
“Ben iki kez üniversite sınavının kapısından döndüm. Şimdi 52 yaşındayım ama hala öğrenciyim. Bunlar yaşandı, yok sayamayız. Ama intikam aracı olarak görmüyorum yaşadıklarımı. Aynı şeylerin tekrar yaşanmaması için yok sayılmasına, inkar edilmesine karşıyım. Yine de helalleşme yaklaşımını çok beğendim. Bundan sonrasını konuşmak lazım. CHP kendinde neyi değiştirecek? İnsanların birbirine nefretle bakmasının önüne nasıl geçilecek?” (Fatma, 52)
Biz aynı yasaklardan, kavgalardan ve uzlaşmalardan geçmiş iki genç kadın, başka hayatlardan geçmiş ve yolları hiç kesişmemiş annelerimizle helalleşme üzerine konuştuğumuzda en temelde şu üç sorunun cevabını merak ediyoruz; 1) CHP’nin barışın toplumsallaşması için yol haritası nedir? 2) CHP’nin kendini dönüştürme ödevi nedir ve hellaşme politikası içerisinde hakları ihlal edilenleri değil kendisini borçlandıracağı bu ödeve ne kadar yatırım yapacak? 3) Helalleşmenin bugün ve geleceğe dair bize kurdurtmak istediği hayaller neler?
Unutmak için unutulmayacağından emin olmalıyız. Hikayemizden uzaklaşıp masaya gelmemiz için, o hikayenin üstünde tepinmeyeceğinizden emin olmalıyız. Tarihi kendinizce bulduğunuz çözüm yoluyla başlatıp bitirmeyeceğinizden emin olmalıyız. Yalnızca geçmişi konuşup bugüne dair bir şey vaat etmeden masayı dağıtmayacağınızdan emin olmalıyız. Bizimle helalleşirken kendinize dair hangi temsil ve anlatıları aşındırmayı amaçladığınızı bilmeliyiz. Bu helalleşmeye kameralar kapandığında hangi duyguların arabuluculuk ettiğini bilmeliyiz. Bizi çağırdığınız masanın şimdi ve burada yaşadığımız hayatlarımız, kadınlar olarak her gün mücadele ettiğimiz gerçek sorunlarımıza dair ne vaat ettiğini bilmeliyiz. Bu masaya başka kimlerin çağrıldığını, hangi acıların dışarıda bırakıldığını bilmeliyiz. Kısacası, henüz sona ermemiş tarihlerin üstesinden gelmeye istekli değiliz[5].
(EMK)
Görsel: Günther Uecker
[1] History and Memory, 2013, Manchester University Press.
[2] Weber, M. (1946). Class, Status, Party. In H. H. Girth, & C. W. Mills (Eds.), From Max Weber: Essays in Sociology (pp. 180-195). New York: Oxford University.
[3] https://www.gazeteduvar.com.tr/kilicdaroglu-helallesme-yolculuguna-cikma-karari-aldim-haber-1541730
[4] KONDA (2007). Gündelik yaşamda din, laiklik ve türban araştırması.
KONDA (2018). Seçmen kümeleri: Ak parti seçmenleri.
KONDA (2019). Türkiye’de toplumsal cinsiyet raporu.
[5] Sarah Ahmed, Feminist Bir Yaşam Sürmek, “oyunbozan manifesto”, beşinci madde.