"Merkantilizm, İngiliz İhtilalleri, Amerikan İhtilali, Büyük Fransız Devrimi, Kapitalizm, Sanayi Devrimi" derken Milliyetçiliğe, Milli Devlet'e dayandılar.
Osmanlı İmparatorluğu sanayileşemedi.
Daha doğrusu Osmanlı, Amerika'nın keşfine katılıp büyük vurgundan pay alamayınca, Çarlık Rusyası'nın yaptığını da yapamayınca, Amerika'nın zenginliklerini ülkelerine taşımak suretiyle zenginleşen Batı Avrupalıların karşısında, ham maddesini koruyup işleme durumunu yitirdi.
Oysa Osmanlı, sınırları içerisindeki ham maddenin işlenmeden dışa satışını yasakladı ama, aradaki büyük fiyat farkı nedeniyle, kaçak yoldan da olsa, Batı Avrupalı tüccarların ellerine geçmesini engelleyemedi. Engelleyemeyince de, tezgahların fabrikalara dönüşüp ülkenin, sanayileşmesi mümkün olamadı. Ve böylece Osmanlı ülkesi, sanayileşmiş Avrupa'nın sömürgesi haline geldi.
Ama Avrupa o kadarla yetinmeyecek, Osmanlı İmparatorluğunu paramparça edecekti.
Osmanlı'yı İngiltere yıktı
Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkmanın başını İngiltere çekti. Yanında Fransa ile Çarlık Rusya'sı vardı. İşe, Osmanlı sınırları içerisindeki toplumları, kendi devletlerine sahip olmak için teşvik ederek başladılar. Teşvik ettiler, ayağa kaldırdılar, destek oldular, yetmediği yerde bizzat savaşa girerek, Osmanlı toplumlarının "ulus devlet"'e geçiş suretiyle İmparatorluktan kopmalarını sağladılar.
Bu şekilde Osmanlı İmparatorluğu'ndan evvela, Yunanistan'ı koparttılar.
Osmanlıya karşı isyan ettirilen Yunanlılar, yola çıkmadan saptadıkları Yunan sınırları içerisine kağıt üzerinde, Kıbrıs'ı da aldılar.
Ama bir türlü Kıbrıs'ı, fiilen, Yunan sınırları içerisine alamadılar henüz...
Kıbrıs Osmanlının elinden 1878'de çıktı. Sırpların bağımsızlık talepleri nedeniyle çıkan Osmanlı - Sırp Savaşında işe karışan Rusların orduları Yeşilköy'e dayanıp İstanbul'u işgal etme durumuna gelince, araya İngilizler girdiler. Kıbrıs'ın kendilerine kiralanması karşılığında, Rus ordularının geri çekilmesini sağladılar. Kira ile de olsa, İngilizlerin Kıbrıs'ı ellerine geçirmeleri, Yunanlıları umutlandırdı.
Yunan ulusunu, Yunanistan'ı yaratan ve himaye eden İngiltere idi. Kıbrıs'ı Yunanlılara vermemesi için ne sebep olabilirdi ki?
İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya ile birlikte, askeri işgali altında Osmanlıya bağlı bir eyalet olarak tuttuğu Girit'i Yunanistan'a verdikten sonra Yunanlılar, Kıbrıs için daha da umutlandılar.
Bir ara da verdiler denenlere bakılırsa.
Denenler ve yazılanlar doğruysa ki doğrudurlar, İngilizler Yunanlılara bir ara, Birinci Dünya Savaşı'na katılmaları koşuluyla, Kıbrıs'ı vermeği önerdiler. Görev başındaki Yunan Hükümeti öneriyi reddedince, bugünlere geldik. "Değişen, ve göreve gelip de Birinci Dünya Savaşı'na katılan hükümete neden verilmedi Kıbrıs?" derseniz, "bilmem" derim.
Kıbrıslı Rumlar Yunanistan'a bağlanmayı, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra da istemeği sürdürdüler. "1931 İsyanı" diye adlandırılan bir olay da çıkardılar İngilizlere karşı. Ama sonuç, alamadılar.
Türkiye Cumhuriyeti'nin Lozan'da, Kıbrıs'a ilişkin hiçbir talebi olmadı. İsteyen Türkler Lozan Anlaşmasına göre Türkiye'ye göç edebileceklerdi.
Atatürk'ün Kıbrıs'a atadığı Konsolos Asaf, Kıbrıslı Türkleri tümden Türkiye'ye göç ettirmekle görevliydi. Başaramadı. Göç davetini Kıbrıslı Türklerin pek azı kabul etti.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında
İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda İngilizler, İtalyanların elinden aldıkları 12 Ada'yı Yunanistan'a verdiler. Yunanistan yönetimini ele geçirmek üzere olan Yunan Partizanlarına karşı İngilizler, askeri güç göndermek suretiyle Yunan idaresini de ayakta tuttular.
Bir de İngiliz Kralı kızını, İngiltere'nin şimdiki Kraliçesini yani, Yunan kralının oğluna verdi.
Ama her nedense Kıbrıs'ı gene vermedi.
Bu arada İngiliz'in Yunanistan'ı İzmir'e çıkartıp Anadolu'ya saldığını da hatırlayalım.
Bu ne biçim bir iş?
İngiliz Yunanlının her isteğini neredeyse yerine getirdi ama Kıbrıs'a gelince, "nor" dedi de "peynir" demedi.
Neden?
Aslında, işi kavgaya çevirmeden, bu soruyu sorması gerekenler, Yunanlılardı.
Yunanlılarla İngilizler arasındaki Kıbrıs tartışması, 1 Nisan 1955'te, Yunan tarafının silaha sarılmasıyla, yeni bir aşamaya geldi.
Sanıldı ki kozlar, o çerçevede paylaşılacaktı.
Anlaşılan oydu ki, Yunanlılar, Ortadoğu'ya egemen olmak isteyen Amerikalıları arkaya alarak yola çıktılar. O nedenle genel kanı, Yunanlıların Kıbrıs'ı İngilizlerin elinden alacakları yönündeydi.
İngiliz'e şans tanıyan yoktu.
İşin içerisine İngiliz'in Türkiye'yi çekeceği kimin aklına gelirdi ki?
Himaye altında bir devlet
Yunanistan'ın Kıbrıs konusunda Türkiye'ye danıştığı söylenir.
Oysa Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türklere, "gelin bu meseleyi görüşelim" demediler hiçbir zaman.
Kıbrıslı Türklerin Enosis'ten korktukları, o nedenle karşı oldukları açıktı.
Ama anlaşılan o ki, Kıbrıslı Rumlar İngiltere'nin Girit'teki tavrına, Oniki ada'daki tavrına bakarak işi, çantada keklik saydılar.
Kıbrıs'ı, o günün koşullarında, kendisi için vazgeçilmez sayan İngiltere Türkiye'yi meselenin taraflarından birisi olarak kabul edip işin içine resmen sokunca, işlerin seyri değişti.
1959'da varılan anlaşmayla, Kıbrıs Cumhuriyeti ortaya çıktı. İngiltere, iki egemen üs alarak, Kıbrıs'ın egemenliğini devretti.
Kıbrıs Cumhuriyeti'ni kuran anlaşma, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında yapılan bir anlaşmadır. Ve bu anlaşma aslında, gerçek anlamda bir bağımsız devlet yapısını oluşturan bir anlaşma değildir.
Zürih'te Türkiye ile Yunanistan'ın Başbakanlarıyla Dışişleri Bakanlarının hazırlayıp üzerinde anlaştıkları 27 Temel Madde" (Basic Stracture of the Republic of Cyprus) ile Londra'da İngiltere'nin "Birleşik Krallık Hükümeti'nin Beyanı" (Declaration By The Government of The United Kingdom) başlığı altında İngiltere'nin Kıbrıs'ın egemenliğini devretme koşulu olarak ileriye sürdüklerinin de eklenmesiyle, ki bunlar, İngiliz Egemen Üsleri ile Kıbrıs'taki toplumların İnsan hakları ve sair hakların Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından güvence altına alınmasını öngören taleplerdirler, sağlanan anlaşmanın ortaya çıkardığı Kıbrıs devleti, bağımsız devletten çok, protektora (himaye altında) durumunda bir devletti. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin himayesinde bir devlet...
Koşulların, Kıbrıs'a dayattığı bu "Bağımsız Devlet Modeli", Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nde" yer alan Ulusların ve halkların kendi kaderlerini kendilerinin belirleme hakları"'na aykırı olduğu kuşkusuz bir gerçekti.
Bu gerçeklik, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin temelinde, her an patlamaya hazır bir bomba gibiydi.
Çünkü Kıbrıslılar, koşulların dayattığı bu durumu, zamana yayıp, kendi aralarında görüşerek, uzlaşarak çözebilecek ne bilgiye ne yeteneğe, ne kültüre, sahip değillerdi.
Kıbrıs'ın tarihi, bir işgaller tarihidir. O nedenle mi ne, Kıbrıslılar, çağı yakalamanın çok uzağındaydılar.
O nedenle Kıbrıslıların, Özgürlükle esareti, büyük çoğunluklarıyla ayırmaları mümkün değildi.
Kıbrıslıların bu gerçeği de, Kıbrıs Cumhuriyeti için, protektora niteliğine rağmen ciddi bir tehlike idi.
"Enosis" ile "taksim" dururken Bağımsız Kıbrıs da ne demekti?
Esarete bu denli gönüllü toplumlara, her zaman rastlamak mümkün değildir.
Kıbrıslılar 1960'da, 16 Ağustos'da, "Bağımsız" Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edilirken, büyük çoğunluklarıyla işte bu durumdaydılar. Varsa da, yoksa da Enosis varsa da yoksa da taksim.
Bugünkü gibi, "bu memleket bizimdir, kendi kendimizi idare etmeliyiz" diyecek bir babayiğit yoktu bu Kıbrıs Adası'nda o zaman.
Ne Türk vardı, ne de Rum...
Kolay da değildi.
Bugün bile "Bağımsız Kıbrıs" diyenlere, "kendi kendimizi idare etmeliyiz" diyenlere, "bu memleket bizimdir" diyenlere "hain" gözüyle bakılmıyor mu?
16 Temmuz 2001 tarihli Türkiye gazetelerinden Sabah'ın manşetine bakın!
Ne diyor "Talimatlarla Yönetilmeye hayır! Bu Memleket Bizimdir. Biz İdare edeceğiz" mitingi için Sabah gazetesi manşetinde?
"Kıbrıs'ta ihanet"
Yok yahu! Öyle mi? Kim neye, kime ihanet ediyor Kıbrıs'ta?
(NA)