Türkiye'de 1950'ler sonrası izlenen iç pazara dönük sermaye birikim modeli üretici güçlerin gelişimini büyük ölçüde emperyalizmin belirleyiciliği ve yönlendiriciliğine sokmuş, sermaye birikim süreci de bu ilişki çerçevesinde belirlenmiştir. Ülke içinde yaratılan değerin büyük bir bölümü metropollere akıtılmış, korumacılığın yarattığı rantlar da yerli ve yabancı tekellerce bölüşülmüştür.
İthal ikameci modelin bölüşüm ilişkileri ve bunalımı
İç pazarın genişliği ve canlılığına dayalı ithal ikameci büyüme modelinde işçi ücretleri ve tarımdaki küçük üretici gelirleri, sanayi için hem maliyet öğesi, hem de bir talep öğesiydi. Yani sanayinin ürettiğini alıp tüketecek ölçüde kazanan işçi-köylü kesimi, ithal ikameci modelin önkoşuluydu. Bu nedenle tarımda desteklenen ürün sayısı ve çeşitli sübvansiyonlar hızla artırılmış, özellikle seçim öncelerinde taban fiyatları, piyasa fiyatlarının oldukça üstünde tutulmuştur.
İthal ikameci model 1970'lerin sonlarına doğru sonuçlarını şiddetli bir biçimde enflasyon ve döviz darboğazında duyuran yoğun bir bunalıma girmiştir. Yani model, birikimin sürmesinin önünde bir engel haline gelmiş, burjuvazi açısından yeni bir birikim modeline geçiş artık dayatmıştır.
Bu zorunluluk yalnız yerli sermaye için değil, uluslararası sermaye açısından da geçerlidir. Hatta, istikrar ve yapısal uyum programlarını içeren reçeteler, öncelikle, uluslararası sermayenin denetimindeki IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlardan gelmekteydi.
24 Ocak'ın tarım politikaları
Yerli ve yabancı tekellerin dayatmalarıyla bu programları içeren 24 Ocak Kararları gündeme getirildi. 12 Eylül darbesiyle, tıkanan ithal ikameci birikim modelinin yerine geçilmeye çalışılan dışa açılmacı birikim tarzının gereksindiği siyasal tabloyu tamamlayacak baskıcı ve antidemokratik bir ortam yaratıldı. Böylelikle 24 Ocak'ın uygulanabilmesi için gerekli olan "istikrar" ortamı yaratılmış oldu.
Türkiye gibi bağımlı ülkelerde hiçbir ekonomik ve siyasi politika, emperyalist-kapitalist sistemden bağımsız değildir. Dolayısıyla 24 Ocak'ın tarıma yönelik temel politikası, üretimden pazarlamaya dek tüm sürecin emperyalizm tarafından denetlenmesini sağlamaktır.
Bunun için öncelikle, küçük ölçekli tarımın tasfiye edilerek, yerine kapitalist işletmelerin kurulması gerekir. 1980 sonrası tarımda izlenen politikalara bakıldığında, tüm uygulamaların bu temel hedefe yönelik olduğu görülecektir.
Ayrıca programın arka planında ülke ölçeğinde pre-kapitalist ilişkilerin aşama aşama eritilmesi, genel ekonomik ve siyasal yapılanmanın tam denetime açılarak kapitalist ilişkilerin daha sistematik ve örgütlü duruma getirilmesi yatmaktadır.
Devlet-köylü ilişkisi yerine sermaye-köylü ilişkisi
24 Ocak Kararları, 1970'li yıllarda belirginleşen yeni liberal politikaların IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla borç krizi içindeki azgelişmiş ülkelere dayattığı istikrar ve yapısal uyum programlarının somut bir ürünüdür.
Tarım alanında yapısal uyum programlarının özeti; devlet-köylü ilişkisinin çözülerek yerini sermaye-köylü ilişkisinin almasıdır.
Bu çerçevede temel tarım girdilerinin sağlanması ve dağıtımında kamunun tekel konumuna son verilmiş, kamu yönetimi tarım kesiminde fiyat destekleme alımı işlevini büyük ölçüde terk etmiş, tarımsal sanayi tümüyle özel sektöre bırakılmıştır. İlk üç değişiklikle birlikte tarımsal kredi sistemi "destekleme" niteliğinden sıyrılmıştır.
Tarımda fiyat destekleri daraltıldı
1970'li yılların sonlarına doğru, büyük burjuvazinin, IMF ve Dünya Bankası'nın yakındıkları konulardan biri ücret artışları, diğeri ise tarım ürünleri taban fiyatlarıydı.
Tarımda destekleme alımlarının bütçe üzerinde yük oluşturduğunu ve enflasyonist etki yarattığını öne süren bu çevre; dışa açılma politikasının gereği olarak iç talebi daraltmak için de taban fiyatlarının düşük belirlenmesini istiyordu.
Bu nedenle özellikle 1980'li yılların ilk yarısında, 12 Eylül sayesinde tarımsal ürün fiyatları baskı altında tutulmuştur. Örneğin 1980-91 döneminde ortalama tarımsal ürün fiyatları 71 katlık bir artış gösterirken, tarımsal girdi fiyatları 107 kat artmıştır.
Destekleme alımı kapsamındaki ürün sayısının giderek azaltılmış, dönemin başında destekleme alımı kapsamındaki ürün sayısı 24 iken, 1985 yılında 18'e, dönem sonunda (1990 yılında) ise 10'a düşürülmüştür.
Destekleme alım miktarının toplam üretim miktarına oranı 1980-89 yılları arasında buğdayda yüzde 10'dan yüzde 3'e, tütünde ise yüzde 71.5'ten yüzde 39.3'e düşmüştür. Çay yaprağı 1986, fındık ve pamuk ise 1988 yılından itibaren destekleme alım kapsamından çıkarılmıştır. 1980 yılında fındıkta yüzde 40.4, pamukta yüzde 73 olan alım miktarı 1987'de fındıkta yüzde 7.5'e pamukta ise yüzde 22.5'e düşürülmüştür.
Destekleme alımlarının tarım kesiminin toplam katma değerine oranı 1976'da yüzde 14.7 iken 1988'de yüzde 5.5'e inmiştir.
Kredi ve girdi destekleri kısıtlandı
Destekleme alımlarının finansmanında kullanılan Merkez Bankası ve Ziraat Bankası kaynakları daraltılmış; Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) ve TEKEL dışında Merkez Bankası'nın doğrudan kredi uygulaması kaldırılmıştır. Merkez Bankası kredileri içinde destekleme amacıyla ayrılan kredilerin payı yüzde 27'den yüzde 5'lere indirilmiştir.
Tarımsal girdilere yönelik sübvansiyonlar sürdürülmekle birlikte, girdi fiyatlarının çok yüksek fiyatlarla artırılması karşısında bu uygulamanın etkinliği azalmıştır. Aynı şekilde gübreye uygulanan sübvansiyon tutarı sabit fiyatlarla yüzde 6 oranında düşmüştür.
1980 yılında tarım kredilerinin toplam krediler içindeki payı yüzde 23.4 iken 1990'da bu oran yüzde 8,7'ye gerilemiştir. Yine 1980'de tarım kredilerinin tarım kesiminin toplam katma değerine oranı yüzde 18.4 iken 1990'da yüzde 10.3'e düşmüştür. 1980'de yüzde 16 olan bitkisel kredi faiz oranı 1985'te yüzde 32'ye, 1987'de yüzde 42'ye, 1988'de ise yüzde 46.5'e yükseltilmiştir.
Tarımsal sübvansiyonların bütçe giderleri içindeki payı 1980de yüzde 5.4 iken 1991de yüzde 1.9'a, GSYİH'deki payı ise yüzde 0.9'dan yüzde 0.3'e düşmüştür.
Özelleştirmenin altyapısı oluşturuldu
Yapısal uyum programlarının ayrılmaz bir olarak dış ticaret liberalize edilmiştir. Bu çerçevede tohumluk, kimyasal gübre ve damızlık hayvan ithalatı serbest bırakılmıştır. Tarımsal girdilerde hızlı serbestleşme, bu alanda etkinlik gösteren kamu kuruluşlarının (TİGEM ve TZDK gibi) varlık nedenini ortadan kaldırmış, işlevlerinin aşınmasına yol açmıştır.
Uluslararası tütün tekelleri ve yerli ortaklarının dayatmalarıyla Amerika harmanlı sigara ithaline izin verilerek, 4 milyona yakın insanın geçim kaynağını oluşturan tütün üzerinde tekellerin hedefleri adım adım gerçekleştirilmeye başlanmıştır.
Çay üzerindeki kamu tekeline son verilerek, sektöre Lipton markasını üreten Unilever gibi gıda tekellerinin girmesine olanak tanınmıştır.
Köylülüğün yüz yüze geldiği sömürüdeki değişmeler
Küçük meta üretiminin yaygın üretim ilişkisi olduğu bir tarımsal yapı için; tarımın ticaret hadlerinde (tarımsal fiyatlarla sınai fiyatlar arasındaki makas) ya da tarımsal (ya da tarıma dayalı) ürünlerde nihai kullanıcıların ödedikleri fiyatlarla çiftçinin eline geçen fiyatlar arasındaki ticari marjlarda zaman içindeki değişmeler ile köylülüğün ödediği faiz yükünün tarımsal katma değer içindeki payında görülen değişmeler, köylülüğün yüz yüze geldiği sömürü oranlarındaki değişmeleri yansıtır.
1970'lerin ortalarından başlayarak iç ticaret hadleri sürekli olarak üreticinin aleyhine gelişti. 1976 yılı 100 kabul edildiğinde, bu oranın 1980'de 67.3'e, 1982'de 56.7'ye, 1988'de 49.8'e kadar düştüğü görüldü. İç ticaret hadlerindeki bu dramatik düşüş tarım kesiminin gelir kaybıyla sonuçlandı. 1980-91 döneminde çiftçinin satın alma gücü yaklaşık yüzde 35 dolayında azaldı.
Bu dönem, ticaret sermayesinin göreli durumunda da belli ilerlemelere yol açmıştır. Örneğin, 1976-79 ile 1988 yıllarının fiyatları karşılaştırılacak olursa ekmek fiyatı ile çiftçinin eline geçen buğday fiyatı arasındaki makas yüzde 52, margarin ile ayçiçeği arasında ise yüzde 79 oranında birinciler (yani ekmek ve margarin) lehine gerilemiştir.
Öte yandan pamuk ve tütün için 1976-1989 arasındaki birim ihraç fiyatları ile çiftçinin eline geçen fiyatlar arasındaki makas yüzde 175-180 arasında açılmıştır. Yani bu iki üründe 1980'li yıllara damgasını vuran dış ticaret ve döviz kuru politikaları, köylü aleyhine, ihracata dönük ticaret sermeyesi lehine işlemiştir.
Yapılan bir araştırma küçük ve orta ölçekli üreticilerin bu dönemde elde ettikleri tarımsal safi hasılanın yüzde 7.7'sine tefeci faizi biçiminde el konulduğunu ortaya koymuştur.
Toprak ve gelir dağılımındaki eşitsizlik arttı
1980-90 yılları arasında Türkiye'de kişi başına GSMH yüzde 35 oranında artarken, tarımda bu artış yüzde 15 dolayında olmuştur. Başka bir deyişle, 1980 yılı itibariyle tarım kesiminde kişi başına gelirin Türkiye ortalamasının yüzde 46'sı kadar olduğu dikkat çekerken, 1989'da bu oran 7 puan daha gerileyerek yüzde 39 düzeyinde olduğu görülmektedir. Bu veriler 24 Ocak/12 Eylül'ün sektörler arası gelir dağılımını da bozduğunu göstermektedir.
1980 ve 1991 Genel Tarım Sayımı Sonuçları birlikte incelendiğinde, orta köylü grubunun önemli boyutlarda eridiği, bu gruptan geçimlik düzey ile geçimlik düzeyinin altındaki aileleri içeren gruba kaymalar olduğu görülmektedir.
Topraklarını genişleten bir kısım zengin köylü işletmeleri ise büyük toprak sahibi haline gelmişleredir. Böylelikle tarım topraklarının dağılımındaki süregelen eşitsizlik bu dönemde daha da derinleşmiştir.
Gelir dağılımı tablolarına bakıldığında, fonksiyonel dağılım olarak 1976'da tarım kesimi milli gelirin yüzde 31.3'ünü, alırken, 24 Ocak/12 Eylül'ün izlediği emek karşıtı politikalar sonucu bu pay sürekli azalarak 1988'de yüzde 16.6'ya düşmüştür.
Buna karşılık artık kitlesinden daha çok nasiplenen "faiz" geliri sahibi rantiyeler, mali sermaye ve "ticari kâr" sahibi büyük ihracatçıların payı ise yüzde 36'dan yüzde 69.4'e yükselmiştir.
IMF ve Dünya Bankasının metropol ülkeler adına Türkiye tarımını yönlendirmek için dayattığı politikalar 24 Ocak'a kadar gidiyor. Ancak bu politikalar, ne üretimi ne de ihracatı geliştirebildi. Aksine, bir yandan çiftçi yoksullaşırken öte yandan Türkiye net gıda ithalatçısı olma yolunda hızla ilerledi. (NO/BB)