250'den fazla belgeselin seyirciyle buluşacağı belgesel festivali IDFA 16 Kasımda başlıyor.
Çeşitli yarışmalarda yer almak üzere dünya prömiyerini Amsterdam'da gerçekleştirecek filmler dışında daha önce muhtelif etkinliklerde dikkat çekmiş revaçtaki bazı belgeseller de program dahilinde.
Bilhassa insan hakları konusuna eğilen eserlerin festivalde mühim yer tuttuğunu hatırlatmakta fayda var.
Festivali bu sene çoğunlukla sanal ortamdan takip edecek akredite olmuş misafir sayısı yine gayet yüksek, IDFA'da geliştirilmek ve tamamlanmak üzere bekleyen projeler de öyle.
Belgesel endüstrisinin kalbinin attığı odak noktalarından biri olan IDFA yıllar içinde tecrübesi iyice artmış seyircisinin sadakatine de çok şey borçlu.
Fakat bu sene halka açık gösterimler kısıtlı olduğu için Amsterdam sinemalarında festival sırasındaki o yoğun uyum ve sıcaklığı tekrar yaşayabilmek için gelecek seneleri beklemek gerekecek galiba.
Aşağıda festivalin çeşitli bölümlerinden bazı filmlerin özetini ve fragmanlarını bulabilirsiniz.
Tarafsız haber
Gazetecilerin tehdit altında tutulduğu baskıcı rejimlerden Filipinler'e keskin bir bakış.
Mesleklerinin gerektirdiği şekilde, devlet propagandasını sorguladıkları için susturulmaya çalışılan, her an öldürülme riskiyle yaşayan, gözaltına alınıp tutuklanan, tarafsız haberin peşindeki kahramanlar.
ABD'nin politikalarını kobay ülkelerde uygulatıp sonuçlarını başka ülkelere ihraç etme alışkanlığının sıradan bir dışavurumuyla yine karşı karşıyayız.
Fazlasıyla agresif söylem ve icraatıyla tanınan "kabadayı" lider Rodrigo Duterte'nin samimiyetten uzak "Uyuşturucuya karşı savaş"ını eleştiren gazeteci Maria Ressa, Rappler adlı haber platformunu oluşturduktan sonra 100'den fazla meslektaşını yanına alarak yoluna dirayetle devam ediyor.
Ramona Diaz'ın yönettiği ABD 2020 yapımı 98 dakikalık "A Thousand Cuts" başlıklı belgesel, nefreti körükleyerek taraftar toplamaya çalışan ülkenin otoriter liderine direnmenin zorlu ama mutlaka gerekli olduğunu hatırlatıyor.
Dünyadaki benzer dinamiklerde olduğu gibi yandaş medya ve rejim şakşakçıları bir yana, sahte sosyal medya hesaplarından liderin lehine yalan haberler yayanlar da bu vesileyle afişe ediliyor.
(Geçtiğimiz günlerde Virgilio Maganes'in Duterte iktidara geldikten sonra öldürülen 18. gazeteci olduğu haberini de bu vesileyle hatırlatmak isterim)
Milliyetçilik ırkçılıkla el ele
Donald Trump'ın vıcık vıcık varlığından en azından bir süreliğine uzaklaşmış olsak da ABD'nin aşırı sağcı yüzünü incelemek yine de faydalı gibi görünüyor.
Beyaz ırk milliyetçiliği, erkek şovenizmi, anti-semitizmi ve İslamofobik duruşu ön planda olan Alt-Right hareketinden Richard Spencer, kanaat önderi Lauren Southern ve anti-feminist Mike Cernovich yönetmen Daniel Lombroso'nun birkaç yıl boyunca yakından takip ettiği arıza kişilikler.
ABD 2020 yapımı 95 dakikalık White noise başlıklı belgesel akıl tutulması olarak yorumlanabilecek muhtelif anekdotlarla bizi baş başa bırakıyor.
Irkçılık teriminin, fazlasıyla kullanılmasından dolayı artık saygıyı hak etmemesinden, beyazların ABD'de azınlıkta kalmasının yarattığı sözde paniğe, Nazi selamı vermekten, barışçıl protestocuların arasına arabalarıyla dalanlara, akla ziyan bir evrenin yükselişini adım adım takip ediyoruz.
White Noise - Trailer from ro*co films on Vimeo.
Putin kabak tadı verdi
İfade hürriyetinin kalmadığı diyarlardan Rusya'da vatandaşların son çaresi sosyal medya.
Ülkedeki baskıcı rejim yetmezmiş gibi, zenginlerin daha çok zenginleştiği, fakirlerin durmadan yoksullaştığı çirkin düzen halkın büyük bir kesiminde isyan duygularını kabartıyor.
İktidarı bir türlü bırakmak istemeyen liderlerden Vladimir Putin'in ve parti üyelerinin suçlandığı, örselenmiş, mutsuz, öfkeli ve umutsuz insanların muhalif söylemleri sanal dünyada bolca bulunabiliyor.
Yönetmen Andrey Gryazev çürümüş politik rejimin doyumsuz kahramanlarına tahammülü kalmamış halkın sesi oluyor ve internet ortamında paylaşılmış görüntülerden nefis bir kolaj yaratıyor.
Rusya 2020 yapımı 70 dakikalık The foundation pit başlıklı belgesel mizahla absürtlüğü harmanlıyor, bazen de şoke edici görüntülerle seyirciyi sarsıyor.
Filmin adı Andrey Platonov'un aynı başlığı taşıyan distopik romanından birebir alınmış.
The Foundation Pit | Official Trailer | Taskovski Films from Taskovski Films on Vimeo.
Bolsonaro'nun güdümünde ırkçılık sürerken
Brezilya için köleliği 1888 yılında kaldıran son Batı ülkesi deniyor.
Fakat günümüzde hala ten rengine göre vatandaşlarının ayrımcılığa ve ırkçılığa maruz bırakıldığını görüyoruz; ne de olsa Avrupa kökenli insanlar yerel halkların ve Afrika kökenlilerin üzerinde tahakkümünü sürdürüyor.
Mesela siyah tenli bir doktor polis tarafından hırsız muamelesine tabi tutuluyor, ev işlerinde çalışan bir kadın işvereni tarafından köle muamelesine maruz bırakılıyor.
Sosyal eşitsizliklerin tavan yaptığı faşizan rejimde bir anne oğlunun güvenlik kuvvetleri tarafından öldüresiye dövüldüğünü, bunun da oğlunun o anda kimlik kartını yanında taşımıyor olmasından kaynaklandığını aktarıyor.
Film vesilesiyle kendi duruşunu da sorgulayan Toni Venturi'nin yönettiği 2020 Brezilya yapımı 86 dakikalık In my skin başlıklı belgeselde röportajlar şiirsel bir düzende sıralanmış; arşiv malzemesi müzikal aralarla harmanlanmış ve seyirciyi felsefi tefekküre yönelten bir sonuç ortaya çıkmış.
Çin zulmüne karşı direniş
Hong Kong'un Çin yönetimine devredilmesiyle başlayan huzursuzluk 2019 yılında suçluların Çin'de yargılanmasına yönelik kanun değişikliği ile tavan yapmıştı.
Geniş çaplı protestolarda güvenlik kuvvetlerinin tepkisi aşırı oldu; direniş tüm anti-demokratik baskılara rağmen muhtelif biçimlerde sürüyor.
Yönetmen hanesinde Hong Kong Belgesel Filmcileri imzasını gördüğümüz Inside the red brick wall başlıklı 2020 Hong Kong yapımı filmin süresi 88 dakika.
Politeknik Üniversitesindeki bir grup öğrencinin de özgürlük ve demokrasi mücadelesine katıldığını görüyoruz.
Polisle megafon aracılığıyla gerçekleşen pazarlıklar kaotik ve agresif oluyor, siyasi mesajlar içeren müzikler ortama coşku katıyor.
Polis gaddarlığına karşı topluca açılan renkli şemsiyeler gençler için adeta kalkan vazifesi görüyor. Bir süre sonra öğrencilerin kahramanca direnişi polisin bulundukları binayı kuşatmasıyla bir kedi/fare oyununa dönüşüyor ve kırmızı tuğlalı binaları adeta bir hapishane haline geliyor.
İki haftaya yayılan mücadelede korku ve yorgunluk ortama hâkim olurken belirsizlik de yıpratıcı hale geliyor. Kameranın yakından takip ettiği kahramanlarımızla empati kurmamak mümkün değil, ne de olsa dışarıda onları bekleyen silahlı polisler vardır...
Filistin'den selam var
Ramallah'ın belediye başkanı Musa Hadid'in coğrafyada gayet popüler bir kişilik olduğunu öğreniyoruz.
Emmy ödüllü yönetmen David Osit onu randevulu görüşmelerinde, Noel kutlamaları hazırlıkları sırasında veya Prens William'ı misafir ederken takip ediyor.
Hadid için bir okulun kapılarının tamiri, şehrin merkezine bir çeşme inşası veya kente bir marka kazandırmak amacıyla "We Ramallah" gibi bir sloganın münasip olup olmadığı da bir o kadar mühimdir.
Fakat yerel politik meşgale Ramallah gibi fazlasıyla çatışmalı bir alan söz konusu olunca işler aniden çetrefilli hale gelebiliyor. Mesela zıpır sinemacı Osit, Trump Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak kabul ettiğinde Hadid'in yüzündeki afallamış ifadeyi layıkıyla yakalıyor.
Bir diğer sekansta kendimizi İsrail polisinin saldırısı sırasında bir biber gazı yoğunluğunun içinde buluyoruz.
CPH:DOX'tan ödüllü belgeselde İsrailli işgalcilerle ayrıca uğraşmak zorunda kalınan bir kentte belediye başkanı olmanın zorlukları irdeleniyor, bilhassa arkanızda bir devlet bile yokken.
2020 ABD ve Birleşik Kralık ortak yapımı 89 dakikalık Mayor balıklı film IDFA'nın en ilgi çekici belgesellerinden biri.
El-Halil'in çocukları
El-Halil veya diğer adıyla Hebron'da yaşayan küçük Amer (11) güvercin sevmektedir; ne de olsa onlar nereye isterlerse uçabilir. Oysa kendisi ve kardeşi Anas (7) için özgürlük alanı gayet dardır.
Bir büyüme hikayesi olan filmde kahramanlarımızı 5 yılı aşkın bir süre boyunca takip eden kamera, kardeşlerin komşusu, İsrailli bir işgalcinin kendilerini sık sık şikayet etmesine şahit oluyor.
Kapıya bu yüzden sık sık güvenlik kuvvetleri dadanmakta, zaten etraftaki bilumum gözetleme kulelerinden devamlı takip edilmektedirler.
Aslında oyun oynama yaşında olan çocuklar için bunun ister istemez bir erken bilinçlenme dinamiğine dönüşmesi kaçınılmaz oluyor.
Filmin diğer kahramanı Marwaan da İsraillilerden müteşekkil bir koloninin hemen yanında ikamet etmektedir.
O da rahat rahat hareket edememekte, yaşadığı sokaktaki askerî kontrol noktası yetmezmiş gibi, sık sık askerler ile taş atanlar arasında tatsız vakalar yaşanmaktadır.
Esther Hertog ile Paul King'in yönettiği 2020 Hollanda yapımı 55 dakikalık filmin adı Skies above Hebron. Daha çok çocuklara yönelik gibi duran yapısıyla şirin belgesel Filistinli çocukların stres içinde büyüdüklerinin altını bir kez daha çiziyor.
Kızkardeşlik mühimdir
Paris'in Kuzey Doğu mahallelerinde yaşayan bir grup genç kadının yaşamı kentin şık imajından farklı bir manzara oluşturuyor.
Mevzubahis kadınlar özgür, gürültücü ve farklı, konuşmaları seks, seksle bulaşan hastalıklar ve sosyal felsefe gibi mevzulara odaklanıyor.
Dünya, Lila, Héloise, Bonnie ve Solveig: "Üniversiteye mi gitmek istiyorum, yoksa müzik hayallerimin peşinden mi gideyim?", "Şimdiki erkek arkadaşımla ilişkimi sürdüreyim mi?", "Kendi başıma yaşayabilecek miyim?" gibi sualleri birbirlerine sorup duruyorlar.
Yönetmen Louise Mootz'un elinden çıkma 2019 Fransa yapımı Jungle başlıklı belgesel 52 dakika sürüyor. Üç sene boyunca kahramanlarını takip eden sinemacının bu ilk filmi Visions du Réel'de orta metrajlı belgesel ödülünü kazanmış.
Adeta "Özgürlük, eşitlik, kızkardeşlik" mesajını yayan genç kadınların enerjisi filmin yönetmeni tarafından da tamamıyla özümsenmiş.
Vahşi bir ormanı andıran Paris'in bilhassa gece halinde, duygu patlamaları, cinsel karşılaşmalar ve daha birçok heyecanın yanında moral bozukluğu ve ümitsizliğin etkilerini de izliyoruz.
Tunus'ta siyah bir kadın
İşçilerin yaşadığı bir mahalleden, üstelik siyah olmak Tunuslu bir kadın için hiç de kolay değil. 25 yaşındaki Ghofrane Binous hayatı boyunca sınıfsal eşitsizlik, ırkçılık ve cinsiyet ayrımcılığına maruz bırakılmış.
2018 yılında hostesken başına gelen aşırı ırkçı bir vaka sonrasında sosyal medyadaki yardım çağrısı büyük ses getirmiş, kadın hareketine dahil olup siyasi açıdan aktif olmaya başlamış.
Kamera karizmatik kahramanımızı 2019'saki seçim sürecinde takip ediyor.
Güçlü ve sarsılmaz olduğuna dair adeta and içmiş Ghofrane amacına ulaşmak için bunun şart olduğuna inanıyor. Politik açıdan gayet hırslı fakat seslendiği toplum demokrasiye ne yazık ki fazla güveni olmayan bir toplum.
Raja Amari'nin yönettiği She had a dream 2020 Fransa yapımı 90 dakikalık bir belgesel. Filmde Ghofrane üst ses olarak hayat vizyonunu ve siyasete atılmasının sebeplerini de aktarıyor.
Tunus toplumu kadına eşit imkan tanımayan erkek egemen bir toplumdur ve kadınlara hiç bir zaman erkelere tanınan şans tanınmaz!
Fas'ta kadın olmak zor
Fas'ta evli olmayan kadınlar hamile kaldıkları zaman hapis cezasıyla karşı karşıya kalabiliyor. Genelde bu durumu ailelerine de söyleyemiyorlar çünkü dışlanmaları ve reddedilmeleri yüksek ihtimal.
Agadir'deki Oum El Banine derneği onlara destek için kurulmuş bir dernek. Başında 62 yaşındaki feminist Mahjouba Edbouche var.
Kadınları kanatları altına alıyor, onlara barınma imkânı tanıyor, onlara eğitim verip hukuki süreçlerde de yanlarında duruyor. Onlara güvenli bir ikametgah bulmak için de çabalayan Mahjouba kadınların aileleriyle bozulan ilişkilerini bu arada düzeltmeye de çalışıyor.
Yönetmenliğini Myriam Bakir'in üstlendiği Mothers başlıklı belgesel 2020 Fas/Fransa ortak yapımı 63 dakikalık bir film.
Bakir, Edbouche ve ekibini yakından takip ediyor ve hamile kalmış kadınların hayatlarındaki gelişmeleri seyirciyle paylaşıyor. Derneğe gelirkenki hallerini, doğumun gerçekleştiği anları, aileleriyle barıştıkları toplantıları izliyoruz ve modernleşme yolundaki bir Müslüman toplumun ikilemlerini layıkıyla irdeliyoruz.
Cinsiyet akışkanlığı
Ekmek almak için mahallenizdeki fırına girdiğinizde dış görünümünüze bakıp size "Buyrun hanımefendi" diyen fırın çalışanı erkeklere has pes tondaki sesinizi duyduğunda kafası karışır, yüzü kızarır ve özür dileme paniğine kapılır.
Kahramanımız Selm göze batmayı seven bir kişi olmadığı için bu ve buna benzer karşılaşmalar yaşamaktan epeyce sıkılmış.
Genderblend başlıklı belgesel toplumun "normal" olarak algıladığı görünümlere sahip olmanın ne kadar konforlu olabildiğini bir kez daha gözümüze sokuyor.
Kendini "genderqueer" olarak algılayan birkaç genç insanın izinde, heteroların boyunduruğundaki Batı dünyasının aslında ne kadar geri olduğunu anlatmak için yönetmen Sophie Dros elinden geleni yapıyor.
Hollanda 2017 yapımı 67 dakikalık belgeselde kahramanlarımız umumi erkek ve kadın tuvaletlerinden hangisinin kendilerine en uygun olduğunu anlamaya çalışıyor, hangisinde daha az tepki çekebileceklerini tartıyor.
Rol modeli olarak kimleri seçtiklerini anlatırken, erkek ve kız çocuklarına münasip görülen oyuncakların hayatlarımızda oynadığı belirleyici rolü de layıkıyla sorguluyor.
Sonuçta bu genç insanlar hepimiz gibi gerçek sevgiyi arıyor ve oldukları gibi kabul edilmeyi bekliyor.
Trailer - Genderbende from Square Eyes on Vimeo.
Gecenin çiçekleri
Meksika'da kendilerine Las flores de la noche (Gecenin çiçekleri) adını takmış bir grup kuir genci yakından tanıyoruz.
Yönetmenler Omar Robles ve Eduardo Esquivel kahramanlarına gayet samimi ve sıcak bir bakış atarken detaylara da epeyce dikkat ediyorlar.
Gençler aslında gayet tutucu ve dinle içli dışlı bir çevrede yaşamaktadırlar, dolayısıyla toplum dışına itilmeden, bir şekilde elde ettikleri kimliklerini de muhafaza ederek söz konusu çevrede tutunmaya azami özen gösteriyorlar.
Çoğunlukla saçları uzun, etekleri de kısa fakat kahramanlarımızdan Uriel daima uzun pantalon giyip saçlarını da muntazaman taramakta. Ne de olsa kendisi bir dans öğretmeni ve "garip" bazı gençleri gerçek hayata hazırlamakla meşgul.
Kendisi aynı zamanda, gerici cemaatinin düsturları çerçevesinde "normallik" yönünde zoraki değişimin de öznesidir, çünkü kendisinden bir şekilde homoseksüelliğini "iyileştirmesi" beklenmektedir.
2020 Meksika yapımı The night flowers başlıklı film 85 dakikalık bir belgesel.
Filmin en komik sekansı kahramanlarımızın bir gey futbol turnuvasına katılma anları: ne de olsa rakip takımın erkekliklerine meydan okuyup kaslı bedenlerinin altında yatanları sorguluyorlar.
Yine de tüm bu temaşanın altında kırılgan ve özgürlüğe susamış ruhların olduğu kesin.
Tabiat ana
Yönetmen Jennifer Abbott bir gün ormanda yürürken yazın ortası olmasına rağmen kara benzeyen birşeylerin havadan düştüğünü farketmiş.
Meğerse gördükleri uzakta yanmakta olan bir ormandan gelen küllermiş; iklim değişiminin neden olduğu o bir türlü önüne geçilemeyen büyük yangınlardan birinin yüzünden.
Duygularının 2008'de kanserden kaybettiği kızkardeşinin kayıp duygusuna benzediğini hissetmiş. Gayet şahsi filminde Abbott sevdiğin birinin kaybı ile insanlığını küresel ısınmayla kaybettikleri arasında paralellikler kuruyor.
2020 Kanada yapımı 85 dakikalık The magnitude of all things başlıklı filmin çekimi boyunca Abbott'un ziyaret ettiği coğrafyalarda insanların aynı kahredici üzüntüyü hissettikleri anlaşılıyor:
Eriye buzulların etkilerinden muzdarip İnuitler, etraflarındaki flora ve faunanın yangınlar tarafından yok edildiğini gören Avustralyalılar, Amazon bölgesinde madencilik ve diğer endüstriyel girişimlere karşı çıkan coğrafyanın yerlileri.
Fakat aynı üzüntü öfkeye, aksiyona ve ümide de dönüşebiliyor.
Her ne kadar film bildik çevreci belgesel klişelerine dayandırılmış olsa da, duygu seli ve dramatik müzik mevzuya bir kez daha eğilmemizi sağlayıp çevreci mesajını layıkıyla yansıtıyor ve doğaya sahip çıkmamız gerektiğinin altı bir kez daha çiziliyor.
Domuz deyip geçme
Birbirinden çarpıcı estetik belgeselleriyle dünya çapında tanınan Victor Kossakovsky çok erken yaşlardan itibaren vejetaryen olmayı seçmiş. Uzun zamandan beri domuzlarla ilgili bir film çekmeyi diliyormuş ve amacına Gunda başlıklı belgeselle ulaşmış.
Amacı hayvanlarla empati kurmamızı sağlamak, onlara saygı duymamızı mümkün kılmak; üstelik 93 dakikalık masalsı filminde bunu yorum yapmadan, duygusal müziğe bel bağlamadan başarıyor.
GUNDA- official trailer from Sant & Usant documentary film on Vimeo.
Hayvan alemini yücelten bu siyah-beyaz şölende yardımcı rollerde ekstaz halindeki inekler ve tek ayaklı bir tavuk.
Gayet pastoral bir çiftlikte kamera büyük bir hassasiyetle Gunda ve yavrularını onların göz hizasından takip ediyor.
360 dereceyi kapsama kapasitesi olan hususi kameralarla ortamın en doğal ve muhteşem hallerini yakalıyoruz. Yavru domuzcuklar yavaşça da olsa büyüyorlar fakat filmin son on dakikasında mesut hayatları gaddarca sekteye uğruyor.
Minimalist tavırlı meditatif 2020 Norveç/ABD yapımı belgeselle yönetmen mesajını gayet etkin bir biçimde seyirciye aktarıyor:
Domuzlar yaşasın!
(MT/PT)