Ömer Madra: İki konu üzerinde duralım demiştik, bir tanesi tabii ki kaçınılmaz olarak karşımızda her an gitmeleri ve gelmeleriyle dikkati çeken Kıbrıs meselesi, belki daha hazırlıklarına başlayan NATO zirvesine de değinebileceğimizi düşünüyorum.
Ali Bilge: Hatırlarsanız önceki haftalarda, MGK bildirisinde Annan planının referans alınması sonrasında müzakerelere Denktaş'ın riyaset etmesini konuşmuştuk. Hem Annan planını zemin alacaksınız, hem de Annan planını red eden, ayak sürüyen Denktaş'ı, plan görüşmelerinin başına koyacaksınız, böylesine bir görevlendirme ne kadar gerçekçiydi?
Denktaş'ın istemediği bir müzakere sürecine liderlik etmesini ne kadar anlamsız bulduğumuzu, pek çok kez dile getirmiştik. AB komisyon başkanı Prodi'nin Ankara'ya yaptığı ziyarette de, Denktaş'ın görüşmelere liderlik etmesi gündeme gelmişti; Denktaş gibi bir figürün, konunun çözümsüzlüğü simgesi haline gelmiş bir kişinin, Annan planı görüşmelerine başkanlık etmesine şiddetli itirazlar geldiğini belirtilmiştik.
Denktaş'a ilişkin itirazların bizzat Prodi tarafından dile getirildiği ileri sürülmüştü, biz de bu hususları sizinle yaptığımız pazartesi söyleşilerinde Açık Radyo izleyicilerine aktarmıştık.
Denktaş'ın pasifize edilmesi için bazı ataklar yapıldı ama başarılı olunmadı. Sizin dediğinize katılıyorum, her an masadan kalkılmaya hazır bir durum. Elbette, "enteresan sihirli eller devreye girebiliyor" bu tür durumlarda. İzninizle ben bugün biraz geriye dönmek istiyorum, Kıbrıs konusunda geçmiş yıllara bakmak ihtiyacı duydum; 45 yıl öncesinin Şubat ayı, 1959 yılının Şubat ayı da, Kıbrıs meseleleriyle geçmiş. Zürih ve Londra konferansları ve anlaşmaları 1959 yılının Şubat'ın da gerçekleşmiş.
1959 yılının 5 ve 11 Şubat tarihlerinde Zürih'te taraflar bir araya geliyorlar. Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti'ne giden anlaşmaya dönük toplantılar yapılıyor.
ÖM: 45 yıl önce tam bugünler?
AB: Tam bu günlerde Zürih'te toplanılıyor. Biliyorsunuz, Türkiye'nin Kıbrıs'a dönük olarak Cumhuriyet dönemi yaklaşımlarımız ilginçtir; Londra konferansı öncesinde durum şu:
Türkiye taksimden yana, karşı tarafın da Enosis-birleşme yaklaşımı var, yaşanan şiddetli siyasi gerilimler sonucunda adada terörist faaliyetler artıyor, ölümler artıyor. Türk-Yunan gerginliği artarken İngiltere'nin adadaki askeri konumunu muhafaza eden bir bağımsız cumhuriyet tezi, yeni dünyanın lideri konumundaki Amerika tarafından geliştiriliyor.
ABD'nin Kıbrıs sorununa ağırlık koyduğunu görüyoruz, soğuk savaşın en sıcak yıllarında ABD, NATO'nun Güney kanadında bir savaş eşiği tehlikesini barındıran gelişmelere karşı girişimlerde bulunuyor, taraflar taksim ve Enosis yaklaşımlarını terk etmeye zorlanıyorlar ve ikna ediliyorlar, bu gelişmeler sonucunda Zürih'te bir araya geliyorlar, sonuçta bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti kararı alınıyor.
O günden bu güne paralellik şu: tarafların bileklerini büken güç, ülkeleri belli bir noktaya getiren güç, NATO'nun patronu, dünyanın yeni lideri Amerika, bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmasına ikna ediyor Karamanlis'i ve Adnan Menderes'i.
Zürih'te bağımsız cumhuriyet kararı alınıyor; tabii bu kolay olmuyor, özellikle Makarios'un konumu şu andaki Denktaş'ın konumuna benziyor o günlerde. Makarios bir "evet" diyor, sonra iç dengeleri düşünerek, "hayır" diyor, toplantılara son dakikada zorlama bir katılımı söz konusu.
Zürih'te mutabakat sağlanıyor ve Londra anlaşması süreci başlıyor. Şubat ayının 17'sinde anlaşmayı imzalamak üzere Londra'ya giden Menderes'in uçağı Londra yakınlarında düşüyor...
ÖM: Evet, çok tuhaf bir kazaydı.
AB: 11 Şubat'ta Zürih'te Türkiye ve Yunanistan anlaşıyorlar, çözüm bildirisi yayınlanıyor; daha sonra Londra'da, anlaşmaya İngiltere'ye ilişkin konuların derc edilmesi gerekiyor ve 3 ülkenin anlaşmayı parafe etmesi gerekiyor.
Bu yüzden Londra'da toplanılmaya karar veriliyor, uçak düşüyor. Nitekim uçağın düşmesinden iki gün sonra, hastanede imzalatıyorlar Adnan Menderes'e Londra anlaşmasını.
Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti'ne geçişte bulunuyoruz. O zamandan bu yana 45 yıl geçmiş durumda ve geçen 45 yıl içerisinde sorun şimdi New York görüşmelerine kilitlenmiş oluyor.
Yakın tarih gezintimizde önemli bir husus da şöyle; Londra anlaşması onaylanmak üzere TBMM'ye geliyor, TBMM'de tartışmaya açılıyor, o zaman CHP, Londra anlaşmasına karşı tutum izliyor ve taksim tezinden vazgeçilmesi nedeniyle hükümeti suçluyor.
Ancak aynı zamanda dönemin CHP lideri İsmet İnönü meclis genel kurulunda yaptığı konuşmada aynen şöyle söylüyor, "İçinde bulunduğumuz ittifak manzumesinde umumi selamet ve emniyet bakımından kuvvetli sebeplerin bizi anlaşmaya sevk ettiğini anlıyoruz, takdir ediyoruz. Bu anlaşmanın imzalanmasında kuvvetli dostların çok tesirli nasihatlerinin ehemmiyetli bir hissesi olduğunu tahmin etmekte güçlük çekmiyoruz".
CHP Kıbrıs'ın taksim edilmesi düşüncesinden vazgeçilmiş olmasından dolayı rahatsız, bunun yanlış olduğunu düşünüyor. İçinde bulunduğumuz günler, Zürih ve Londra anlaşmalarının, 3 ülkenin garantörlüğünü barındıran bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti'ni kuran anlaşmaların yıldönümü, Annan planının da müzakere edildiği zamana denk geliyor.
ÖM: O tarihte CHP'nin karşı çıkma sebebi nedir?
AB: Malumunuz, Türkiye Cumhuriyeti'nin 1955'lere kadar Kıbrıs konusunda bir yaklaşımı söz konusu değil; doğrusu Türkiye'nin böyle bir meselesi yok, CHP'li (Cumhuriyet Halk Partisi) Necmettin Sadak ve DP'li (Demokrat Parti) Fuat Köprülü'nün meşhur açıklamaları var.
Ocak 1950'de dönemin CHP hükümetinin Dışişleri Bakanı Sadak şunları söylüyor: "Kıbrıs meselesi diye bir mesele yoktur, İngiltere hükümeti Kıbrıs adasını başka bir devlete terk etmeyecektir".
Türkiye 1955'te Kıbrıs'ın tamamı bizimdir tezini geliştiriyor, bu tarihten sonra sanıyorum 1956'da da Kıbrıs'ın taksim edilmesi politikasına geçiş yapılıyor. CHP; Londra anlaşmasını, taksim tezinden vazgeçilmesini geri adım olarak nitelendiriyor, bu nedenle eleştiriyor.
Ancak, ABD'nin koyduğu ağırlık ve ABD'nin tercihleriyle böyle bir çözüme zorlanılmasının da anlaşılabilirliğini İsmet Paşa konuşmasında dile getiriyor. CHP'nin tavrı böyle. Sanıyorum, biraz da Haziran ayındaki NATO toplantısından bahsetmemizde de yarar var, geçtiğimiz haftalarda da biraz değinmiştik.
ÖM: Evet.
AB: Bir önceki NATO zirvesi Prag'da yapıldı, bu zirvede belirli kararlar alındı. Öncelikle genişleme kararı alındı, 2004 İstanbul zirvesi yeni katılan ülkelerle birlikte yapılacak ilk toplantı olması yönüyle önemli.
11 Eylül olayları sonrasında gelişen yeni güvenlik anlayışı, soğuk savaş sonrası "ne olacak bu NATO'nun hali" benzeri yaklaşımlardan sonra, yeni konsept tartışmaları içerisinde ve özellikle Irak müdahalesinden sonra İstanbul-NATO zirvesi gerçekleşiyor.
İstanbul'daki NATO zirvesine, NATO-AB, AB-ABD ilişkileri hattında bakmak ve Türkiye'yi de bu çerçeve içerisine oturtmak gerekiyor. Ben, toplantının gündemini merak ettim, bazı bilgiler toplamaya çalıştım, edindiğim bilgileri paylaşmak istiyorum.
Biraz önce de değindiğim gibi, AB ile NATO arasındaki ilişkilerin yeni tonu, ABD ile AB arasında Irak nedeniyle yaşanan gerginliklerin aşılıp aşılmadığı, bu toplantının kararlarına ve gidişatına yansıyacak, toplantının vurgusu bu yaşanan olumsuzluğun 'geride bırakıldığı' olacakmış.
Bu zirveyi, 'AB ile ABD arasındaki sorunlar geride kaldı, NATO içinde daha da kenetlendik' zirvesi olarak görmek mümkün, önemli vurgulardan biri bu. İlişkilerin çok iyi bir noktaya gittiği teması hakim olacak.
Bunun dışında NATO'nun yeni üyeleri ilk defa katılıyor, 7 tane yeni ülke NATO'ya dahil oldu. Slovenya, Slovakya, Bulgaristan, Estonya, Letonya ve Litvanya'nın yer aldığı 7'li grup NATO'ya katıldı. NATO bundan önce 5 kere genişleme yapmış, 52'de Yunanistan ve Türkiye, 55'de Almanya, 82'de İspanya, 99'da Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya katılmış. Yeni katılan ülkeler küçük ülkeler ama bugüne kadar yapılan açılımlar kadar bir eşit sayıda katılım söz konusu.
Zirveye ilişkin diğer bir görüşme hususu Akdeniz diyalogu, bu da önemli; daha önce Prag'da yapılan zirvede gündeme gelen bir konu. Bu proje NATO'nun Akdeniz ülkeleri ile olan 'Akdeniz diyalogu' adı altındaki genişlemeye dayalı ortaklık projesi. Bu çerçeve içerisine Cezayir, Mısır, İsrail, Ürdün, Moritanya, Fas ve Tunus'tan oluşan Akdeniz diyaloğu grubu oluşturulmaya çalışılıyor.
Bu toplantıda Akdeniz diyaloğuna davet edilen ülkelerin NATO ile olan ilişkilerinin ortaklık perspektifi içerisinde genişlemesine ilişkin çağrı düşünülüyormuş, zirvede konuya ilişkin böyle bir gelişmenin olması söz konusuymuş. Bu çerçeve içerisinde İsrail-Filistin barış sürecine NATO'nun yardımcı olabileceği, NATO birliklerinin barış gücü rolü üstlenebileceği kaydediliyor.
ÖM: Ortadoğu'da öyle mi?
AB: Evet. Çok meşhur Büyük Ortadoğu Projesi bir anlamda NATO üzerinden gerçekleşebilir bir proje haline geliyor. Ayrıca zirvede NATO'nun hareket kabiliyetinin hızlandırılması da konuşulacakmış. Geçtiğimiz haftalarda dünyadaki ABD üslerini konuşmuştuk, benzer bir durum burada da geçerli. NATO güçlerinin yeni tehlikeler karşısında mobilitelerini artırmaları, hızlı ve küçük, harekat kabiliyeti yüksek birliklere dayalı örgütlenmelere geçiş, NATO'nun transformasyonu, yeni tehditlere karşı geliştirilecek tedbirler üzerine stratejiler tartışılacakmış.
Bu yeni örgütlenmenin finansmanı da ayrı bir konu. Ayrıca Amerikan Başkanı'nın İstanbul zirvesine gelmezden önce, Akdeniz Diyalogu içinde çağrı yapmayı düşündükleri bazı ülkeleri ziyaret edeceği ihtimalinden de söz ediliyor.
Bu arada diğer bir hususu paylaşmak istiyorum, değerli bir bilgi olduğunu düşünüyorum, medyada da rastlamadım -belki ben kaçırdım-; son haftalarda İsrail-Türkiye ortak savunma projeleri çerçevesi içerisinde yoğun çalışmalar yapılıyor. Başbakan Erdoğan'ın Amerika'ya gittiği gün, Genelkurmay 2. Başkanı 25-30 işadamı ile birlikte gittiği İsrail'de, bu konularda önemli bir mesai harcamış.
ÖM: Ben bunu duymamıştım.
AB: Ben de, açıkçası günlük basını, ajansları takip eden birisi değilim ama rastlamadım. Böyle bir ciddi mesai harcanmış, hatta bazı kontratların imzalandığı söyleniyor. Aynı günlere denk gelen bir ziyaret, yabancı basına sıçradı mı, biliyor musunuz?
ÖM: Başbakanın ABD ziyareti ile aynı günlerde?
AB: Evet, Genelkurmay 2. Başkanı'nın ve üst düzey askeri görevliler ile işadamlarının ortak bir mesaisi olmuş. Bu kapsamdaki konulardan biri şu: örneğin Bakü'de, diğer Kafkas cumhuriyetlerinde Sovyet teknolojisinden kalan silahların modernizasyonuna yönelik olarak, İsrail ve Türkiye ortak projeler geliştiriliyor.
Ayrıca havaalanlarında ve değişik sınır güvenlik sistemleri üzerine çalışılıyormuş ve bu işlerin montaj bölgesi olarak Türkiye düşünülüyor. Böylesine bir kalabalık heyetle ziyarette bulunulması ve bunun yansımaması da garip.
Bu NATO zirvesini çok ciddi bir şekilde ele almamız gerekiyor. İstanbul zirvesinde tabii ki Afganistan konuşulacak konulardan bir tanesi, Afganistan'daki NATO'nun üstlendiği rol.
Irak'taki Polonya birliği ve NATO'nun rolü, Bosna'daki durumun NATO'dan AB'ye harekatın devri gibi hususlar var. Yeni üyelerin adaptasyonu ve yeni örgütlenme biçiminin finansmanı üzerine de gündem maddelerinin olduğu söyleniyor.
ÖM: Ortadoğu sorununda, yani İsrail-Filistin çatışması meselesinde Türkiye'ye bir arabuluculuk verilip verilemeyeceği, yani bunun olup olmayacağı konusu da epey tartışma konusu oluyor. Belki bu NATO çerçevesinde de böyle bir işlevin bulunması kolaylaşabilir, özellikle Hikmet Çetin'in mesela NATO sivil yönetici olarak Afganistan'da bulunduğu düşünülürse. Ama bunlar zor işler.
AB: Tabii, bütün bu Magrip'ten Ortadoğu'ya kadar uzanan geniş coğrafyada, NATO'nun barış için ortaklık adı altında yeni Akdeniz diyalogu, yeni Ortadoğu diyalogları, bütün bunlar Kıbrıs'ı da içine katarak değerlendirmemizi gerekli kılıyor. NATO zirvesine bir kaç ay olmasına karşın, belki erken de olsa, bilgiler ham da olsa, topladığım bilgileri aktarmakta yarar gördüm.
ÖM: Evet, zaten daha sonra epey tartışılacak. (ÖM/NM)