Yücel, 2 Temmuz 1993 günü Pir Sultan Abdal şenliklerine katılmak için kente gelen sanatçı, yazar, gazeteci ve yakınlarının kaldığı Madımak Oteli'ndeydi.
Otel ateşe verildiğinde, içeride daha sonra gazetelerde sıkça yayınlanan, çaresizce kurtarılmayı bekleyen insanların olduğu fotoğrafları o çekti.
Tekrar o günlere dönüyor ve Sivas'ta öldürülen 35 kişiyi hatırlıyoruz.
Bugün katliamın 14. yılı; neler hissediyorsunuz?
Bugün çifte acı yaşıyorum, çok garip duygular içersindeyim, uyuşmuş gibiyim. Hrant Dink cinayeti davasının aynı güne gelmesi daha farklı bir acı yaşamama sebep oldu. Birgün gazetesinin baş sayfası, aslında benim acımın kapağı..
Madımak Oteli'nde neler yaşadınız, biraz açabilir misiniz?
Çok uzun süre içerde kapalı kaldık, ancak birkaç telefon görüşmesi yapılabildi. İçeride yedi saat boyunca linç olmayı bekledik.
Bugün baktığımda çok farklı hissediyorum; aradan 14 sene geçti, hafızam o gün ve sonrasında yaşadıklarıma eleyerek bakıyor. O gerginliğin arasında bir yandan da yakılmaya karşı hazırlıklar vardı, yangın söndürme aletleri ortaya çıkarılmıştı.
Ama biz yine de hep linç edilmeyi bekledik, yakılmayı değil. Dışarıda yedi saat süren tekbir sesleriyle ve taşlamalarla dolu gergin bir bekleyiş içerisindeydik.
Nasıl kurtulmayı başardınız?
Bir yandan dergidekilerle telefonlaşıyorduk, bize 'her şey kontrol altında' denildi fakat maalesef 35 ölü ile sonuçlandı. Madımak Oteli'nden havalandırma boşluğuna girerek kurtuldum. Boşluktan Büyük Birlik partisinin bürosunun penceresine çıkan bir mesafe vardı ve ben oradan bir çocuğun elini yakaladım. Çocuk beni yanındaki çocuk ile küfrederek sopaladı ve itti fakat elini benden kurtaramadı, direndim, çok inatçıydım ve kurtuldum.
Peki yaşadığınız o acıyla nasıl başa çıkabildiniz?
Sivas katliamının acısıyla beraber yaşamayı öğrendim. Çözülmemiş olması ve karşılıksız kalması beni çok üzüyor. Ateş düştüğü yeri yaktı. Şunu da belirtmek isterim ki Sivas ilk değildi, giderek farklı olana şiddeti, linç kültürünü meşru kılan bir toplum haline geldik.
Benim babam öğretmendi ve 1969'da Türkiye Öğretmenler Sendikası'nın başında Fakir Baykurt vardı. Babam da TÖS'ün toplantısını Kayseri'de yapmaya karar vermişti. Daha sonra 'içerde Kuran yakıyorlar' diye bir söylenti ortaya çıkmış ve halk yürüyüşe geçip toplantı yapılan sinemayı ateşe vermiş. Bu benim babamın yaşadığı hikaye; içerden ordunun müdahalesiyle herkes kurtulmuş.
Ben de babamla aynı şekilde bir olay yaşadım 2 Temmuz'da ve içerden maalesef elenerek çıktık.
Giderek yükselen linç kültürüyle ilgili neler düşünüyorsunuz?
Beraber yaşadığımız insanların bir bölümünü ötekileştiriyoruz, yargılıyoruz, dışlıyoruz, tehdit ediyoruz ve onların hayatlarına saldırıyoruz. Bunu biz bize kendi içimizden olan insanlara yapıyoruz; işin en kötüsü de bu. Linç kültürü giderek yayılıyor ve meşrulaştırılıyor. Bunun kesinlikle bir yaptırımı olmalı. Ve bu ülkenin yöneticilerinin utanç duymaları gerekir ki Sivas katliamından sorumlu olanlar hala yargılanmadılar.
İstanbul Ermenileri aslı fotoğraf projesi nasıl gerçekleşti?
Bu aslında bir fotoroportaj projesiydi ve Tamer Altunay'ın önerdiği bir çalışmaydı. Tamer, Kurtuluş'ta yaşadığı için Ermenilerle iç içeydi. Daha sonra da biz bunu Geo'ya önerdik, onlar da kabul ettiler.
Ardından Hrant Dink'e gittik, o da bize 10 yıllık Agos arşivini açtı ve tüm bağlantıları sağladı. Ben sergi olsun çok istiyordum ve bunu gerçekleştirme fırsatı bulduk. Şu anda da gerçekleştirmek istediğimiz bir kitap projesi var.
İstanbul Ermenilerini nasıl buldunuz?
Fotoğrafları çekmeden önce farklı bir kültür tanıyacağımı sanıyordum ve çektikten sonra da dini ritüeller dışında ne kadar aynı olduğumuzu görüp çok utandım.(NK/EÜ)