Daha önce de İstanbul’da hizmetçilik yapmakta olan Ereğlili Hasan Ağa'nın kızı Emine, İshak Cevdet Paşa'nın konağında çalışmaya başlar, ancak burada geçirdiği ilk üç ay içerisinde birkaç kez kaçma girişiminde bulunur. Her seferinde polis tarafından yakalanıp, çalıştığı eve teslim edilir. Ancak son yakalanışında İshak Cevdet Paşa’nın konağına geri dönmeyi reddeder. Polise bir dilekçe verir. Dilekçede, konakta kendisine kötü davranıldığını ve geri dönmek istemediğini belirtir. Ereğli’de ikamet eden babasının yanına gönderilmeyi talep eder. Ayrıca birikmiş maaşının ödenmesini istediğini de ekler. Öte taraftan İshak Cevdet Paşa, Emine’nin çalıştığı kısa süre zarfında birkaç kez hiç sebepsiz yere, sadece "öyle bir kadın olduğundan” kaçtığını söyler. Her kaçışında onu babasının ricası üzerine geri kabul ettiğini, ancak bu kez kabul etmek istemediğini belirtir. Ayrıca Emine'ye herhangi bir borcu yoktur, çünkü evinde çalıştırdığı süre zarfında babası iki üç kez uğrayıp kızının maaşını almıştır. Sonuçta Emine, Ereğli'ye babasının yanma gönderilir.1
Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti 1910 yılında Melek isminde bir kadının Darülacezeye kabulü yönünde girişimde bulunmuştur. Melek, Valide Han'da bir bürosu bulunan avukat Yanko’nun hademesiyle Beyoğlu Derviş Sokak'taki bir otel odasında fuhuş yaparken yakalanmıştır. Aslen Arabistanlı olan Melek henüz çocuk yaşta iken esirci Şeyh İbrahim isimli biri tarafından İstanbul’a getirilip önce Mustafa Rukneddin Bey'e, o ölünce de Edirne eşrafından Nazmi Bey’e satılmıştır. 1908'e kadar Edirne’de Nazmi Bey’in evinde yaşamış, 1908'de hürriyetin ilanıyla İstanbul'a dönmüş ve Kolcu Emin’in gözetimi altında evlerde hizmetçi olarak çalışmaya başlamıştır; ancak düzenli iş bulabildiğini söylemek zordur. Örneğin polis tarafından fuhuş yaparken yakalanması öncesinde on beş gün boyunca işsiz kalmıştır. Ayrıca polisteki ifadesinde söz konusu otel odasına iradesi dışında zorla götürüldüğünü söylemiştir. Melek nüfusa kayıtlı değildir. Ne Edirne’de ne İstanbul'da herhangi bir yakını vardır. Tam olarak nereden getirildiğini de bilmemektedir.2
20. yüzyıl başı İstanbul'unda ev hizmetinin şehrin ekonomik, sosyal ve kültürel hayatında önemli bir yeri vardı. 1908 sayımlarına göre İstanbul hanelerinin yüzde sekizinde en az bir tane yatılı hizmetçi çalışmaktaydı. Yatılı hizmetçilerin çoğunluğunu genç kadınlar oluşturuyordu. Çalıştıkları hanelerin nüfusuna kaydedilmiş olan hizmetçilerin yüzde sekseni kadındı, bu kadınların yüzde altmışı da otuz yaşın altındaydı.3 Bunun dışında çok sayıda kadın da çamaşırcılık, temizlikçilik gibi işlerde gündelik olarak çalışıyordu.
1800'lerin ikinci yarısından itibaren Osmanlı toplumunda kölelik kademeli olarak ortadan kalkmıştır.4 Ancak köleliğin resmi olarak ortadan kalkmış olması, Emine vakasında da görülebileceği üzere ev hizmetinde çalışan kadınların çalışma koşullarının tamamen değiştiği veya ücretli emek sistemine geçildiği anlamına gelmez. Önceki dönemlerde ev hizmetinde çalıştırılan köle kadınların hayatlarını çevreleyen korunmasızlık ve güçsüzlük durumlarının pek çoğu sonraki on yıllarda Osmanlı hanelerinde çalışan kadınlar için de geçerli olmuştur. Öte taraftan 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başı hizmetçiliği basitçe kölelik sisteminin devamı olarak değerlendirilemez. Köleliğin ortadan kalkmasıyla birlikte kadın emeğinin ev hizmetinde karşılıksız olarak kullanılmasını sağlayan mekanizmalar dönüşmüş, bu mekanizmalar içinde yeni aktörler ortaya çıktığı gibi, hizmetçi kadınlar için yeni öznellik alanları da açılmıştır.
Yine aynı dönemde, İstanbul'da ilk kez aile bağlarından kopmuş, kendi imkânlarıyla ayakta kalmaya çalışan bir yoksul kadın nüfusu ortaya çıkar. İstanbul’da 19. yüzyıl boyunca küresel kapitalizmin etkisi altında
hızlı bir kentleşme ve demografik büyüme yaşanır. İmparatorluğun çeşitli bölgelerinde yaşanan savaş ve siyasal karmaşaların sebep olduğu kitlesel göçler de nüfus artışını hızlandırır ve demografik profilin dönüşümünü önemli ölçüde etkiler.5 Bu süreçte sayıları hızla artan kent yoksulları "saygın” kent toplumunun sosyal ve politik düzenine olduğu kadar ahlaki dokusuna da yönelen tehditler olarak algılanmaya başlanır. Kent yoksulluğunun kontrolüne dair modern idari politikalar gündeme getirilir. Kent yoksullarının sayısal olarak küçük ama toplumsal etkileri açısından önemli bir bileşeni de yalnız ve yoksul kadınlardır. Bu nüfus temel olarak aileleri parçalanmış muhacir kadınlar, kocalarını savaşta kaybetmiş dullar, kocaları halen cephede olan kadınlar, yetim kız çocukları ve ev hizmeti, servis sektörü ve fuhuş gibi alt sınıf kadınlara açık işlerde çalışmak üzere şehre gelmiş veya getirilmiş kadınlardan oluşmaktadır.
Yalnız ve yoksul kadınlar 19. yüzyılın ikinci yarısı itibarıyla İstanbul’un toplumsal ve ekonomik hayatında bir yer edinmeye başladıkları gibi kentsel mekânlarda da görünürlük kazanır. Söz konusu kadınların sosyal ilişkileri, davranış biçimleri, geçim yollan, cinsellikleri hatta bizatihi varoluşları orta ve üst sınıflar tarafından yine aynı dönemde kurgulanmaya çalışılan modern kadınlık, erkeklik ve aile imgeleriyle de temel bir çelişki içindedir. İstanbul'un hem pek çok dönüşümü hızlı bir şekilde deneyimlediği hem de ekonomik ve politik karmaşalarla sarsıldığı bu dönemde yalnız ve yoksul kadınlar toplumsal endişe ve eleştirilerin merkezine yerleşti. Varoluşları, kendileri için temel meslek alternatiflerinden biri olan fuhuşla özdeşleştirildi; görünürlükleri azaltılmaya, kentsel varoluşları kısıtlanmaya çalışıldı. Ev hizmeti de tıpkı fuhuş gibi yalnız ve yoksul kadınlar için önemli bir geçim kaynağıydı.6
Melek'in vakasında da görüldüğü üzere fuhuş ve ev hizmeti arasında geçişler mümkündü ve bu geçişler kadınlara yeni deneyim ve öznellik alanları açıyordu. Öte taraftan evlerinde çalışan bir kadının "sokağa düşme" ya da "ahlakını kaybetmiş” bir kadının evlerde hizmetçi olması gibi ihtimaller orta sınıflar için ek bir gerilim oluşturuyordu; ancak yine aynı durum ev hizmetinin kadınların "sokağa düşmesini" engelleyecek, onların korunmalarını sağlayacak bir kurum olarak tanımlanmasını da mümkün kılıyordu. Bu da kadınların emeğine karşılıksız olarak el konulmasını meşrulaştırıyordu.7
İstanbul’da kadınlar, 1919 / Library of Congress koleksiyonu
Bu yazı arşiv belgelerinden seçilmiş vakalardan yola çıkarak, 1900'ler başı İstanbul'unda hem bir deneyim, hem de bir "kurum" olarak hizmetçilik meselesine odaklanıyor. Yazının birbiriyle kesişen iki temel ekseni var. Birinci eksen, hizmetçilik sektöründeki güç ilişkilerinin kuruluşunu, ikinci eksen ise kadın hizmetçilerin deneyim, strateji ve kendini ifade ediş biçimlerini konu ediniyor. Çalışmanın temel hedefi, hizmetçi kadınların deneyimlerinden yola çıkarak cinsellik, toplumsal cinsiyet ve emek ilişkileri üzerine kısa bir çözümleme üretmek; bunu yaparken hem köleliğin ortadan kalkışıyla ev hizmetinin kurgulanışında baskın hale gelen mekanizmaları hem de İstanbul'da kentleşmeyle birlikte ortaya çıkan gerilim, olanak ve kısıtlamaları dikkate alıyor.
1900'lerin başında Osmanlı hanelerinde yatılı olarak çalışan kadın hizmetçilerin pek çoğu, Emine’nin durumunda olduğu gibi, küçük yaşlarda aileleri tarafından bağımlı işçiler olarak kiralanıyor ya da yanlarında çalıştıkları ailelere gayri resmi evlatlıklar olarak veriliyordu. Bunun karşılığında çocukların aileleri ve eğer varsa aracılar belli miktarlarda para alıyordu. Bazı durumlarda aile bireyleri ara sıra kızların çalıştığı evlere gelip bir miktar daha para almaya da devam edebiliyor ya da kızlarının çalışma süresi veya koşulları üzerine pazarlıklara girişebiliyordu. Aile bireylerine verilen para, belgelerin dili içinde çalışan kızın maaşı olarak tanımlanıyor olsa da kızların kendilerine maaş verilmesi söz konusu değildi. Çalışmaları karşılığında elde ettikleri şeyler yeme içme, barınma ve giysi gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasından ibaretti. Yetim çocukların çalışmak üzere varlıklı ailelerin yanına çoğu zaman gayri resmi evlatlıklar olarak yerleştirilmesi de sık rastlanan bir pratikti.
Her iki durumda da ev sahibi ve hizmetçi arasındaki ilişki, işçi-işveren ilişkisi çerçevesinde değil paternal bir dil üzerinden kuruluyordu. Bu cinsiyetçi dilin kurguları içinde, kadın hizmetçiler de tıpkı hane halkının geri kalanı gibi babaya, yani erkek hane reisine bağımlı olarak tanımlanıyordu. Paternal otorite kendisine bağımlı hane halkının korunup kollanmasından olduğu kadar kontrol ve disiplininden de sorumluydu. İşverene tanınan baba olma veya vesayet hakkı, hizmetçi kadınların emeklerine el konmasının ve cinselliklerinin kontrol veya istismarının olduğu kadar öznelliklerinin ve mekânsal varoluşlarının kısıtlanmasının da temel dayanağıydı.8
Rüsumat kâtiplerinden İbrahim Efendi'nin evinde çalışan Ayşe örneği vesayet konusunun nasıl işlevselleştirildiğini açıkça ortaya koymaktadır. İbrahim Efendi, Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti'ne hizmetçisi Ayşe ile ilgili bir dilekçe verir. Üç yıldan beri onun evinde yaşamakta olan Ayşe bir ay önce firar etmiştir. Sonrasında İbrahim Efendi, kendi evinden kaçmış olan Ayşe'nin Şehzadebaşı civarında oturan Sait Efendi diye birinin hanesinde ikamet etmeye başladığına dair bir bilgi almıştır. Ayşe'nin buradan alınıp İzmir'de oturan babasına teslim edilmesini talep etmektedir. Ayşe, İstanbul’da bulunduğu süre zarfında kendisinin vesayeti altındadır; kızı babasından teslim almış, bunun karşılığında istendiği zaman geri teslim edeceğine dair söz vermiştir. İbrahim Efendi, Ayşe'nin Sait Efendi'nin hanesinde kalmaya devam ettiği takdirde felakete sürüklenmesinden korkmaktadır. Ayrıca Ayşe'nin firar ettiği sırada bir miktar para çaldığını da iddia etmektedir, ancak bunu kanıtlaması mümkün değildir. Gerçekten de Ayşe polis tarafından Ali Sait Efendi'nin evinde bulunur, İbrahim Efendi'nin evinden sık sık dövüldüğü için kaçtığını belirtir ve İzmir’deki babasına teslim edilmeyi ister; Sait Efendi'nin evinden alınıp İzmir'deki babasına teslim edilir.9
İbrahim Efendi-Ayşe çatışmasıyla ilgili bu örnek paternal dilin hizmetçi kadınların emek ve cinselliklerinin kontrolü açısından taşıdığı önemi gösterir; bununla birlikte, işverenin hizmetçi kadınlar üzerindeki gücü sınırsız ve mutlak değildir. Pek çok vakada hizmetçi kadınların babaları, nişanlıları veya başka işverenler gibi üçüncü bir kişi veya bizzat kadının kendisi işverenin otoritesini zorlayabiliyordu. Aşağıda özetlenecek olan iki vaka bu otoritenin üçüncü kişiler tarafından nasıl zorlandığını ortaya koymaktadır.
Azime henüz on bir yaşındayken Hakkı Bey’in Heybeliada'daki evinde hizmetçi olarak çalışmaya başlar. Orada geçirdiği altı yıl içinde babası ara sıra kızının çalıştığı eve gelir. Ev sahipleri tarafından iyi karşılanır ve eline kızının maaşı olarak tanımlanan bir miktar para da verilerek gönderilir. Ancak son gelişinde eve kabul edilmediği gibi, kızıyla görüşmesine bile izin verilmez. Bunun üzerine kızgın baba polis karakoluna gider ve yanında bir polis memuruyla geri döner. Bu kez kendilerine Azime'nin evde olmadığı söylenir. Baba kızını pencerede ağlarken gördüğünü söyleyip ısrar etse de işe yaramaz, geri dönmek durumunda kalır; ancak pes etmez ve ertesi gün polise kızının kendisine teslim edilmesini talep eden bir dilekçe verir. Dilekçede kızının altı yıldır Hakkı Bey'in hanesinde çalıştığını, ara sıra onu görmeye geldiğini ve her gelişinde tatmin edici bir miktar para da almış olduğunu belirtir.
Ancak bir önceki gelişinde kendisine verilen para yol masraflarını dahi karşılamamıştır. Son gelişinde ise kızıyla görüşmesine bile izin verilmemiştir. Baba, gelişinin tek amacının kızına duyduğu sevgi olduğunun altını çizerken, artık Azime'nin on yedi yaşına gelmiş olduğunu ve bu yaştan sonra hizmetçi olarak çalışmasının uygun olmayacağını belirtir. Kızının kendisine teslim edilmesini, birikmiş olan maaşının da yine kendisine verilmesini talep etmektedir. Ancak aldığı cevap olumsuzdur. Azime'nin çalıştığı evden memnun olduğu ve babasıyla beraber köyüne geri dönmek istemediği söylenerek bu talepler reddedilir. Böylece Azime, Hakkı Bey'in evinde çalışmaya devam eder.10
Üsküdar’da mezarlıkta kadınlar, 1909 / Library of Congress koleksiyonu
Vesile'nin vakasında ise işverenin otoritesini zayıflatan kişi, kızın nişanlısı olduğunu iddia eden Talaslıoğlu Hasan'dır. Yetim olan ve Kayseri'nin bir köyünde yaşayan Vesile, on yaşındayken Kayseri Mutasarrıfı İsmail Hakkı Paşa'nın evinde çalışmaya başlamıştır. İki yıl sonra İsmail Hakkı Paşa'nın tayini Yozgat'a çıkınca o da aileyle birlikte Yozgat'a gider. Ancak bu taşınmanın hemen ardından, köylüsü Talaslıoğlu Hasan, Kayseri polisine bir dilekçe verip Vesile'nin kendisinin nişanlısı olduğunu ve bu nişanın müstakbel kayınpederinin sağlığında ve tanıklığında yapıldığını iddia eder. Vesile’nin Yozgat'a kendi rızası dışında götürüldüğünü iddia eder. Çok kısa zaman içinde evlenmeyi planladığından kızın Kayseri'ye geri getirilmesini talep etmektedir. İsmail Hakkı Paşa gönderdiği cevabi yazıda Vesile'nin kendi gözetimi altında olduğunu ve halihazırda annesi Münire Hanım tarafından yetiştirilmekte olduğunu ifade eder. Bu nişanlılık ve evlilik hikâyesinin doğru olamayacağını, Vesile'nin iki yıldır kendi yanında olduğunu ve kendisinin böyle bir şeyden haberdar olmadığını söyler. Ayrıca yaşı evlenmeye uygun olmadığından ve köyünde kendisine sahip çıkacak kimsesi bulunmadığından Vesile’yi geri göndermeyi reddeder. Ancak İsmail Hakkı Paşa’nın çabalarına rağmen Vesile, Kayseri’ye köyüne geri gönderilir."
Emine, Ayşe, Azime ve Vesile örneklerinin her birinde kız çocuklarının emek ve cinsellikleri babalar, nişanlılar ve işverenler arasındaki pazarlığın konusu olmuştur. Emine’nin babası, kızının rızası hilafına ve İshak Cevdet Paşa’nın ayak diretmesine rağmen, hem kızını hem de Paşaya ikna etmeye çalışırken, Azime'nin babası tam tersine bu işten aldığı paranın yetersiz olduğuna kanaat getirdiği anda kızını çalıştığı evden geri almaya çalışır. Ayşe'nin babası istediği zaman kızını geri almak konusunda pazarlığa girişmiştir. Bu pazarlıklar esnasındaki dikkat çekici noktalardan biri, kızların cinselliklerinin kontrol ve disiplinine dair iddiaların sürekli gündemde tutuluyor olmasıdır. İshak Cevdet Paşa kendisine kötü davranıldığı için kaçtığını iddia eden Emine’ye karşı, hiçbir sebep yokken "öyle bir kadın olduğu için kaçtığım” söyler. Azime'nin babası kendisine verilen parayı yetersiz bulduğu noktada kızının yaşının artık hizmetçilik yapmak için uygun olmadığı iddiasında bulunur. İbrahim Efendi, Ayşe kendi evinden ayrılıp başka bir evde çalışmaya başlayınca orada kalmasının kendisini "felakete sürükleyebileceği” iddiasını ortaya atar. İshak Cevdet Paşa ise Vesile’nin henüz evlilik yaşına gelmediği gerekçesiyle kendi evinde çalışması yönünde ısrarcı olur.
Cem Behar ve Alan Duben'in İstanbul haneleri üzerine yaptığı araştırmalara göre 1900'ler başı İstanbul'unda kadın hizmetçilerin çok belirgin bir hayat döngüsü vardı. Kız çocukları çok küçük yaşlarda çalıştırılmaya başlanıyor, belli bir yaşa geldiklerinde de işverenlerinin veya kendi ailelerin seçtikleri kişilerle evlendirilerek çalıştıkları evden ayrılıyorlardı. Yerlerine yine genç hizmetçiler bulunuyordu.'2 Erkekler arasındaki pazarlıkların esasını bu temel döngünün kırılmaması oluşturuyordu. Kadınların emek ve cinselliklerini ilgilendiren pazarlıklar hangi tarafın lehine sonuçlanırsa sonuçlansın temel döngü kırılmıyor, polisin de müdahil olduğu çözümlerde kadınların bir haneye bağımlı kalması esas alınıyordu. Melek örneğinde görüldüğü üzere uygun bir hane bulunamaz ise kadın yine kendi haline bırakılmıyor, geçici olarak da olsa Darülaceze gibi bir kuruma yerleştirilmeye çalışılıyordu. Bu durumda kadınların vesayet altında ve haneye bağımlı olmaları gerektiği yönündeki cinsiyetçi söylem hizmetçi kadınlar örneğinde hem emeklerinin hem de cinselliklerinin kontrol altına alınmasını mümkün kılıyordu.
Ancak yine yukarıdaki örneklerden görüyoruz ki hizmetçi kadınlar sadece erkekler arası pazarlıkların pasif nesneleri değillerdi. Pek çok durumda kendi hayat çizgilerini belirlemek üzere adımlar atıp söz söyleme cesaretini göstermişlerdi. Örneğin Emine, kendisine biçilen role, üzerine yıkılan işlere ve uğradığı kötü muameleye karşı koymuş, babasının çalıştığı evde kalması yönündeki ısrarlarını reddetmiş, her defasında yakalanıp işverenlerine teslim edilmesine rağmen, bıkmadan usanmadan kaçma teşebbüslerine devam etmiştir. Yine Ayşe dövüldüğünü iddia ettiği evden ayrılmış ve başka bir evde çalışmaya başlamıştır. Melek ise kölelik statüsü biter bitmez, çalıştığı evden ayrılıp İstanbul'a gelmiştir. Bu kaçma pratikleriyle hizmetçi kadınlar, haneye olan bağımlılıklarından kurtulur ve orta ve üst sınıfların ahlaki anlam dünyasında "uygunsuz kadınlar” olarak nitelenen ve kentsel mekânlardaki görünürlükleriyle söz konusu sınıfın toplumsal hâkimiyetine yönelik yıkıcı bir tehdit olarak algılanan yalnız ve yoksul kadınlar sınıfına dâhil olurlar. Bu kaçma pratikleri onlara kısa da olsa özgürlük anları yaratabilme imkânı sunar. (MTÖ/YY)
Dipnotlar
1. BOA, DH.EUM.THR, 28/65,12 Ra 1328 [24 Mart 1910]
2. BOA, DH.EUM.THR, 34/70, 15 Mayıs 1326 [28 Mayıs 1910]
3. Alan Duben and Cem Behar, "Haneler ve Aileler: Yapı ve Değişim", İ&tanbul Haneleri: Evlilik, Aile ve Doğurganlık, 1880-1940 (İstanbul: İletişim Yayınevi, 1996), s. 61-100
4. Ehud Toledano, Osmanlı Köle Ticareti 1840-1890, çev. Y. Hakan Erdem (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1994).
5. Kemal Karpat, "The Population and the Social and Economic Transformation of İstanbul: The Ottoman Microcosm", Ottoman Population, 1830-1914: Demographic and Social (Wisconsin: The University of Wisconsin Press, 1985)
6. Müge Telci Özbek, '"Uygunsuz Makulesinden Kadınlar": Son dönem Osmanlı Istanbulu'nda Kadınlar": Son dönem Osmanlı Istanbulu'nda Fuhuş (1900-1914)", Toplum&al Tarih Yeni yaklaşımlar 15 (2012): 65-84
7. Üst ve orta sınıfların hizmetçi kadınları algılayışlarına dair tartışmalar için bkz. Yavuz Selim Karakışla, "Kadın Dergilerinde (1869-1927) Osmanlı Hanımları ve Hizmetçi Kadınlar”, Toplum&al Tarih 11/63 ('999): 15-24, Yavuz Selim Karakışla, O&manlı Hanımları ve Hizmetçi Kadınlar (İstanbul: Akıl Fikir Yayınları, 2015).
8. Charity or Abuse: Beslemes in the Late Ottoman Empire”, Journal ofr Hi&torical Sociology 21/4 (2008): 488-512, Ferhunde Özbay, Turki&h Female Child Lahor in Dome&tic Work: Pa&t and Pre&ent (İstanbul:Project Report prepared for ILO/IPEC, 1999). Yahya Araz, O&manlı Toplumunda Çocuk Olmak (16. yüzyıldan 19. yüzyıl Başlarına) (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2013).
9. BOA, ZB, 405/62, 9 T 1325 [22 Temmuz 1909]
10. BOA, DH.EUM.VRK, 21/50, 7 Ca 1329 [6 Mayıs 1911]
11. BOA, DH.MKT, 1018/43, 20 Ş 1323 [20 Ekim 1905]
12. Alan Duben ve Cem Behar, İstanbul Haneleri: Evlilik, Aile ve Doğurganlık, 1880-1940 (İstanbul: iletişim Yayınları, 1996)
* Müge Telci Özbek, Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü doktora öğrencisi.
* Bu yazı Toplumsal Tarih’in Mayıs 2016 / 269. sayısında yayınlandı.