Baştan alırsak...
Mezuniyet törenine iki ay kala
Önümde bilgisayarım, önceki yılların kep törenlerinin görüntülerini bulabilir miyim diye Youtube'da arama yapıyorum.
Site tek sonuç buluyor. 2006 yılına ait. Açıyorum. İzlemeye başlıyorum. Beş yıldır her final döneminde, bunaldıkça hayalini kurduğum görüntü çıkıyor karşıma "Keplerinizi atabilirsiniz. Şu andan itibaren siz Boğaziçi Üniversitesi mezunusunuz..." İçim bir garip oluyor, gözlerim doluyor...
Mezuniyet törenine bir ay kala
Okulda final dönemi öncesi son hafta. Günlerden Pazartesi. Evden çıkmak için hazırlanıyorum. Derslere gireceğim son üç günün ilki...
Hayatımın geri kalanı henüz meçhul de olsa, geride kalmasına çok az kalan bu beş yılın en güzel yıllarım olduğunu biliyorum. O yılların geçip gitmesinden, sonra gelecek olan yıllardan korktuğumu fark ediyorum.
Arkadaşlarıma, üniversitede yaşadığım hayat tarzına ne kadar alıştığımı düşünüyorum. Bitmesini istemiyorum, daha iyisi olabilir mi ki? İçim yine sızlıyor...
Sonra kendime diyorum ki, Gökçe, son günlerini bu düşüncelerle mahvetme, tadını çıkarmaya bak. Sözümü dinliyorum. Okuldaki son Pazartesi günüme başlıyorum. Aslında Pazartesi günlerini sevmezdim. İçimde bu seferkini tutup bırakmama isteği...
Mezuniyet töreni
Tören alanına gidiyoruz. İçimde bir heyecan. Ailem benden heyecanlı. Annem yolda iki paket mendil uzatıyor.
"Çantana koy, sen şimdi ağlarsın..."
İki paket mendilin karşılayacağı kadar da ağlamayacağımı tahmin ediyorum.
Okulun spor sahasına geldiğimizde annemlerden ayrılıyorum. Onlar tribünlere gidecekler. Ben de arkadaşlarımı buluyorum. Herkeste bir fotoğraf çektirme hevesi... Okuldaki tüm fotoğraf makineleri benzer gülümsemeleri çekiyor.
Fakülte fakülte ayrılıyoruz önce, ardından bölüm bölüm. Sıraya gireceğiz. Tören başlıyor çünkü. Müzik duyuluyor.
"Bu ne biçim müzik, insanı zorla ağlatırlar..."
Tribünler ağzına kadar dolu, biz yürürken, aileler birbirlerinin omuzlarının üzerinden çocuklarını görmeye çabalıyor. Bir yandan da alkış... Hepsi biz mezun oluyoruz diye. Düşündüğüm kadar hüzünlü olmuyor. Hatta hepimiz oldukça neşeliyiz.
Ödüller dağıtılıyor...
Yerlerimize oturuyoruz. Sonra uzun konuşmalar başlıyor. Akademisyenlere ödüller veriliyor. Biz hocalarımızı minimum dozda dinleyip, kendi aramızda konuşuyoruz. Sağdan soldan espriler geliyor. Hepimiz belki de son kez bir aradayız.
"Şimdi en iyi çıkış yapan akademisyen ödülü..."
"Biliyor musun, ustalara saygı kuşağında ödülü John Maynard Keynes almış..."
"Bu yıl Prof. ... iki dalda aday olmuş..."
Hiçbirini atlamadan hepsine tek tek gülüyoruz. Akademisyen ödüllerini üstün başarı gösteren öğrencilere verilecek ödüller takip ediyor. "4.0'lık ortalamasıyla ödülü almaya hak kazanan ...'ı kürsüye davet ediyoruz."
"Bir insanın ortalaması nasıl 4.0 olur anlamıyorum. Yani ne bileyim bir hoca sana takar mesela, o dersin AA gelmez, ya da sevgilin falan da mı olmuyor kardeşim senin! Ayrılık olur, bir şey olur, bunalıma girersin, sınavına çalışamazsın... Şaka gibi..."
Onlara da gülüyoruz...
Neşeli şımarıklık
Sırada fakültelerin kaç mezun verdiğini anons edip, o fakülteden öğrencilerin ayağa kalkmasını isteyip alkışlamak var.
"İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi!"
Bölümüm çıkıntılık yapıyor. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkilere yaraşır. Sandalyelerin üzerine çıkıp bağırıyoruz.
"Po-li-tika! Po-li-tika!"
Bağırışlarımızı İşletme Bölümününkiler izliyor.
"Yata yata bitirdik! Yata yata bitirdik!"
Öyle ya, yıllarca bölümleri için "Eşek bağlasan mezun olur" denmişti... Neşeli bir şımarıklık var herkesin üzerinde.
Salonların başköşesi için fotoğraf
Tüm ayağa davet etmeler, alkışlamalar bittikten sonra en güzel kısım başlıyor. Sunucu konuşuyor:
"Evet arkadaşlar, şimdi keplerinizin kordonunu sağdan sola alın. Şu andan itibaren siz birer mezunsunuz. Keplerinizi yükseklere, en yükseklere fırlatın!"
Çığlıklar, en yükseklere fırlatılan kepler... Ardından arkadaşlara sarılmalar, tebrikler... Gözler ışıl ışıl.
Tüm düzen bozuluyor sonra. Aileler çocuklarının yanına geliyor. Başka fotoğraflar çekilecek şimdi. Çerçeveletilip evlerin salonlarında baş köşeye konulacak fotoğraflar... Başımda kepim, ben ortada, annem bir yanımda, babam diğer yanımda...
Parça parça kendimi yaparken
Beş yıl önce başlayan üniversite günlerim, "son sınıf sendromu"nu da üniversitedeki her anım gibi sindire sindire yaşayarak böylelikle son buluyor. Bu sindire sindire yaşamak, her zamanki gibi iki boyutlu.
Önce hiçbir şeyi takmadan, anın tadını elimden geldiğince çıkararak, "geyik" yaparak, bolca kahkaha atarak, kimsenin kusuruna bakmayarak; ardından geriye dönüp tüm o anların gevişini getirip anlamlarını sorgulayarak, büyük resimde nereye tekabül ettiklerini anlamaya çalışıp gerekli gördüğüm yerler için hüzünlenerek...
Dışarıdan boşa harcamışım gibi görünebilecek zamanlarım da olmuştur. Fakat o anlar da geri dönüp üzerinden bir kez daha geçme sürecinde beni dönüştürdü. Hiçbiri kayıp değildi aslında. Derslerden, ders dışı aktivitelerden, tanıdığım insanlardan, gittiğim yerlerden parça parça kendimi yaptım. Katkısı olan herkese ne kadar teşekkür etsem bu yüzden azdır.(GG/EÜ)