Bulutlar yağmur yüklü. Boşandı boşanacak, sabahın erken saatlerinden beri böyle.
Saat 12'ye yaklaşıyor. İstiklal Caddesi her zamanki gibi kalabalık. Kimi aceleci adımlarla bir yerlere yetişiyor; kimi salınarak yürüyor, belli ki bir hedefleri yok, yürüyorlar sadece.
Yağmur yağacak ama bekliyor nedense. Meraklı ifadeyle etrafı izleyen turistler de var kalabalık içinde. Enikonu bir sükûnet hâkim caddeye. Aniden inceden metalik bir ses yırtıyor sessizliği. Kendisini caddenin akışına kaptırmış birkaç kişi irkiliyor sadece, çok azı sesin geldiği küçük kalabalığa ilgi gösteriyor.
Yanaşıp ne olduğunu anlamaya çalışan üç-dört kişi var. Geri kalanlar, yani çoğunluk Galatasaray Lisesi'nin önünde Cumartesi günü 12:00'de kimlerin toplandığını biliyor büyük olasılıkla. Kimi aldırmıyor belki; kimi utanıyor bu insanlık ayıbından ve ne diyeceğini, nasıl hareket edeceğini bilemiyor; kimi görmezse rahatsız olmayacağını düşünüyor acele adımlarla geçiyor Galatasaray Meydanını. O sırada Hanife Yıldız'ın 16 yıldır haykırmaktan toklaşmış sesi grubun içinden taşıyor: "Türkiye halklarına sesleniyorum!"
Yüze yakın insan var meydanda, ellerinde fotoğraflar. Yerde oturuyorlar, fotoğrafların üzerlerinde isimler, gözaltında kaybedildikleri tarih yazıyor. Gazeteciler fotoğraf çekiyor. Birkaç meraklı ayakta seyrediyor. Yanımda gençten iki delikanlı, fısıldaşıp kıkırdıyor. Belli ki Cumartesi Annelerini hiç duymamışlar. Biri daha meraklı anlamaya çalışıyor, diğeri "Çok sıkıcı, gidelim" diyor. Öbürü "Çiçek alırız belki" diyor.
Bilmeleri gerekir diye, meraklı olanına "Çocukları gözaltına alındıktan sonra bir daha haber alamamışlar. Onun için buradalar" diyorum. "Haa" diyor meraklı olan, arkadaşının kolundan çekiyor, uzaklaşıyorlar. O sırada gözaltında kaybedildikten sonra ailesinin yoğun çabalarıyla bedeni bulunan Rıdvan Karakoç'un kardeşinin konuşmasından şu sözleri yakalıyorum: "Yazıklar olsun size. Biraz adaletiniz varsa Tansu Çiller'i, Mehmet Ağar'ı, Hayri Kozakçıoğlu'nu ve diğer sorumluları yargılarsınız. Sırp Kasabanı dahi yakaladılar. Yaptığınız o lüks adalet sarayları ne işe yarıyor.'
Diğer yanımda duran turistin daha çok ilgisini çekiyor. Kırık bir İngilizceyle "Bu insanlar niye toplanmış" diyor. Dilim döndüğünce Cumartesi Anneleri'ni anlatıyorum.
O sırada 1994'te Gayrettepe'de gözaltında kaybedilen İsmail Bahçeci'nin kardeşi Utku Bahçeci konuşuyor "Gayrettepe Utanç Müzesi yapılsın dedik" diye haykırıyor.
Böyle bir müze açılırsa beni hayretle dinleyen bu Uzakdoğulu gibi turistler gider mi acaba? En çok 16 yıldır toplanıyorlar dediğimde şaşırıyor, "Altı mı" diye soruyor.
"Hayır" diyorum "16 yıl! Hatta bugün 17. Yıl başlıyor..."
Topluluğa tekrar bakıyor ve fotoğraf çekmeye başlıyor. Arkadan geçen gruptan bir kadın "Niye bunların fotoğrafını çekiyorlar ki" diyor.
Yağmur artık dayanamıyor, iri damlalar düşüyor. İnsan Hakları Derneği'nden Semra Yeşilyurt'un sesi duyuluyor "31 Mayıs akşamı 8:00'da Kayıplar Haftası'nın son günü bu kez kayıplarımız oturacak ". (HK)