17 Ağustos 1999 depreminde 26 yüzücüsünü ve kulüp binasını kaybeden Poyrazspor Yüzme Kulübü, aynı yıl Kocaeli Yıldızlar Yüzme Kulübü’nü kurarak küllerinden yeniden doğdu.
Kulübün antrenörü Aykut Çelik’in hikayesinden etkilenen yönetmen Murat Kuşaksız depremden doğan umut hikayesinin belgeselini çekti: “Asla Bırakma”
Kocaeli’de depremden sonra ilk ayağa kalkan kurumlardan olan, Türkiye’de büyük kulüplere sporcu hazırlayan Yıldızlar Yüzme Kulübü’nü ve belgeseli Kuşaksız ile konuştuk.
“Hiç kimseyi sağ çıkaramadık”
17 Ağustos depremiyle ilgili çok fazla acı hikaye var. Siz neden bu hikayeyi seçtiniz? Sizi en çok etkileyen şey neydi?
Ben de bir İzmitli olarak 17 Ağustos 1999 depremini yaşadım. Ben ve ailem şanslıydık, evimize ve bize bir şey olmadan depremi atlattık. Kendimi toparlayıp arama kurtarma çalışmalarına katıldım. Hiçbir şey yapamadık aslında. Yurtdışından gelen bir ekip vardı. Onların ekibine dahil oldum ama hiç kimseyi sağ çıkaramadık.
Bir yandan bir depo oluşturmuştuk. O depoda ihtiyaçları toparlamaya çalışıyorduk ama sağ olarak kurtaramadığımız her bedeni gördükçe hissettiğim duygu hep bir geç kalmışlık, yetememiş olma hali. Bu duygunun ağırlığı bende de aşmam gereken, iyileştirmem gereken travmalar oluşturdu.
İyileşme yollarını ararken Aykut hocanın, Yıldızlar Yüzme Kulübünün hikayesi ile tanıştım. Aykut hoca 26 yüzücüsünü kaybediyor depremde. Hatta depremden bir hafta önce Türkiye şampiyonu olan bir yüzücüsü de depremde hayatını kaybediyor.
Bütün bunları duyduktan sonra bu konuda bir şey yapma isteğim daha da arttı. Yaşadığı ağır acılara rağmen vazgeçmeyen, acılarından güç alan bir adamın hikayesini çekmek, benim içimdeki o eksik yanı da filizlendirdi. Bana da umut oldu.
Kaybedilenlerin yakınları belgeseli izleme fırsatı buldu mu, tepkileri ne oldu?
Şu bir gerçek, deprem gerçekten oldu ve böyle bir şey yaşandı. Bunu anlamlandırabilecek yaşta olan herkesin izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Yedi sekiz yaşındaki bir çocuk tabii ki anlamlandıramaz ama on iki yaşında bir çocuk izleyebilir, yorumlayabilir. Kaybı, kayba rağmen vazgeçmemeyi, bırakmamayı, devam etmeyi anlayabilir bence. On iki, on üç yaşında ben kendi zamanlarımı hatırlıyorum; olabildiğince hayatı iyi algıladığımı, her şey çözümlemeye çalıştığımı, geleceğe dair hayallerimi, fikirlerimi not aldığımı hatırlıyorum.
Belgeseli izlerken bir sinema salonu dolusu çocuk, film sonrası hemen benimle iletişim kurmak istedi. Instagramdan beni eklemişler. O yaştaki çocukların hikaye ile empati kurmaları beni çok mutlu etti. Beni aşan bir şey oldu o çocuklarla kurduğumuz bağ. Orada Aykut Hoca'ya sarılan çocukları görünce çok etkilendim. O yaşlardaydı çünkü Aykut Hoca da kardeşini kaybettiğinde. O çocukların her sarılışında o da kendini, çocukluğunu iyileştiriyor, aşıyor diye düşündüm.
“Yazıyordum, siliyordum, baştan çekiyorduk”
Çalışmak için çok zor, acı bir konu. Sizi belgesel sürecinde en çok zorlayan şey neydi?
Film çekmek hakikaten çok zor bir şey. Gerçekten bunun bir sektör olmasının bir sebebi var. Ben böyle hasbelkader içine girdim. Cahil cesareti diyorum. Yazıyordum, siliyordum, baştan çekiyorduk. Ben bu işin okulunu okumadım. Belgeseli çekerken öğrendik her şeyi.
Asla Bırakma hikayesi aslında kendim için de bir bırakmama hikayesi. Hatalarımı şimdi görüyorum mesela ama neyi, nerede, niçin yanlış yaptığımı da anlıyorum. Cesaretim de cehaletim de artmış olacak ki yeni şeyler çekmek istiyorum.
Felaketlerin içindeki hikayelerin belgelenmesi önemli. Bu biraz da cesaret isteyen bir şey. Siz bu konuda ne söylemek istersiniz?
Travmasından güç alma konusu bence çok kıymetli. Ama travmaların insana seçme hakkı tanıdığına da inanıyorum; iyiliğe ya da kötülüğe gitme veya hiçbir şey yapmama seçeneği. Bunun çok örneklerini gördüm kendi çevremde. Aykut Hoca gibi yaşama tutunan, umut aşılayan insanlar da var.
Belgesele buradan ulaşabilirsiniz.
(LY/AS)