Cengiz Türüdü ve Naim Kandemir’in ortaklaşa hazırladıkları İnziva Diyalogları kitabı, iki eski dostun, yoldaşın edebiyattan, sanata, kitaplara, oradan memleket meselelerine, Türkiye’nin yakın tarihinde yaşanan önemli olaylara, kritik dönemeçlere ve aslında "hayata" dair gerçekleştirdikleri nehir sohbetlerden oluşuyor.
İki can arkadaşın kendi aralarında kurdukları sıcak, samimi ve dolaysız dil, hemen okuru da içine alıveriyor. Eğer onların yaş grubuna yakın değilseniz –onlar kendilerini 78 kuşağı olarak tanımlıyorlar- merakla, biraz da şaşırarak katılacağınız bu sohbet, yakın döneme ilişkin "resmi tarihin" dışında kalan zengin birikim ve olaylara dair anekdotlarla sizi şaşırtmaya aday.
Yazarların akranı iseniz zaten muhtemelen onlarla hemhal olmaya acıkmış, susamış olarak dostlar divanının dışında kalmak elinizden gelmeyecektir.
Cengiz Türüdü ve Naim Kandemir, Türkiye sol tarihinin belki de en kritik kavşağında -12 Eylül askeri darbesi sırasında ve sonrasında- yaşananları irdeledikleri, bireysel tanıklıklarla sürdürdükleri sohbetlerinde, sadece "geçmişi çapalamak" değil, geleceğe dönük kafa yormak gibi önemli bir sorumluluğu da yerine getiriyorlar.
İnziva Diyalogları bir ay gibi kısa bir sürede 3. baskıyı yaparak, okurdan da karşılık gördü. Kitabın ve sımsıcak sohbetin tadı damağımızdayken, sohbeti azıcık daha sürdürmenin yollarını aradık ve Cengiz Türüdü ile Naim Kandemir’i yine bir dost sohbetine oturtmayı başardık.
İnziva Diyalogları, iki dostun ve yoldaşın ortak geçmişlerine ve gelecek tasavvurlarına dair akıcı diyaloglardan oluşan bir kitap. Ama bu kitabın adının da bir hikayesi var herhalde. Kitabın adının ve nasıl doğduğunun hikayesini öğrenebilir miyiz?
Cengiz Türüdü: İnziva Diyalogları kitabı benim yani Cengiz Türüdü’nün 34 yıllık tedavi süresinin 16 yılında eve kapanma döneminden alıyor adını. Bu hastalığın ve tedavi sürecinin 16 yılı evde geçti. Bu dönemde panik atak, orta şiddette depresyon teşhisleri konuldu bana. Bundan dolayı ben 16 yıl evden kapıya çıkamadım. Dünyayla, hayatla ilişkim, sosyal ilişkilerim minimize olmuştu. Bu 16 yıllık toplumdan hayli kopuk, kendi benliği etrafında kurulmuş hayat bir inziva hayatıydı. Ama bu inziva hayatı tecrit etme, diğer tüm bağları koparma, diğer faaliyetleri tümden durdurma anlamında bir hayat değildi. Sadece eve kapanmaydı. Evde kapalıyken de yine mümkün olduğunca hayatı, insanları, gelişmeleri takip etmeye, toplumdaki değişimleri gözlemeye çalıştım. Fakat topluma giremedim. Faaliyetim zihinsel olarak sürdü. İşte bu takibimin zihinsel olarak sürdüğü 16 yıllık bu dönem benim inziva dönemim oldu. Bu inziva döneminde kafamda birikmiş fikirler, düşünceler, o geçmiş deneyimden çıkardığım dersler, hepsi toplanarak İnziva Diyalogları’nda yer alan bana ait bölümleri oluşturdu. Kitap adını inzivaya dönüşmüş bir hayatın gerçekliğinden alıyor adını.
Kendinizi tekrar bulduğunuzda, aynaya baktığınızda ne gördünüz? Bir ‘dışarısı’, ‘içerisi’ var mıydı sizin hastalık sürecinizde? Kimleri dışarıda bıraktınız, kimler içeride kaldı?
CT- Ben 12 Eylül’ün karanlık koşullarında çıldırarak akıl sağlığımı kaybettim. Önceleri felsefe, sanat, edebiyat ve bilimle aşırı ilgilenen, haşır neşir olan, onlarla yoğrulmuş bir hayatım vardı. Ben içten gelen çelişkilerim sonucunda çıldırmış bir insan değilim. 12 Eylül darbe şartlarında çıldırtılmış bir insanım. Hastalık majör depresyonla başladı. Stres, sıkıntı, kaygı bozuklukları, çevre ile iletişimin kopması, sosyal hayattan geri çekilme ve kendi üzerime yoğunlaşma şeklinde gelişti. Zaman içerisinde hastalığın, depresyonun şiddeti, kopuş süreci, akıl sağlığımı kaybetme süreci daha da hızlandı. Hızlandıkça dünyadan koptum, sadece sosyal çevreden değil zaman zaman kendimden bile kopar hale geldim. Ancak annemin, ailemin yardımlarıyla daha önceki deneyimlerim ve bilinç birikimimle bir şekilde hayata tutundum.
En zor, en ağır baskı koşullarında bile zulmün, sefaletin en şiddetli koşullarında bile hayattan kopmayı düşünmedim. Kendimi yeniden bulup aynaya baktığımda, kendi hayatımın soylu değerlerini gördüm. Yani gerçekten bu hayat boşa yaşanmış bir hayat değildi. Bu yollar boşa çiğnenmiş yollar değildi. Bu hayat bir güzellik uğruna, özgürlük adalet, eşitlik, sosyalizm uğruna harcanmış, mahvolmuş bir hayattı. Bu hayatın kendine ait güzellikleri vardı. Dostları, arkadaşları, sevgileri, idealleri, hayalleri vardı. Bunları yitirmediğimi anladığımda hayata daha çok sarıldım.
12 Eylül cuntasının saldırıları beni değerlerimden, hayallerimden koparamadı. Bu hastalık dönemimde; vefasızları, nankörleri, değer bilmezleri, kadirşinaslık duygusundan yoksun olanları dışarıda bıraktım. Onlara karşı ruhumda soğukluk duydum; hâlâ da öyledir. Hiç kopmadığım, her gün yanımda gücünü, varlığını hissettiğim vefalı arkadaşlarım oldu. Örneğin bunlardan biri de Naim Kandemir’dir. Naim’in çıldırmam sonrası Samsun Terme’de yanıma gelip benimle ilgilenmesi, bana moral vermesi, beni o hasta, enkaz halimle alıp Samsun’a götürüp evinde misafir etmesi, Samsun Fuarı’nı gezdirmesi, kendime tekrar gelebileceğim inancını bana yerleştirmek için sürekli telkinde bulunması benim için unutulmaz bir deneyim oldu. Bu tür vefalı arkadaşlara zor, karanlık, sıkışık günlerde dostluklarını sürdüren vefalı arkadaşlara bağlılığım, güvenim daha çok arttı. Arkadaşlarımı daha çok özler hale geldim. Ama hainlik edenleri, vefasızları, dostlarını satanları, nankörleri defterden sildim.
İnziva Diyalogları, bir yandan devrimcilerin tercihleri nedeniyle kişisel hayatlarında ödedikleri bedelleri işaret ederken, diğer yandan kendilerini sosyalist olarak tanımlayan entelektüellerin acılarına ve yalnız kalışlarına da vurgu yapıyor. “İnziva”nn bir yanı da entelektüel yalnızlık mıdır?
NK- Bizim gibi ülkelerde yoksul aile çocuklarının entelektüel olmaları tonlarca topraktan 1 gram altın çıkarmanın zorluğuyla eştir. Cengiz, ülkemizde imkansızlıklar içinden çıkmaya çalışmış bir cevherdir. Ve hayatının hiçbir döneminde ülkemizde adı entelektüele çıkmış bazıları gibi yüksek entelektüel düzeyini alçak amaçlar için kullanmayı aklının ucundan dahi geçirmemiştir. Hal böyle olunca önüne koyulan fatura ağır olmuştur. Çıldırtılması yetmemiş, 12 Eylül askeri faşizmi tarafından zorunlu inzivaya atılmıştır. O, inzivanın lüksünü yaşamadığı, binlerce çilesini çektiği halde, bugün İnziva Diyalogları’yla yeniden aramıza dönerek, yaratıcılığın nasıl da kardelen çiçeğine benzediğini bizlere göstermiştir.
İnziva Diyalogları sosyolojik olarak bir kuşağın değerlendirmeleri üzerine de oturuyor diyebiliriz: 78 Kuşağı! Size göre bu kuşağı nasıl tanımlamak gerekir, misyonu neydi? Ve bu kuşağın birikimleri, tecrübeleri gelecek kuşaklara yeteri kadar aktarılabildi mi?
NK- 78 kuşağı aktif olduğu yıllarda toplumu da güzelleştirdi, kötülüklerden korudu. Onlar devletçe ezilip yenildikten sonra toplumun çürümesi sosyologları, siyaset bilimcileri şaşırtır kerteye ulaştı. Yakın zamanlarda yaşadık, gördük. Siyasal İslam iktidarı altında yaşanan rezillikleri… Yüzyıllardır ar-namus diyen Anadolu halkı, görmezden, duymazdan geldi… 78’liler o şanlı günlerinde olsaydı ülke, toplum çöplüğe dönüşür müydü? Bu kuşağın hâlâ anlatılamamış olmasını, 78’lileri yönlendiren hareketlerin kültür-sanat ve eğitim politikalarının olmamasına ve bunlardan yoksun olarak kadrolarının yönlendirilmesine dek götürebiliriz.
Yenilmekten daha kötü olan, bu yenilgiyi üstüne almayan bir anlayışa sahip olmaktır. O zaman ne oluyor? Yenilenler yenildikleriyle kalıyor. Bunca yıl sonra bile neden yenildiklerini, eksiklerinin, yanlışlarının neler olduğunu izah edemeyenler, kendi kendilerine söz alıp konuşsalar da boş masalara söyleyen assolistten farkları kalmaz. Yenilgiyi izah etmek zor olabilir, fakat yenilgiden bizlere düşen sadece hatıralarımızı anlatmak olmamalıdır. İdeallerimizin yeri anılar mezarlığı olamaz. Biz geçmişi bugüne, yarına bir ışık tutacaksa konuşalım. Yoksa işi menkıbe anlatıcılığına çevirmenin çene ve kulak yorgunluğundan öte bir sonucu olmaz. 78 kuşağının bugünkü kuşaklara aktarması gereken en büyük derslerden biri ortak mücadele etmeyi öğrenmemiz gerektiğidir. Eskinin fraksiyonel davranma kısırlığından kurtulmalıyız. Artık kimsenin pazarda sadece kendi aklını beğenme lüksü yok. Ortak mücadelenin yönü, yöntemi bulunup geliştirilmeli.
Kitabın her iki yazarı da Karadenizli. Kitapta ülkenin bütününe ilişkin siyasal, kültürel bir panorama çiziyorsunuz ama Karadeniz’e ilişkin özel olarak söyleyecekleriniz neler?
CT- Karadeniz Türkiye’nin en özgün yerlerinden birisi. Karadeniz Türkiye’de kültür olarak farklı bir yere sahip. Karadeniz devrimciliği bir sahil devrimciliği olarak gelişti. Karadeniz’de devrimciliğin temel özellikleri yalınlık, doğallık, doğurganlık, doğrudanlık, kendiliğindenlik. Karadeniz’in genel kültürünün içerisinde var olan o değerler içerisine; o dayanışmacı, imece usulüne dayalı ahlakın uzantısı şeklinde, bunun yanında Karadeniz’in hırçınlığı, cesareti, başkaldırma ruhunu içeren, kolektivizme yatkın bir devrimcilik anlayışı gelişti Karadeniz’de.
Karadeniz devrimciliği, o Karadeniz kültüründe var olan mizahi unsurlardan dolayı diğer bölgelere göre daha eleştirel bir devrimcilikti. Yani sorgulayan, sadece diğer grupları değil, kendi grubunu da sorgulayan, önderliklerini, ilişkileri sorgulayan, daha eleştirel, daha öz eleştiriyi benimsemiş bir devrimcilikti. Karadeniz’de bunun en uç noktası hayat içerisinde gelişen, bu eleştiriyle gerçekleşen deneyimlerin en iyi örneği Fatsa deneyimidir. O dönemde burjuva basını Fatsa deneyimini “Fatsa Komünü” olarak adlandırıyordu. Karadeniz devrimciliğinin en uç noktalarından birisi ve en iyi örneklerinden birisi Artvin ve diğeri de Fatsa’ydı.
Diğer yerlerdeki, Giresun’daki, Ordu’daki, Samsun’daki devrimcilerin de kendilerine ait özellikleri vardı elbette. Karadeniz bölgesi 12 Eylül’de şiddete en çok maruz kalan bölgelerden birisi. Devletin 12 Eylül’den önce örneğin Fatsa’da nokta operasyonları ve Trabzon’da devrimcilerin yaşadığı evlerin basılıp devrimcilerin tek ek öldürülmesi bunun göstergeleridir. Devlet Karadeniz’de 12 Eylül’den önce devrimciliği bitirme kararı aldı ve ona yönelik politikalar, stratejilerle düzenek kurdu.
NK- Türkiye’de Fatsa deneyimi 78 kuşağının bıraktığı en önemli mirastır. Ayrım yapılmaksızın sahip çıkılıp, geliştirilip bu topraklarda yeniden ve yaygın biçimde can buldurup yaşatılmasına çalışmalıyız. Fatsa deneyiminin bir önemi de şudur: Biz, hep sosyalizmi anlatarak halkı yanımıza çekmeye çalıştık. Oysa bu topraklarda yaşayanlar anlatılandan daha çok yapılana bakar. O yüzden yaparak, göstererek, yaşatarak halkı kazanmamızın kalıcı olacağını düşünüyorum. Fatsa’nın bir güzelliği de bu oldu. Karadeniz’de Fatsa deneyimine benzer deneyimlerin örgütlenebileceği yerler aslında vardı. Örneğin; Bulancak, Sinop, Ayancık… gibi. Fakat bugünden o günlere baktığımızda devletin devrimcileri salt antifaşist mücadele tuzağına çekmekte çok başarılı olduğunu görebiliyoruz. Yoksa o yerlerde de devrimcilerin gücü, kapasitesi Fatsa benzeri uygulamalara gitmeye gayet müsaitti. Bu da çıkarmamız gereken derslerden biridir bence.
Karadeniz’in devlet tarafından hedef seçilmesine gelince… Zaten 12 Eylül darbesi olmasaydı da Karadeniz’de devrimci olarak elde kalmış olan yerler de “düşmek” üzereydi. Bu durumdan da aynı dersi çıkarmalıyız: Ortak mücadele. Nasıl ki Karadeniz’de devlet resmi ve sivil faşist güçleriyle devrimcilere karşı birlikte hareket edip sonuç aldıysa, devrimciler de birlikte örgütlenemeseler de birlikte hareket etmeyi öğrenmeliler.
“Bir insanın içinde; insan sevgisi, şiir sevgisi, roman, edebiyat, sanat, duygu, vicdan olunca oluyor, olmayınca olmuyor. İster merkez komite üyesi, ister bölge sorumlusu, ister dernek başkanı, ne olursan ol: insanın içinde bunlar olmayınca hiçbir şey olmuyor,” diyorsunuz kitapta. Hem bir durum tespiti, hem eleştiri var bu cümlelerde. Buradan yola çıkarak günümüz sol sosyalist kuşakları nasıl değerlendiriyorsunuz?
CT- Bir Gezi oldu. Yeni kuşak solcularla, eski kuşak solcuların buluştuğu bir alan, en iyi, en kitlesel buluştuğu alan Gezi oldu. Gezi öncesinde kopuktu. Yeni kuşak, nasıl bir devrimcilik anlayışı oluşturacağını bilemiyordu. Eski kuşak da deneyimlerini yeni kuşağa aktaramıyordu. Arada bir kopukluk vardı. Gezi’den sonra bu kopukluk giderildi. Yeni kuşak eskiye, eski kuşak da yenilere kendi deneyimlerini aktarmaya başladı. Kuşaklar buluşması diye bir şey gerçekleşti Türkiye’de. Bu son kitle gösterilerinde, mitinglerde bunlar belirgin biçimde görülüyor, öne çıkıyor. Kuşaklar buluşuyor, kopukluk giderilip iki kuşak beraber omuz omuza mücadele ediyorlar.
NK- Darbe yılları devrimcilerin Sırat Köprüsü oldu. Bu Sırat Köprüsü’nden nasıl geçilir? Bizim özümüz ve ideolojimizden başka koçumuz yoktur, ancak onlarla biz bu köprüden geçebiliriz. Politik melodramlarla bir kaybedenler kulübü panoraması çizerek eski kuşaklarla yeni kuşakları birleştiremeyiz. 12 Eylül’den önce yaşanan 4-5 yıllık dönemi ömür boyu anlatarak bir yere varamayız. Kuşakların birbirini tanıması, kaynaşması ve deneyimlerini birbirine aktararak sonuç almalarının en doğru yeri sokaklardır, alanlardır.
Eskiler “ahretlik” derlerdi, Aleviler “musahip”, solcular “yoldaşlık”, Kürtler “heval” derler. Hepsinin anlatmak istediği belki de candan arkadaşlık… Siz birbirinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce dostluk, arkadaşlık yoldaşlık nedir? İlişkinizi nasıl tanımlarsınız?
CT- Biz, arkadaşlığı klasik anlamda arkadaş olmaktan çıkarıp insanlığın iki aydın evladı olarak, insanlığın kardeşliğine dönüştürmüş iki yol arkadaşıyız.
NK- Benim için Cengiz, yangında ilk kurtarılacakların ve bir adaya düştüğümüzde yanımıza alacaklarımızın başında gelir! Cengiz Türüdü küllerinden doğan Zümrüdü Anka’dır. Sol da onun yaptığını yapıp küllerinden yeniden doğmalıdır. Ya küllerimizden doğarız ya da küllerimiz fırtınalarda savrulur gider.
Son olarak okurlar İnziva Diyalogları’nı nasıl karşıladı? Kitabın hedef kitlesi kimlerdi ve nasıl tepkiler alıyorsunuz insanlardan?
NK- İnziva Diyalogları’nın hedef okur kitlesi; zihnen tekaüt olmayanlardır. Kitaba ilişkin en belirgin söylenenler; içeriğinin çok zengin olduğu ve dilinin çok akıcı olduğudur. Bir de geçmişten kopmadan bugünden geleceğe yürümemizin çağrısıdır. Sadece okurlardan değil yayıncımızdan da güzel tepkiler aldık! Mayıs ayında İnziva Diyalogları’nın 4. baskısını yapacağını bildirdi yayıncımız. Ülkede bu kara günlerde okuyarak da güzelleşebileceğimize iyi bir örnek oldu İnziva Diyalogları. (SÖ/NV)
Cengiz Türüdü- Naim Kandemir, İnziva Diyalogları, Notabene Yayınları, 2017, 3. basım, 152 sayfa.