Fotoğraf: Pempe Hayat
2006 yılında trans kadınlara karşı Ankara Eryaman’da başlayan Esat’ta devam eden saldırılara yönelik açılan dava 16 yıldır devam ediyor.
Saldırıları düzenleyen çeteden dört kişinin yargılandığı davada yarın (21 Kasım 2022) kararın çıkması bekleniyor. Olayların tanıklarından Buse Kılıçkaya, saldırıları bugün yaşanan baskıların o dönem trans kadınlara yönelik vücut bulmuş hali olarak nitelendiriyor.
"Yaşayabilirsin ama görünür olmadan yaşamak şartıyla"
Saldırıların yakın tanıklarından Buse Kılıçkaya Eryaman-Esat davasına dair bianet’e değerlendirmelerde bulundu. Kılıçkaya, dava sürecinde trans kadınların birçok kazanım elde ettiğini ancak bu kazanımların şu an var olan baskılar nedeniyle geri alındığını söyledi.
Türkiye’nin geldiği noktada transların yaşadığı sorunlarla artık herkesin karşı karşıya kaldığını belirten Kılıçkaya, şunları söyledi:
"“Türkiye’de trans varoluşunun yaşadığı deneyimlere bakıldığında Türkiye’nin bulunduğu sorunlar bir şekliyle önümüze dökülecek. Bir zamanlar sadece translar üzerinden yaşanan sorunlar, şimdi herkesin yaşayabileceği, herkesin hayatta zorluk çektiği, “bu kadar da olmaz ki” dediği, konuşanın, herhangi bir varoluşunu göstermeye çalışanın gözaltına alındığı, bugün konuşanın sansürlendiği bir hayat aslında. Diyorlar ki yaşayabilirsin ama görünür olmadan yaşamak şartıyla yaşayabilirsin.”
“Transların ilk defa örgütlü olarak bir arada olduğu bir dava”
Eryaman ve Esat sürecinin Türkiye LGBTİ+ tarihinde ciddi bir birleştirici mücadele alanı olduğunu, nefret tanımının burada yapıldığını belirten Kılıçkaya, Pembe Hayat’ın kuruluş sürecinde ilk resmi trans örgütü olmasında davanın çok önemli bir yeri olduğunu söyledi. Kılıçkaya, davanın “travesti terörü” diye adlandırılan ve üçüncü sayfaya haber olan transları artık birinci sayfa haberlerde daha politik bir yerden var etmek ve davanın insan hakları sorunu olarak görülmesini sağlamak için önemli olduğunu da sözlerine ekledi.
“Hrant Dink ya da Eryaman-Esat Davası tam da bir nefret suçuydu”
Faillerin bulunması için dava sürecinde birçok eyleme imza attıklarını ancak sonuç alınamaması üzerine son çareyi İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şubesi’nin önünde açlık grevi ile bulduklarını belirten Buse Kılıçkaya, grev kararının alındığı gün gazeteci Hrant Dink’in öldürüldüğünü söyledi. Dink’in cenaze törenine katılmak için ortak bir kararla açık grevinden vazgeçildiğini belirten Kılıçkaya, “Hrant Dink ya da Eryaman-Esat Davası tam da bir nefret suçuydu” dedi.
Saldırıların nefret suçu kapsamında değerlendirilmediğine de dikkat çeken Eryaman-Esat tanığı, suç tanımı olarak bir nefret tanımı yapılmış olsa da onun üzerinden bir cezalandırılma olmadığını söyledi. Eryaman-Esat davasında suç duyurusunda bulunan trans kadınlar arasında olan ve 2008 yılında öldürülen Dilek İnce’ye dikkat çeken Kılıçkaya, faillerinin hala bulunamadığını İnce’nin iki tane çocuğu olduğunu dile getirdi.
"Dilek İnce’nin ailesine zarar verdi”
“Trans hareketinin aile ve aile yapısı üzerinden tartışıldığı bir yerden bir kişi de Dilek İnce’nin ailesine zarar verdi” diyerek sözlerine devam eden Kılıçkaya, “Dilek İnce birisini öldürmedi, Dilek İnce öldürüldü” dedi.
İnce’nin nefret suçuna kurban edildiğine dikkat çeken Eryaman-Esat tanığı, aynısının bugün de yapıldığını belirtti. Nefretle ilgili bir yasanın artık çıkartılması gerektiğini de vurgulayan Kılıçkaya, nefret suçunun ve ayrımcılığın ne kadar kötü bir şey olduğu ilkokuldan itibaren herkese öğretilmesi gerektiğini dile getirdi.
Sadece yasaların çıkmasının yeterli olmadığını da sözlerine ekleyen Kılıçkaya, “Yasalar uygulanabilir ve takip edilebilir hale gelmediği müddetçe herhangi bir yasanın çıkıp çıkmamasının bir anlamı yok” dedi.
Yasaların çıkma sürecinde önemli rol üstlenen insan hakları derneklerini de eleştiren Kılıçkaya, nefretle ilgili ya da herhangi bir konuyla ilgili devletle beraber bir yasa çıkarılacağı zaman ilk olarak LGBTİ+ örgütlerine sırt çevrildiğini belirtti.
“Mahkemenin çete tanımı bizim politik olarak söylediğimizin hukuka çevrilmiş hali”
bianet’e konuşan Eryaman-Esat davasının avukatlarından Senem Doğanoğlu ise davaya dair en önemli gelişmelerden birinin mahkemenin yaptığı “çete” tanımı olduğunu söyledi.
Doğanoğlu, “Toplumsal önyargıların tetiklediği düşüncelerle transları yaşam alanlarından koparmak üzere bir araya gelmiş olan bir çete tarifi yapıldı. Aslında bizim politik olarak söylediğimizin önemli bir hukuka çevrilmiş haliydi” dedi.
Dava kararının Yargıtay tarafından bozulduktan sonra beklenilenden daha uzun süre sürüncemede bırakıldığına dikkat çeken Avukat Doğanoğlu, “Kendi avukatlık tarihim açısından bu kadar bekletilmiş bir dosyaya ilk defa denk geldim ve karar şöyle bir gerekçeyle bozuldu: Bir yetki belgesi ve bir vekaleti biz bulamadık denildi. O zaman özel yetkili mahkemeler kalkmıştı. Ankara Adliyesinde de çok uzun bir bekleme süreci oldu. Nereye gideceği belli olmayan bir dosya haline geldi.” dedi.
Doğanoğlu şu sözlerle devam etti:
“Temel sorunumuz yağma ve yağmaya teşebbüs suçlarının işlenip işlenmediği. Eğer onlar konusunda mahkeme yeteri kadar ikna olduysa ki geçen celse biz bunun üzerinde de durduk.
"İkna olduysa bir zaman aşımı sorunumuz yok ama bir yaralama eylemi çete yönünden yeniden bir hüküm tesis edebilmek tabi zaman aşımı durdurmalar gibi sorunlarımız var. Onlar biraz fazla teknik bir şey ama bir zaman aşımı sorunumuz var.”
“Transların varlığının tanınması açısından önemli bir dava”
Son zamanlarda LGBTİ+lara yönelik giderek sertleşen baskıların davayı etkileme olasılığına da değinen Avukat Doğanoğlu, şunları söyledi:
“Dönemin dili travesti terörüydü bu dava açıldığında. Oradan lezbiyen, gay, biseksüel ve trans diye bir kitlenin olduğu ve aslında özne olabilecekleri gibi bir süreci atlatmış olduk.
"Adliyeler de alıştı hak sahibi ve özne olmalarına ama şu anda tabi en ufak bir tartışmanın İçişleri Bakanı vasıtasıyla bir LGBTİ+ tartışmasına döndüğü gibi büyük radikal ve meşruiyetin buradan sağlanmaya çalışıldığı bir dönem şimdi baskın olan.
"Ben bunun dosyaya sirayet etmemesini umut etmek dışında bir şey söyleyemeyeceğim ama etme ihtimali çok yüksek. Çünkü bu dava özel olarak transların varlığının tanınması açısından önemli bir dava.”
Ne olmuştu?2006 Nisan ayında Ankara Eryaman’da 30 seks işçisi, trans kadın saldırıya uğramış, birçoğu saldırıların ardından yaşadıkları semti terk etmek zorunda kalmıştı. Ankara Esat’a taşınan trans kadınların yanı sıra saldırıya uğrayan bir kesim ise çözümü şehri terk etmekte bulmuştu. Ancak söz konusu saldırılar Esat’ta da devam etmiş, trans kadınların gittiği kuaför basılmış, trans kadınlar darp edilerek cep telefonlarına paralarına saldırganlar tarafından el konulmuştu. Olayların ardından saldırıya uğrayan trans kadınların suç duyurusunda bulunmasıyla beraber dava açılmış, 2008’de sonuçlanan davada dört sanık hapisle cezalandırılmıştı. Ancak Yargıtay 2011 yılında kararı bozmuş, dava dosyası uzunca bir süre değişen mahkemeler ve Yargıtay arasında mekik dokumuştu. Yargıtay, 21 Eylül 2020 tarihinde yerel mahkemenin saldırganlara verdiği cezayı bozdu. Cezayı bozma kararına gerekçe olarak saldırganların “çete” olduğuna dair araştırma yapılmasını talep edildi. O dönemki telefon kayıtlarının incelenmesini istendi. Böylece dava tekrar görülmeye başlandı. Yarın (21 Kasım 2022) davanın sekizinci duruşması Ankara 30. Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek. Ayrıca, dava zaman aşımına uğrama tehlikesiyle de karşı karşıya. |
(Cİ/EMK)