12 Eylül 1980 askeri darbesinden 12 yıl sonra dünyaya gözlerimi açtım. 12 Eylül'ü kitaplardan, belgesellerden, tanıklarının hikâyelerinden dinledim, öğrendim.
O dönemi anlatırken hep -mış'lı, -miş'li cümleler kurdum. Ama ilk kez 12 Eylül'e dair bir şeyden bahsederken, -mış'lı, -miş'li cümleler kurmayacağım.
Sabah yedi buçuk gibi dolmuşa binip adliyenin yolunu tuttum. Heyecanlıydım. Her ne kadar sembolik de olsa önemli bir davanın tanığı olacaktım çünkü. Davayı izlemek istediğime dair dilekçeme olumlu yanıtı bir gün önce almıştım.
"Ankara Adalet Sarayı" önüne geldiğimde 12 Eylül'le hesaplaşmak isteyen insanların kalabalığıyla karşı karşıya kaldım. "İki generalin yargılanması yetmez" diyorlardı. Ve adalet istiyorlardı, tam 32 yıl sonra.
Davanın başlamasına az bir vakit kala duruşma salonunda yerimi aldım. Salona girer girmez dikkatimi çeken ilk şey salonun darlığı ve küçüklüğü oldu. Milyonlarca insanı ilgilendiren bir dava için neden bu kadar küçük bir salon seçilmişti?
Zira davaya müdahil olmak isteyen birçok avukat salona sığmadı, ayakta bekleyenler, içeriye giremeyenler oldu.
Mahkeme Başkanı Süleyman İnce ayakta bekleyen avukatlara dönerek "Sanık yeri boş oraya oturabilirsiniz" dedi. Bir andan salondan uğultular yükseldi. Kimse sanık koltuğuna oturmadı, oturmak istemedi.
"Kenan Evren kafes içinde getirilebilir"
Hakim duruşma sırasında kamera kullanılırsa zapta geçirileceğini ve kullanan kişi hakkında suç duyurusunda bulunacağını söyledi.
Avukat yoklaması yapılmaya başlandı sonra. Bir avukat "Katledilen ülkücüler adına bu davaya müdahil olmak istiyorum" dedi.
Bir avukat "Katledilen Kürtler adına bu davaya müdahil olmak istiyorum" dedi.
Bazı avukatlarsa hem müvekkilleri adına hem de kendi adlarına davaya müdahil olmak istediklerini belirttiler.
Salonda olmayan ama davaya müdahillik talebinde bulunmak isteyenler arasında, Ertuğrul Mavioğlu, Ali Bulaç, Cüneyt Cebenoyan, Mümtazer Türköne ve Ökkeş Şendiller gibi isimler vardı.
Daha sonra söz alan sanık avukatlarından Bülent Hayri Acar anayasanın tüm hükümlerini gayri meşru görmenin 1982 anayasasını gayrı meşru görmek olacağını söyledi. Ve ekledi "O zaman bu anayasadan sonra gelen tüm iktidarlar gayrı meşrudur."
Salondan bir anda "Tabi ki gayrı meşrudur" cevabı geldi.
Müdahil avukatlarla, sanık avukatlarından Acar arasında tartışma yaşandı. Bir müdahil avukatı "Kenan Evren bir kafesin içerisinde getirilebilir. Çünkü Hüsnü Mübarek'ten daha az diktatör değildir" dedi.
Hakim, iddianamenin okunup okunmamasına ilişkin müdahil avukatlara görüşlerini sordu. Birçok avukat iddianamenin Evren ve Şahinkaya'nın yüzüne okunması gerektiğini savundu. Sanık avukatları ise iddianamenin okunmasının kendileri açısından bir sorun teşkil etmediğini belirttiler.
Saat 12.30'a yaklaşırken hakim duruşmaya ara verdi. Ben de soluğu adliye kapısı önünde aldım hemen.
Kalabalığın içinde gezinirken 30 yıl dokuz aydır cezaevinde olan Tahir Canan'ın ailesiyle karşılaşıyorum. Oğul İlhan Canan bir, bir buçuk yaşındayken babasının cezaevine girdiğini söylüyor. Ve davayı bir tiyatro olarak gördüklerini belirtiyor.
Sonra, 12 Eylül'de yaşadığı işkencelerden dolayı ağır ruhsal sorunlar yaşayan Avukat Yaşar Öztemel'i görüyorum. Ardından kendi aralarında hararetli hararetli 12 Eylül'ü tartışan insanlara rastlıyorum.
12 Eylül'de gözaltında kaybedilen Cemil Kırbayır'ın annesi, Berfo Ana'nın ambulansla Kars'tan Ankara Adliyesi önüne geldiğinin duyumunu alıyorum. 12 Eylül'ün ne olduğunu esasen ilk kez anlıyorum.
"Kürt bölgesi parantez aç Kürdistan"
Ara bitiyor, dava yeniden başlıyor. Fakat bu kez sayı azalıyor duruşma salonunda. Hâkim sanıklar salonda olmadığı için iddianamenin okunmaması gerektiğine karar veriyor.
Müdahillik talebinden bulunan kurumlar adına konuşmalar gerçekleştiriliyor. Sonra Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Büyük Birlik Partisi (BBP) adına müdahillik talepleri dinleniyor.
"BDP ve MHP'yi bir anlamda aynı mahkeme salonunda bir araya getiren başka hangi dava olabilirdi ki?" diye düşünüyorum.
Bir patlama sesi duyuluyor sonra. Herkes donuk bir yüzle birbirine bakıyor bir anlığına. Hâkim de sesle irkiliyor. Meğer adliye önünde şüpheli bir paket patlatılmış, bu ses o yüzdenmiş.
Müdahil avukatlardan İbrahim Güçlü konuşuyor. "Kürt" ve "Kürdistan" kelimelerini kullanıyor.
Hakim konuşmanın kayda geçirilmesi sırasında "Kürt Bölgesi" diyor.
Güçlü itiraz ediyor "Kürdistan" dedim. Bunun üzerine hakim "Kürt bölgesi parantez aç Kürdistan" diyor.
"40 gün işkence gördüm Mamak zindanlarında"
Hakimin rahat tavrı da gözlerden kaçmıyor. Bu rahatlık ara ara gerginliğe dönüşüyor. Bir ara tutanak görevlisi bir kelimeyi yanlış kaydediyor. Arıyor, bulamıyor. Bunun üzerine hakim salona seslenerek "bulma özelliği biraz zayıf" diyor.
Saatler ilerliyor. Sayı azalıyor. Yorgunluk çöküyor artık insanların üzerine. İzmir'den gelen müdahil avukatlarından Semih Özay, konuşurken bir an "Şekerim mi düştü yahu, neden okuyamıyorum" diyor. Meğer gözlüklerini takmamış. Bir anda salondan gülüşme sesleri geliyor. Özay da gülüyor.
Sonra CIA'ya yazdığı bir dilekçeden bahsediyor Özay. "Sizin okullarınızda darbeciler yetiştiriliyormuş. Evren ve Şahinkaya da orada mı yetiştirildi?" diye sorduğunu anlatıyor. CIA'dan gelen cevap "Dilekçeniz çok mantıksız" oluyor. Özay üç ciltlik müdahillik başvurusunu mahkeme heyetine veriyor.
Bireysel müdahillik başvuruları dinleniyor.
Halis Özdemir "40 gün işkence gördüm, Mamak zindanlarında. Akıncılar davasında yargılandım. Türkiye'nin üzerindeki karabulutlar kaldırılsın" diyor.
Eyüp Duman isimli bir başka darbe "mağduru" da bir insan olarak, bir sosyalist olarak darbeden zarar gördüğünü ama bir Kürt olarak bu darbeden daha katmerli bir zarar gördüğünü söylüyor.
12 Eylül döneminde babasını yitiren Senem Gürbulak ise 12 Eylül'ün kendisinde yarattığı tramvayı şu sözlerle özetliyor.
"Geceleyin kâbusla uyandığımda karanlık odada babamı arardım. 'Neden biz sorusunu?' sorardım kendime. 12 Eylül buydu benim için."
Saat 18.00'e yaklaşırken hâkim ara karar için davaya beş dakika ara veriyor. Aranın ardından bazı müdahillik taleplerini dinleniyor ve davanın bugün sabah 9.30'da görülmeye devam edilmesine karar veriliyor.
Saat 19.00'a yaklaşırken 12 Eylül davasının birinci günü bitiyor. Adliye önünde kimseler kalmıyor. Bense yorgunluktan ölmek üzereyken böyle bir davayı izleme şansı bulduğum için kendimi şanslı hissederek evimin yolunu tutuyorum. (SK/HK)