Önen, 12 Eylül'ün yarattığı "pazulu demokrasi"nin, "hak aramayı suçlu, gayrı meşru ilan ettiğini" belirtiyor. "Sanki Türkiye Cumhuriyeti devleti, evrensel insan hakları değerleriyle buluşamazmış gibi bir durum yaşatıyor."
Çekirge'nin haberi içinse, "Savaş karşıtlığını bir terör eylemi ya da terör örgütleriyle bağlantı gibi değerlendiriyor bu haber. Bunun tek başına Çekirge'nin kaleminden, derin bir sohbette çıktığını düşünmüyorum. Bu, 12 Eylül'den itibaren tasarlanmış psikolojik harekatın bir sonucu. Bu harekat, her türlü demokratik çıkışı, demokratik hak kullanma eylemini suç haline getirme stratejisidir" diyor.
Önen: Toplumu sindirme karşı harekatı
|
12 Eylül ve sonuçları, bugün insan hakları savunuculuğunun önünde nasıl bir engel oluşturuyor?
12 Eylül hukuku kurumsallaştı, gelişerek sürüyor. Kendini her evrede yeniden üretti. Türkiye'de hukuksal bir temel attı Demokrasi konseptini tahrip etti, deforme edilmiş bir "maganda demokrasisi" demokrasi gibi algılanmaya başlandı böylece. 12 Eylül, pazulu demokrasinin, yani otoriter rejimin temelini attı.
Bu, her türlü muhalefeti, özellikle -bütün adlarıyla- solu bitirme projesiydi. Bir Soğuk Savaş yöntemiydi. Sonuçta da siyasi İslam'ı iktidar yaptılar.
Bu süreç devam ediyor. Önümüzdeki en büyük engel 12 Eylül Anayasası. Yalnız yazılı belgeler değil, anlayış da bir engel. Her şeyden önce, Anayasa'yı da değiştirecek ortamın hazırlanması gerek.
Bugünkü 12 Eylül ürünü hükümetlerse, bu anayasaya dört elle sarılıyor ve değiştirmiyorlar.
Bu hukuk, hak aramayı suçlu, gayrı meşru ilan ediyor. Sanki Türkiye Cumhuriyeti devleti evrensel insan hakları değerleriyle buluşamazmış gibi bir durum yaşatıyor.
Hürriyet'in manşeti de, savaş karşıtlığını bir terör eylemi ya da terör örgütleriyle bağlantı gibi değerlendiriyor. Bunun tek başına Çekirge'nin kaleminden, derin bir sohbette çıktığını düşünmüyorum.
12 Eylül'den itibaren tasarlanmış psikolojik harekatın sonucu bu. 12 Eylül stratejisi, her türlü demokratik çıkışı, demokratik hak kullanma eylemini suç haline getirme stratejisidir.
Bu durum günlük yaşamda da her fırsatta karşımızda. Ve 2000'de başladığını sandığımız demokrasi süreci de 12 Eylül'ü aşamadı.
Arjantin'in Türkiye'yle benzer olduğu sık sık dile getirilir. Arjantin darbecilerini yargılayabiliyor. Bu Türkiye'de niye olamıyor?
Türkiye'de bırakın yargılamayı, aksine darbede görev alanlar ödüllendiriliyor, koruma altına alınıyor. Yalnız sürekli koruma altındaki, lüks yaşam sürdüren Kenan Evren değil. 12 Eylül generallerinin aralarından en zengin paşalar çıktı.
Özellikle Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde operasyon sürdürenlerin, köy yıkımlarından sorumlu bakanların nasıl konuttan sorumlu bakan yapıldığını, Mehmet Ağar'ın bakan olmasını anımsayın.
Devlet, gerçekte bir yüzleşme sorunuyla karşı karşıya. Son 30 yıllık kanlı bir geçmişle yüzleşmek geriyor. Toplumun bu geçmişle yüzleşmesi gerekiyor.
Bugün, savaş anlayışı sivilleştirmek isteniyor Türkiye'de. Türk Silahlı Kuvvetleri'yle PKK arasındaki savaşın sivilleşmesi, iç savaşa yönelmesi gibi bir tehlike var. Toplumun da aktif bir şekilde buna katılması isteniyor. Çatışma kültürünü sivil ortama da yaymaya çalışıyorlar.
Şehit cenazeleri üzerine yaşananlar da bunun ürünü. Aslında analar babalar, çok doğrudan, insani duygularla feryat ettikleri halde, Çekirge'nin yazısında terör örgütünün maşası gibi sunuluyorlar.
Bu barışçıl düşüncelerin, savaş karşıtlarının geriletilmesi için toplumu kuşatma ve sindirme harekatıdır.
12 Eylül sürüyor hâlâ. Hem de kendini yeniden üreterek, sofistike yöntemlerle.
Bu nedenle, dün 12 Eylül'e karşı yapılan eylemler son derece anlamlı. 12 Eylül darbesinin bütün sorumlularıyla deşifre edilmesi, yargılanmaları gerektiğine dair önermeler yerinde.
"12 Eylül düzeninden çıkış ancak solla mümkün"
12 Eylül'le kurulan bu sistemden çıkış yok mu?
Muhalif siyasetlerin daha etkili bir dil ve program kullanmaları gerekiyor. Siyasi örgütlerin daha fazla çalışmaları, ön plana çıkmaları, halkla demokratik zeminde bir diyalog kurmaları gerek.
Çünkü "barış" diyenler suçlandığı propaganda çok güçlü. Çekirge'nin bugünkü yazısında, "vatanseverlik bağı" üzerine bir yorum var. İnsani değerleri savunmak vatan hainliği gibi sunuluyor.
Bu nedenle, siyasi bir çıkışın etkili propaganda süreci başlatılmalı. Bunu başarabilecek olanın sol muhalefet olduğunu düşünüyorum.
Eğer bir çıkış gelecekse, kesinlikle soldan gelecek. Çünkü 40 yıldır yok edilmeye çalışılan şey sol. Solun aktif politikada etkin olması gerek.
Burada Türkiye İşçi Partisi'nin muhalefet örneğini hatırlatmak gerek. Sivil siyaset alanında, örgütlü ve etkili bir ses olmak mümkün. Bunun büyük çoğunluk sahibi olmakla ilgisi yok; bir varolmak meselesi. Taleplerde yalnız demokrasi konseptiyle yetinmemek gerek. Örneği seçim barajı ve Siyasi Partiler Yasası'nda temsiliyeti sağlayacak koşulları talep etmek gerek.
Gündem saptırmalardan dolayı, dikkat bu kritik sorunlardan kaçırılıyor. Türkiye'nin en büyük gazetesindeki bu manipülasyon, bir gazetecinin başbakanla ve etrafıyla sohbet edip kamuoyu oluşturma girişimi, vahim noktalarda olduğumuzun işaretidir.
12 Eylül'ün temel amaçlarından biri emek hareketini sindirmek, Türkiye'yi neoliberalizme entegre etmekti. Bu durumda, insan hakları savunuculuğunun emek haklarının üzerinde durması gerekmez mi?
Elbette. Dünyada en büyük haksızlık, adil olmayan ekonomik paylaşımdan kaynaklanıyor. Açlık, sefalet, işsizlik, paylaşımdaki adaletsizlik, hak ihlalleri arasında birinci sırada.
O nedenle insan hakları savunuculuğu, emekçilerin haklarının savunuculuğudur denebilir.
Neoliberal politikalarla bu adaletsizliğin açısı daha da büyüyor. Hak savunuculuğu klasik anlamda negatif haklarla -bireysel haklarla- sınırlı değildir. Ekonomik, sosyal, kültürel hakları içeren bir perspektifi olmalı. Biz Türkiye'de insan hakları savunuculuğuna hep böyle baktık. (TK)