Haber Türk kanalında 4 Mayıs gecesi yayınlanan Basın Kulübü adlı açık oturumda gerek Nazlı Ilıcak ve gerekse Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Hak İş) Genel Başkanı Salim Uslu tarafından ileri sürülen mesnetsiz ve provokatif iddialarla Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) sınıfsal duruşunun mahkum edilmeye çalışılması kuruluşundan bu yana DİSK’in mücadelelerine katılmış, ağır bedeller ödeyerek DİSK sendikalarına üye olmuş ve inatla üye kalmaya devam etmiş işçilere ve aktivistlere yapılmış bir saldırıdır.
Sürekli olarak sözü Ergenekon davasına getirme çabası içinde olan Ilıcak, 1 Mayıs 1977 ve 12 Eylül 1980’in faturasını DİSK’e kesmiş ve “Biz özel sektörler çöküşünden ziyade sendikalar yumuşasın diyalog yolu açılsın diyoruz. Siz de öz eleştiri yapmalısınız. Ne yaptınız da bu hale geldiniz?” diyerek sendikal örgütlülüğün zayıflamasını da yalnızca sendikaların hatası olarak yorumlamıştır.
Sayın Ilıcak’a önce şunu hatırlatmak isteriz: Ne 1 Mayıs 1977 ne de 12 Eylül 1980, donmuş, kerameti kendinden menkul tarihler değildir. Bu tarihler, Türkiye işçi sınıfına yönelik son derece kapsamlı fiziksel ve hukuksal saldırıların başlangıcıdır. O kadar ki, sizin “Anayı bıraktık danayla uğraşıyoruz. Sendikalı işçi sayısı DİSK'te şu kadara kadar düşmüş” diyerek ifade ettiğinizi sandığınız durumun kendisi bu 30 yıla yayılmış saldırıların sonucudur.
Bu tarihlerin birer süreç olduğunun en temel kanıtı, askeri darbe sürecinde budanmış sendika yasalarının bugün hala yürürlükte olmasıdır. Dahası, bugün, DİSK sendikalarına üye olmanın bir işten atılma nedeni haline gelmiş olmasıdır. DİSK sendikalarında örgütlenen işçilere yönelik tehdit, fiziksel şiddet uygulamaları, jandarma ve kolluk kuvvetleri ile DİSK üyelerinin karşı karşıya getirildikleri yüzlerce pratik de bu iki tarihin aslında işleyen süreçler olduğunu ortaya koymaktadır.
DİSK üyesi işçilerin sayısının bu kadar düşmüş olmasının nedenlerini bu pratiklerde ve bu emek karşıtı yasalarda aramanız gerekir. Ayrıca bu gün DİSK üzerinden hükümete muhalefetlik etmeye çalışan Doğan Grubu'nun Başta DİTAŞ olmak üzere DİSK’e bağlı sendikalarda örgütlenenlere yaptığı saldırıları yaşatan sermaye guruplarında aramanız gerekir. Bir başka kanıt, kamu yönetimi reformu adı altında düzenlenen saldırıdır. Bir diğeri “sosyal güvenlik reformu” ve istihdam paketi adı altında yürürlüğe konan hak gasplarıdır.
1 Mayıs 2008’deki Taksim ısrarı da işte bu “süreçlerde” aranmak zorundadır. Bütün bu gerçekliklere rağmen DİSK, Taksim’de 1 Mayıs kutlaması düzenleyebilmek için yasakları koyanlarla karşılıklı görüşmeler yapmayı yıllardan beri sürdürmüştür.
Tam da bu noktada Salim Uslu’ya da bir soru sormamız gerek: Son günlerde gerek sizden gerekse Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu’dan sıkça “İstanbul’da dört gün önce yaşananların 1 Mayıs’ın ruhuna uygun olmadığı” şeklinde yorumlar duyuyoruz. Bu yorumunuzu Haber Türk’deki program sırasında da tekrarladınız. Oysa Dünya İşçi Bayramının özünde sınıfsal bir mücadele, direniş karakteri taşıdığını da biliyor olmanız gerekirdi. Eğer biliyor olsaydınız, Türkiye’de ve dünyada işçi hakları bu kadar ağır saldırılar altındayken diyalogtan, uzlaşmadan, ya da özetle yeni tavizler vermekten söz etmek yerine bizler gibi mücadele ve direnişten bahsediyor olurdunuz.
"Avrupa deneyimi"
Bize bir yandan Avrupa’daki sizin deyiminizle “demokratik, uzlaşmacı” dönüşümlerden örnekler verirken, diğer taraftan da sosyal güvenlik yasası için önerdiğiniz 19 değişiklikten 16’sını Çalışma Bakanının hoşgörü ve anlayışla kabul ettiğini ya da Bakanla sendikalar yasa taslağı üzerinde mutabakata vardığınızı söyleyebiliyorsunuz. Bizler, bu mutabakat tablosu içinde temel hak ve özgürlüklerin sınırsız uygulanmasına dair hiçbir talebin yer almadığını "son 1 Mayıs örneğinde olduğu gibi" gayet iyi biliyoruz.
Fakat bizler, Avrupa’nın hiçbir ülkesinde özgürlükleri bu derece engelleyen son derece demokrasi dışı yasalarının bulunmadığının da farkındayız. Eğer Hak İş Türkiye’nin AB üyeliğini samimiyetle destekliyorsa, öncelikle Avrupa’daki sendikal haklarla Türkiye’deki baskı altına alınmış düzenlemeleri karşılaştırır ve bir emek örgütü olarak taleplerini belirlerdi. Anlaşılıyor ki siz Türkiye’nin AB üyeliğini desteklerken tıpkı AKP’nin yaptığı gibi yalnızca AB’nin liberal ekonomik taleplerini destekliyorsunuz.
Üstelik sizin Avrupa’daki pratiklere ilişkin verdiğiniz bilgiler de kendi içinde oldukça sorunlu. Uzlaşmayı ve diyaloğu kabul eden toplumlarda işçilerin kazançlı çıktığını söylüyor ve Hak İş’in de uzlaşma ve diyalogtan yana olduğunu belirtiyorsunuz. Bunu da işçilerin kazançlı çıkacağını söyleyerek yapıyorsunuz. Hayır Sayın Uslu, sizin, işçilerin kazançlı çıkması gibi bir kaygınız yok ne yazık ki.
Eğer olsaydı, Avrupa’da diyalog ve uzlaşma çizgisini izleyen sendikaların üyelerinin bu süreçte neler kaybettiğini bize açık yüreklilikle anlatırdınız. Eğer olsaydı, tıpkı elmayla armudu karşılaştırır gibi Avrupa’daki işçilerin durumunu Türkiye’deki işçilerle mukayese ederek Avrupa’dakilerin refahının arttığını söylemek yerine, Avrupa işçilerini, kendi tarihsel süreçleri içindeki hak kayıp ya da kazançları üzerinden okumaya çalışırdınız.
Bunu yaptığınızda uzlaşma ve diyaloğu seçen sendikaların üyelerinin neler kaybettiklerini görürdünüz. Örneğin, Heartz yasaları ardından Alman işçi sınıfının kazanımlarının hangi noktaya gerilediğini anlatır; ya da Almanya’da saati 1 Euro’luk işlerden söz eder; veya ERA isimli yasal düzenlemeyle nitelikli işgücünün haklarının nasıl ve ne kadar geriletildiğinin detaylarını verir; ya da Bolkestein yönergesi sonucunda işçilerin serbest dolaşımının Avrupa’da nasıl işsizliğin ve güvencesizliğin serbest dolaşımına dönüştüğünü aktarırdınız.
Bu örneklerin ardından, sıkça gönderme yaptığınız uzlaşma ve diyalog çağrınızla ilgili olarak, sizin, işçilerin kazançlı çıkmalarından ziyade, bürokratik sendikal yapıların korunması gibi kaygılarla hareket ettiğinizi düşünüyoruz. Çünkü örnek olarak verdiğiniz Avrupa İş Konseyleri olsun, Sosyal Diyalog yapıları olsun, işçileri korumaktan çok bürokratik sendika yapılarını güçlendirmek gibi bir işlev görmektedir.
Sayın Ilıcak, siz de benzer şekilde, diyalog yolu açılsın, sendikalar yumuşasın diyorsunuz. Bizler, DİSK sendikalarının sözde diyalog süreçleri üzerinden sermaye ve devlet icazetiyle örgütlenmesini kabul etmiyor; işçilerin kendi haklarına ulaşmasının yolunu demokratik hak ve özgürlüklere saygı gösterilen bir toplumda aradıkları bir düzen için mücadele ediyoruz.
"Sendikalı işçiler"
Sayın Uslu, 1 Mayıs’ı sendikalı işçilerle kutlamak istediğini söylüyor. Türkiye’de sendikalarda örgütlü işçi sayısının ne kadar az olduğunu programa katılan gazeteciler söyledi. “Ben sadece sendika üyesi olan işçilerle miting yapmak istiyorum” demek, bu koşullar altında “ben olabildiğince az sayıda katılımla, göstermelik mitingler yapmak istiyorum” anlamına gelir.
DİSK pankartı arkasındaki sol grupları sayıyor ve “bu grupların DISK binası önünde ne işi var” diyerek bize hesap soruyorsunuz. Bu ülkede 1 milyon sendikalıya karşın, milyonlarca sendikasız işçi olduğunu size bir kez daha hatırlatmak isterim sayın Uslu. Sizin, dergi grubu, sol fraksiyon diyerek marjinalleştirmeye çalıştığınız gruplar, gerçekte, anti demokratik yasalar yüzünden hiçbir sendika çatısı altına sığınma fırsatı bulamamış örgütsüz işçiler ile işsizlerin politik olarak örgütlendikleri gruplardır. Sınıf mücadelesinde en ağır bedelleri ödeyenler de yine bu gruplardır.
Kaldı ki, 30 Nisan günü, hiçbir politik ve sendikal aidiyeti olmayan onlarca kişi konfederasyonu ve bağlı sendikaları arayarak, Avrupa yakasında kalacak yerleri olmadığını, ertesi gün vapur ve motor seferleri yasaklandığı için Avrupa yakasına geçmelerinin çok zor olduğunu, bu nedenle bir gün önceden Şişli’ye gelip DISK binasında kalıp kalamayacaklarını sormuştur. Bu, DISK’te örgütlü olmadığı halde DİSK’e inanan, güvenen binlerce kişi olduğunun kanıtıdır. Bu aynı zamanda DISK’in resmi olanın ötesinde ne kadar geniş bir temsiliyet gücü olduğunun da göstergesidir.
Sınıf bakışı
Sayın Uslu, DİSK’le mutabık olmadığınız konuların en başında DİSK’in meselelere sınıfsal bir perspektiften bakıyor olmasının geldiğini belirtiyorsunuz. Umarız, toplumda var olan ve çıkarları sürekli olarak çatışan sınıfları DİSK’in yarattığını düşünmüyorsunuzdur. Kapitalizmin sınıflı bir sistem olduğu, bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçekliktir. Sermaye sınıfı bu gerçekliğin üstünü örtmeye çalışabilir, bu normal bir durumdur. Ama, emek örgütleri de bunu yapmaya yelteniyorsa ciddi bir sorun var demektir. Bir yandan sınıfsal gerçekliği yadsıyıp, bir yandan işçilerin çıkarlarını koruyabileceğinizi mi düşünüyorsunuz?
Programa katılan konukların neredeyse tamamı Hükümetin provokasyon ihtimali uyarılarına referansta bulunmuştur. Ne yazık ki programa katılan iki sendika lideri de 1977 1 Mayıs’ında “dışarıdan” ya da sıkça iddia edildiği gibi “aşırı sol gruplar tarafından” bir provokasyonun olmadığını; katliamın hangi güçler tarafından yapıldığının görüntülü kayıtlarla gün ışığına çıkarıldığını net bir biçimde söyleyememiştir.
Bugünkü iddia ve tezlere meşruiyet kazandırmak için kullanılan 1977 katliamının tekrarını önlemenin çok kolay olduğunu da kimse söylememiştir. Açıktır ki, gerek Çağlayan mitingleri gerekse Kadıköy mitinglerinde alınan önlemler sendikalarında desteği alınarak Taksim için de pekala alınabilir. Ayrıca alanı çevreleyen binaların tamamı denetim altında tutulsa provokasyon olasılığı bertaraf edilmiş olur.
Bu gerçekliğe rağmen hala “provokasyon çıkabilir” diye diretenler, provokasyonu yapmaya yeltenenlerden başkası olamaz. Gerçekten de TV dizileriyle, Ergenekon davasıyla yaratılmaya çalışılan “derin devlet” kavramına en güzel yanıtı bir MİT yetkilisi vermiştir: “Derin Devletin olduğunu iddia etmek Devlet’e hakarettir”. Bu aynı zamanda, “derin” olduğu söylenen ikinci bir devletin olmadığı; “derin işleri” bizzat Devlet’in kendisinin organize ettiği anlamına gelir.
Son sözüm de sayın Süleyman Çelebi’ye. Yukarıda dile getirilenler rahatlıkla söylenebilecek düşüncelerdir. Ancak televizyonda programı izleyen DİSK dostlarına saç, baş yoldurtmamak ve kızıp televizyonu kapattırmamak için konulara hakim olan inançlı bir duruşla ve dersimize iyi çalışarak bizleri gururla izlettirecek şekilde yayına hazırlıklı çıkılması kuvvetle tavsiye olunur. (AS/EÜ)
* Adnan Serdaroğlu, DİSK, Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Başkanı.