İnsan hakları savunucuları, 1 Eylül Barış Günü’nde çözüm sürecinin anlamını, bugüne kadar gelinen aşamayı, bundan sonra nasıl devam edebileceğini hak odaklı bir bakışla bianet’e anlattı.
İnsan Hakları Gündemi Derneği Başkanı Günal Kurşun, İnsan Hakları ve Mazlumlar için Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) Diyarbakır Şubesi’nden Reha Ruhavioğlu ve Helsinki Yurttaşlar Derneği’nden yazar Yetvart Danzikyan, sürecin eksiklikleri olduğu kadar başarıları da olduğunu düşünüyor.
Çözüm süreciyle ilgili atılması gereken adımları da şöyle sıraladılar:
* Bölgeler arasında komisyonlar (sivil toplum kuruluşları, dernekler, sendikalar, esnaf odaları, siyasi partiler, dini cemaatlerin de katıldığı) kurulmalı.
* Benzer süreçlerde rol almış uluslararası isimlerden de oluşan bir izleme kurulu oluşturulmalı.
* Somut adımlarla, topluma önümüzdeki günlerde neler yaşanacağı açık bir şekilde anlatılmalı.
* Mesele, devletin de katılımıyla sivil ortamda tartışılmalı.
* Yeni bir yasal mevzuat oluşturulmalı.
* Hakikatler Komisyonları için harekete geçilmeli.
Danzikyan: Hiç fena değil
1 Eylül’ün çözüm süreci açısından kritik bir eşik olması herkes tarafından bekleniyor. Abdullah Öcalan’ın mesajının da okunması bekleniyordu ama gazetelere yansıyan son haberler bunun biraz erteleneceği yönünde. Doğrusu hem Öcalan hem de Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan birer mesaj okusalardı iyi olurdu. Ve sadece savaşın bitmesi için değil. Son yıllarda tüm topluma hakim olan “şiddet” kültürünün, bilhassa kadınlara yönelik erkek şiddetinin sona ermesi talebini ve bu konuda hakim kültürün eleştirisini de içeren güçlü bir mesaj…
Bugüne kadar eksik gedik de olsa hiç fena bir yere gelinmedi. Çatışmasızlık haline tarafların uymaya gayret ettiği ve devam ettirmeye çalıştığı gözleniyor. Bu iyi bir şey, nihayetinde.
Bundan sonrası için ise bugüne kadar yapılamayanlar ve yurtdışındaki örnekler yol gösterici olmalı. Ki bir kısmı anladığımız kadarıyla gündemde.
En önemli eksiklik benzer vakalarda rol almış uluslararası isimlerden de oluşan bir izleme kurulu oluşturulması. Bu kurul hem devlet hem de PKK’ye gerekli yerlerde önerilerde, uyarılarda bulunmalı.
Ve yeni bir yasal mevzuat oluşturulmalı. Çıkan yasa gerekliydi ama yeterli değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin “Kürt meselesini" çözmek üzere işe koyulduğunu kayda geçiren bir mevzuat.
Keza Hakikatler Komisyonları için de artık harekete geçmeli. Ve elbette en önemlisi, iktidar artık bu süreci Kürtleri “siyasal alanda” döverek yürütmekten vazgeçmeli. Barış iki eşit taraf arasında olur.
Devlet ve Türkiye’nin çoğunluğu; Kürtlerin ve elbette diğer etnik, mezhepsel unsurların bu ülkenin ortak ve eşit yurttaşları olduğunu artık sindirmeli ve bunu “bireysel” bir hak bahşişi olarak görmemeli. Sayılan grupların “grup” olarak da varolabileceği, anadilde eğitim, yerinden yönetim vb konularda örgütlenebileceği hesaba katılmalı.
İnsan hakları perspektifinden eksiklerimiz elbette ki 90’larda bölgeyi cehenneme çeviren ortamın sorumluları ile hesaplaşılmamış olması ve dönemin önemli aktörlerinin yargı önüne çıkarılmamış olmasıdır. Bu elbette “insan hakları” dediğimiz hukuka aykırı davranan herkes için geçerli, sadece devlet değil. Ancak yaratılan ortamın ve meselenin sorumlusunun büyük oranda “devlet” olduğunu düşünürsek Ergenekon vesilesiyle yapılan yargılamaların bahsettiğimiz konuya hayli teğet geçtiğini ve Fırat’ın doğusuna geçmeden konunun kapandığını söylemeliyiz.
Kurşun: Somut adım atılmalı
1 Eylül Barış Günü, tüm insan hakları savunucularının hayalini kurduğu, insan haklarının egemen olduğu ve tüm halkların barış içinde yaşayabildiği bir düzeni anlatan en anlamlı gün. Ne yazık ki, 2014 yılında bu noktadan uzak olduğumuzu söyleyebilirim. Çözüm sürecini tüm kalbimizle destekliyoruz, ancak son aylarda yaşananların bir kandırmacadan ibaret olmadığını anlayabilmemiz için somut adımlara ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Akil insanlar sürecinin, eksikleri olmakla birlikte başarılı olduğunu düşünüyorum, ancak meselenin Devlet kanadı, sürecin görece öngörülmezliği ile cesaret eksikliği bir araya gelince gerekli adımları atmakta çok yavaş kaldı.
Buna karşılık, meselenin örgüt tarafında da belirsizliğin yarattığı bir huzursuzluk ortamı gözlemliyoruz. En kısa sürede, somut adımlarla, insanlara önümüzdeki günlerde neler yaşanacağı açık bir şekilde anlatılmalı ve kafalardaki soru işaretleri giderilmeli.
Mesele, Devletin de katılımıyla sivil ortamda tartışılmalı. Ne olduğu bilinmeyen bir barış süreci, adı dışında barış içermezse, bulunduğumuz noktadan daha geriye götürürse, amaçlanan noktanın gerisinde kalırsa, hayal kırıklığına neden olursa, meselenin hiçbir tarafı için anlamlı olmaz.
Bu doğrultuda Devletin acilen somut adımlar atması, örgütün de başta tahrik içeren eylem ve söylemler konusunda gerekli hassasiyeti göstermesi gerekiyor. Bu nedenle, 1 Eylülün anlamını fark edecek eylem ve söylemlere her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Ruhavioğlu: Ümit ve endişe
Dünya Barış Günü’nün tarihi ile ilgili tartışmalar bir yana, dünya üzerinde yaşayan insanların büyük çoğunluğunun barışa vurgu yaptığı bir gün, barışa olan ihtiyacın giderek arttığı bir dönemde, önemlidir. Barış, yaşamı dünden daha iyi bir noktaya taşımak ümidini taşıdığından, her yerde büyük bir heyecan ve sevinçle mukabele görür.
Türkiye’de 30 yılı aşkın süredir yaşanan düşük yoğunluklu savaş ve bunun oluşturduğu ortam, kaçınılmaz olarak barışı dayatmaktadır. Yaklaşık bir buçuk senedir Hükümet ve PKK arasında yürüyen süreç, eksiklik ve yavaşlığına rağmen barış ortamını mümkün kılacak potansiyeli taşıdığından ümit ve endişeyle takip edilmektedir.
Barış sürecinde kalekol yapımları ile PKK’ye yoğun katılımlar sürecin akıbeti konusunda endişe uyandırmakta ve faili meçhul olaylar ile Roboskî davası ve anadilde eğitim gibi temel hak taleplerine karşı hükümetin tutumu, barış ortamının bir bütün olarak tesis edileceğine dair ümitleri zedelemektedir. Taraflar barışa güden süreçte attıkları adımlarda kamuoyuna ve birbirlerine karşı güven vermelidirler.
Bugüne kadar tarafların insiyatifi ile yürüyen süreç, yasal bir zemine oturtularak ve barışı arzulayan çeşitli grupları sürece dahil ederek devam etmeli, sürecin tarafları barışı isteyen toplumun bu baskısını üzerlerinde hissetmelidirler. Süreç, zaman zaman yaşanan gerginliklere rağmen devam etmeli, görüşmeler ne sebeple olursa olsun kesilmemelidir. (AS)