Şimdi, açıklamanın bir önceki cümlesine dönelim: "Bu, Anayasa Mahkemesi'ndeki erkek üyelerin ne denli Anayasaya bağlı ne denli laik demokrat olduklarını göstermiştir."
Sözlerin sahibi yeni Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu; ki bu kurumun seçime katılan asil ve yedek 11 üyesinin yeni başkanın kendisi dahil sadece ikisi kadın olmakla kalmıyor, 1962'den bu yana yanlışlık payıyla, üyeliğe seçilen/atanan 85 kişinin tümünün erkeklerden oluştuğunu mahkemenin web sitesi söylüyor.
Böyle bir tabloda insan, kadın olarak başkan seçilince ne diyeceğini bilemez elbette. Sonucu, Anayasaya bağlıyor, ki bilindiği üzere Anayasada başkanın cinsiyeti üzerine bir hükme rastlan(a)mıyor.
Devamla, laiklik ve demokratlık ölçütlerinden dem vuruyor; ki bu ölçütler, her neyse, de "kadın başkan" seçmeyi bildiğimiz kadarıyla kapsamıyor.
Burada, kast edilen "kadın başkan" değil de, Tuğcu'nun bizatihi kendisiyse o başka!
Seçilme şansı
Arada, ilk kez mahkemenin tarihinde başkanın 59. turda seçildiğini, üyelerin başkan seçimini yeni üyelerle birlikte yapmak istemediğini ve Tuğcu'nun da iki yıldan az bir zaman sonra yaş haddinden emekli olması gerektiği için bir ara yol olarak belirlendiği gibi haber yorumları aktaralım.
Acaba, kadınlar "kriz" aşmada bir kolaylık sağlar mı?
Medyada "artık 03 plakalı arabaya bir kadın binecek" haberlerinin de yeniden hatırlattığı üzere - 01'in Cumhurbaşkanlığı, 02'nin de Meclis başkanlığı plakaları bilindiği gibi- olay büyük; Türkiye bir kadın başbakandan sonra kadın Anayasa Mahkemesi başkanına kavuştu.
Tülay Tuğcu, sahiden o kadar şaşırmış ki; "kısmet işi" dediği makam için kendini pek uygun da bulmuyor adeta: "Çok fazla bir özelliğim ve farkımın olmamasına rağmen başkan olmamı benim için çok büyük şans olarak görüyorum."
Bir erkeğin, apartman yöneticiliği dahil, herhangi bir yere aday olurken ve seçildikten sonra böyle bir açıklama yaptığını hatırlıyor musunuz?
EMO'nun paneli
Anayasaya "kadın kotası konsun" tartışmaları başarısızlıkla sonuçlanınca kadınlar düş kırıklığına uğramış, kimi "medeni" erkekler de bunu kınamışlardı.
Böyle bir madde hiç fena olmazdı ama ben yine de bu olayı dünyanın sonu gibi görmemiştim; demokrasilerde çare tükenmez değil mi?
Soru şu: Anayasada böyle bir madde olmaması herhangi bir kuruluşun kota uygulamasına engel mi? Daha da ilerletelim; herhangi bir aktivitede kadın erkek dengesinin kurulmasına engel mi?
Ne demek istiyorum? Elimdeki, Elektrik Mühendisleri Odası'nın (EMO) "Asmayalım da Besleyelim mi? 25. yılında 12 Eylül" panelinin duyurusuna bakıyorum. Açılış konuşmasını oda başkanı yapıyor. Tabii ki erkek.
Mühendis ve mimar odalarında kadın başkan kaç tane oldu acaba? Bunu çıkarmak mümkün ama uğraşmıyorum; haksızlık etmeyelim, peyzaj mimarlığı, çevre mühendisliği, hatta kimya ve mimarlık gibi bölümlerde kadınlara rastlanıyor.
Panel yöneticisi de erkek, çünkü o da odanın Ankara şube başkanı. Konuşmacılar bir yazar, bir gazeteci-yazar, bir avukat ve Ankara 78'liler Derneği başkanından oluşuyor.
Hepsi de erkek, zaten 12 Eylül'de kadınlar Türkiye'de değillerdi de mesela uzayda falandılar, hani ne bilecek, ne konuşacaklar değil mi?
61 erkek, beş kadın
Birkaç gündür, Birgün gazetesinde, ilk sayfanın sağ üst köşesinde "Bunun bir sebebi var: En zengin yazar kadrosu en mütevazı gazetede" başlığıyla, -bu laftan pek bir şey anlamadım ama geçiyorum- gazetenin 66 yazarının isimleri alt alta yeniden hatırlatılıyor, iyi de ediliyor doğrusu.
Hani günlük okumada gözden kaçabilecek, ki esasında pek mümkün değil de, bir durum kendini ele veriyor: Kimi isimler beni yanıltmadıysa, beş kadın yazarı var bu gazetenin...
Acaba, "zenginlik" erkeklerden mi geliyor?
Gelelim medyaya! Son örnek, nedense "Basın Özgürlüğü Ödülü" vermeye değer birini bulamayan, daha doğrusu şu baskıcı dönemi bu yolla protesto etmeye karar veren Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Basın Özgürlüğü Ödülü Büyük Seçici Kurulu.
Neyse ki, altı üyeden biri kadın. Artık buna sevinelim! Gülseren Güven'i de, Başkan Tuğlu gibi "beni erkek üyeler seçti" açıklaması yapmaya davet edelim. Bu doğru, Cemiyet yönetim kurulunda tek kadın var...
1989'dan bu yana verilen ödülü 21 erkek ya tek başına ya da ortaklaşa alırken, nasılsa iki de kadın; felsefeci İoanna Kuçuradi ve Nazlı Ilıcak bu listeyi delmeyi başarmışlar.
Buna da çok şükür! Erkekleri merak ederseniz, aralarında cumhurbaşkanları, meclis başkanları falan var, onlar da erkek olduğuna göre n'apsın Büyük Seçici Kurullar değil mi?
Medyanın kadınları
Basın Konseyi'ni ise dokuz erkek kurmuş, beş ünlü erkek hukukçuya danışmışlar, şimdi 33 kişilik bir konsey var, ki, yine isimler beni yanıltmıyorsa, seçilmiş üyeler arasında hiç kadın yok ama okur temsilcilerinden üçü kadın.
Bu okur temsilciliği kimseyi yanıltmasın, aralarında eski bakanlar, valiler yer alıyor.
Oysa, eski RTÜK Başkanı Fatih Karaca'nın verdiği bilgiye göre sarı basın kartı taşıyanların yüzde 20.5'i kadın, medya çalışanlarının da en az yüzde 30'u kadın olarak tahmin ediliyor.
Peki acaba, bu kadınlar, neden gazetelerde, radyolarda, televizyonlarda, örgütlerde pek yönetici olamıyor, karar mekanizmalarında yer alamıyor, jüri üyesi olamıyor, hatta ödül bile alamıyorlar?
İstisnalara sevinmek!
Tek tek kadın başkanları saymak, ilan etmek, medeniyet ölçüsüymüş gibi bu "tek"leri sıralamak bıktırıcı değil mi?
Dahası, bu "tek"ler, sonrasında yenilerinin seçiminde de engel olarak öne sürülüyor.
Türkiye 58 erkek başbakan, bir de kadın başbakan gördü. Şimdi, kota falan deyince hemen "kadın başbakan da gördük" deniyor, olumsuz anlamda.
Bir kadın başbakanla "kadınların nasıl olduğunu" gördük de, 58 erkek başbakan erkeklerin durumunu hala anlatamadı mı?
Neyse, kadın temsili öyle istisnai örneklerle savuşturulabilecek bir şey değil.
Esas olan, feministlerin dediği gibi "kadın bakış açısı" elbette, sadece erkeklerin değil kadınların da zihniyetiyle ilintili, dahası sözgelimi dokuz kişilik bir grup da bir kadının bulunması neyi değiştirebilir.
Şu, altın eşik denen "yüzde 33"ü akılda tutalım, kota istemek kadınları aşağılamaktır "erkek propagandası"na da kanmayalım.
Olmazsa olmaz ikili
En azından bu iki "olmazsa olmaz"ın bence birlikte olması gerekiyor. Hemen akla, kadın öğretmenlerin okullarda yönetim kademelerinde yer alamamalarına karşı çok yerinde bir mücadele yürüten Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) geliyor.
Üyelerinin yüzde 40 kadarı kadınlardan oluşan Eğitim-Sen'in 7 kişilik yönetim kurulunda tek kadın üye Elif Akgül web sitesindeki sunumda en sonda "Kadın Sekreteri" olarak yer alıyor.
Kadın öğretmenler kadın bakış açısıyla hareket etseler, belki erkekler de başkan olurlardı ama sadece bazıları...
Ve Irak Dünya mahkemesi
Şimdi esaslı bir örneğe geldi sıra: Irak Dünya Mahkemesi'nin (WTI) başından sonuna her aşamasında çalışan ve aynı zamanda beşi de kadın olan WTI İçerik Grubu'ndan Müge Gürsoy Sökmen tabloyu aktarıyor:
"WTI İstanbul oturumundaki 58 konuşmacıdan 24'ü (yüzde 41.4), yedi moderatörden üçü (yüzde 43) kadındı. Jüri sözcüsü ve Türkiyeli jüri sözcüsü de kadındı."
Gürsoy Sökmen, Vicdan Jürisi'ndeki dengeden o kadar memnun değil: "Jürinin yarısı kadın, yarısı erkek olacaktı. Ancak, son dakikada katılamayanlar/katılmayanlar nedeniyle (Bergamalı köylüler, Cumartesi anneleri vb.) denge bozuldu; 14 jüri üyesinden beşi kadın oldu (yüzde 36)."
Ha kadın, ha erkek ne fark eder? Fark etmezse kadınlar çok olsun.
Ve de Gülümser...
Şu fark eder; Gülümser köyden gelin geldi. Çok geçmeden daha önce köyden gelenler gibi evlere temizliğe gitmeye başladı. Hafta sekiz gün dokuz çalışan Gülümser çoğu zaman işsiz olan kocasından daha çok para kazanıyor. Sık sık da kocası onu öldüresiye dövüyor.
Bu dayaklardan ikisinde polise gitti. İlkinde, polis hemşehrisi çıktı, "ben de karımı dövüyorum, ayıptır buralara gelmişsin, kadının yeri kocasının yeridir," dedi. Gülümser eve döndü.
İkincisinde, polis Gülümser'in haline çok üzüldü, "dayak boşanma nedeni değil, evine dön," dedi.
Gülümser yine evinde. Tülay Tuğcu 03 plakalı makam otosunda. Artık, Tuğcu'dan da "Ben erkek üyelerin oylarıyla seçildim" değil, "iyi bir başkan olacağım," cümlesini duymak istiyorum. (NM/EÜ)