İnsanın zapturapt altına alındığı, daha doğrusu alınmaya çalışıldığı mekân olan hapishane, bazen Jeremy Bentham’ın çerçevesini çizip Panoptikon adını verdiği yoğun gözetim ve denetimle şekillenen demir parmaklıkların ardı bazen de akıl hastaneleri biçiminde karşımıza çıkıyor.
Belçikalı yazar Roger Van de Velde, her ikisinden de mustarip olmuş; kapatılmış, yasaklanmış ve sansürlenmiş bir yazardı. 1970’teki ölümüne dek hırsızlık ve bağımlılık nedeniyle hapse atılmış ve psikiyatri koğuşlarında “tedavi” görmüştü.
İlaç bağımlılığının hem bir “suç” hem de “hastalık” diye nitelendiği ülkesinde Velde, toplumdan dışlanmakla kalmamış, “rehabilite edilmesi gereken bir kişi” olarak görülmüştü. “Tedavi” altına alındığı dönemde yazdıkları, hem yaşadıklarının bir yansımasıydı hem de psikiyatri koğuşlarındaki kötülüğün anlatımıydı. 1969’da yayımlanan ve yazarın “hastane” eleştirileriyle paralellik gösteren Çatırdayan Kafatasları; kısıtlanan, dışlanan, karanlık odalara ve tünellere hapsedilenlere dair kısa hikâyelerden oluşuyor.
‘Gardiyan benim kadar özgür değil’
Velde, insan olmanın ne anlama geldiğini ve insanlıktan çıkarılmanın nasıl gerçekleştiğini anlattığı Çatırdayan Kafatasları’nda kuşatılmışlığı, yalnızlığı ve zihne tebelleş olan karanlığı resmediyor. Öykü karakterleri, “sağlıklı” bir yaşam ve “sağlıklı” bir toplum arzulayanlar tarafından paranteze alınanlardan ya da sosyal hayatın dışına itilenlerden oluşuyor. Sessizlikle ve yalnızlıkla sınanan, akıp giden yaşama bir parça tahammül edebilmek için kendi dünyasını kuran insanlar onlar.
Dışarıdaki ve içerideki delilik ayrımına yönelen yazar, “hastanedekileri” sıradan insanlar olarak niteliyor. Yokluk içinde, kısıtlanmış ve sevgi dolu delilikleriyle bu insanlar, Velde’nin koğuş arkadaşları ve kurguladığı karakterler aslında: Prometheus’tan “talimat alarak” büyük bir sigara yakanlar, değeri milyarlarca frank eden senetler yazanlar, Yunan tanrılarıyla iletişim hâlinde olanlar… Onlar, trajedilerin ve hakikatin özneleri; bir başka deyişle arzunun, sefaletin ve acının ete kemiğe bürünüşü.
Velde, hem bir tanık ve anlatıcı hem de mağdur olarak onların yanında yer alıyor ve yaşananları gözlemleyip çözümlerken psikiyatri koğuşundaki alternatif veya dünyanın kıyısındaki yaşamı betimliyor öykülerinde; hayallerle, uyumsuzlukla ve kendine özgü adalet anlayışı bulunan bir hayat bu. Aynı zamanda dizginsiz hayal gücünün hüküm sürdüğü ve zihnin önündeki tüm engellerin yıkıldığı bir ortam…
Velde, kapatılmanın kuşatıcılığıyla birlikte, zihni hayli yoğun çalışan tutsakların günlük yaşamını da yansıtıyor. Buna zorbalık, taciz, fiziksel ve psikolojik şiddet de dâhil.
“Hastalardan” birinin aksak özgürlük tarifi ise ortamın sakatlığını yansıtıyor: “Özgürlük bir bağımsızlık meselesidir. Ben diğerlerinden daha fazla bağımlı değilim. Ben gardiyanlara bağlıyım, onlar da bana bağlı. Ben sadece sembolik olarak bağlıyım bu zincirlere; onlarsa eşlerine, çocuklarına, işlerine, televizyonlarına, sosyal kurallara bağlı. Bana yemeğimi, ilaçlarımı getiriyorlar ve bir an olsun gözlerini benden ayırmıyorlar. Bir adım atsam gardiyan da benimle beraber bir adım atıyor. Yönü seçen benim ama. Yön, tanımlanmış sınırlı bir alan içinde de olsa onun beni takip etmesi gerek. Aslına bakarsan gardiyan benim kadar özgür değil.”
‘Uzman personelin özverili tedavileri’
Velde’nin tanık olduğu ve bizzat yaşadığı psikiyatri koğuşlarında yatan zihni son derece açık “hastalar”, suçluların ve masumların da kendilerine kumpas kuranların ve kendilerini en iyi anlayanların da farkında: “Beş yıl boyunca yarım düzine kendine güvenen psikiyatrist bana yardım etmek için nafile çaba gösterdi; psikiyatrik yardım konusunda ciddi şüphelerim bulunmasına rağmen niyetlerinin yardım etmek olduğunu varsayıyorum. İş, insan ruhunu anlamaya gelince şairlere doktorlardan daha fazla güveniyorum. Elbette şairler de bu konuda bir bok bilmiyor ama en azından bazen el yordamıyla bir şeylerin özüne dair arayışlarını etkileyici ve dokunaklı bir dille ifade etmeyi başarıyor.”
Velde, koğuşu görünmez zincirlerle birbirine bağlı kişilerden oluşan bir mekân şeklinde tasvir ediyor. Orada öfke patlamaları, dizginlenemeyen yaratıcılık ve sakinleştirici ilaçlar söz konusu. Sükûneti sağlayan doktorlar ve asayişi tesis eden gardiyanlar ile “ağır hastaların uzman personel tarafından özveriyle tedavi edilişi” de cabası.
Koğuştaki “hastalar” coşku ve sessizlik, özel bir özgürlük ve tutsaklık arasında yaşamaya çalışıyor. Bir yönüyle dışarıdaki hayatla benzerliği var bu durumun. Önemli bir fark ise dünyadan tam olarak izole edilmeleri. Bu da kendilerine göre bir dünya kurmalarına neden oluyor.
Velde’nin asıl vurgulamak istediği şey ise sosyal varlık kimliğinden uzaklaştırılan “hastaların”, koğuş dışındakiler kadar sıradan olduğu, hatta yaşananların ardındakileri çoğu zaman dışarıdakilere göre daha iyi görmeleri. Tam da bu nedenle onlar, bazı nesneler ve eşyalar gibi yasaklı. Tam da bu yüzden Velde gibi cevap hakkından mahrum bırakılıyorlar. Kısacası “sağlıklı” insanlar ve “uzmanlar” tarafından kapatılarak ve tutsak hâline getirilerek yaşamaya mahkûm edilenlere dışarıdan ya da tepeden değil, içeriden bakarak öyküleştiriyor olan biteni Çatırdayan Kafatasları’nda. (AB/TY)
Çatırdayan Kafatasları, Roger Van de Velde, Çeviren: Gül Özlen, Siren Yayınları, 92 s.