Haberin İngilizcesi / Kürtçesi için tıklayın
Yatılı okudum ben. Tam beş sene! Ve tüm yatılı okumuşlar gibi bununla gurur duydum. Olgunlaşma enstitüsü gibi geldi bana. ‘Ana kuzusu’ olmaktan oralar sayesinde çıktım. ‘Erkek’ oldum. İlk senemde sadece 11 yaşındaydım. Gözü yaşlı çıkardım evden, köşeden balkondan annem el sallardı. Ben de hüzünle giderdim okula. Sonra alıştım. Ben de o ‘cangılın’ bir parçası haline geldim. Sineklerin Tanrısı tadında bir tür terfi!
Erkek şiddetinin her türü vardı orada; her zaman güçsüzü ezmeye odaklanan... Mastürbasyonu bilmeyen çocuklarla dalga geçilirdi mesela. Biliyorum demesine rağmen ‘şüphe’ altındakilere zorla yaptırılırdı. Sesi çıkmayanların isyan ettirene kadar üstüne gidilirdi. Öyle Ölü Ozanlar Derneği falan değildi. Okul özeldi, ama ozanlık mozanlık hak getire...
Okulun son haftaları aşağı sınıflara serbest eziyet günleri olurdu. Gece uyuyanı ranzaya bağlamak mı dersiniz, memleketten gelen yemekleri dolabına saklayanın kilidini de, dolabını da kırmak mı... Yatılı kızlara sözde çaktırmadan ‘tacizler’ de vardı. İtişmeli kakışmalı ergen oyunları falan. Hatırladıkça terliyorum!
En çok zulüm görenler ise ‘Alamancılardı’. Okulda epey miktarda vardılar, arabesk dinlerlerdi, kız olanları ekstra özgüvenliydi ve ‘bize’, yani normallere göre ‘kıro’ ve ‘gıcıktılar’. Konuşmaları, müzikleri, kıyafetleri, her şeyleri demode bulunurdu ve fiziksel olan/olmayan pek çok şiddete maruz kalırlardı.
Sonra sporu keşfettik bir dolu oğlan çocuğu. Etüd öncesi-sonrası, öğle ve akşam yemeği arası... Hepsi top peşinde koşmak için bahaneydi. Sınıf maçları, gündüzlü-yatılı maçları vesaire.
Oynayamayanlar ezik sayılırdı. Basket ve futbol oynayamayacak kadar kötüysen sen nesin ki! Bu yüzden en yeteneksizler bile azıcık denerdi şansını. Hiç değilse sert girerlerdi, tekme sallarlardı, omuz atarlardı. Çalım atamayabilirlerdi ama yumuşak olmamalıydılar!
Ufak tefek bir adamımdır. Ama o ergenlik dönemi için şanslıydım, erken olgunlaşmıştım ve boyum herkesten önce uzamaya başlamıştı. O yüzden en kısalardan değildim. En kısalar, en zayıflar, en şişmanlar, en uzunlar... En çok onlar çekerdi. Hepsi alay ve psikolojik şiddet konusu olurdu.
Bu köşenin hakkını verip dürüst davranmalıyım. Ben de şiddet uyguladım. Hatırlıyorum, yatakhane turnuvasında yeteneksiz ve takımı zayıf düşürüyor diye bir çocuğa hep kötü davrandım.
Çukurova’da büyümenin hırtlığıyla bir kere üzerine de yürüdüm. Bence o muhallebi çocuğuydu, apartman velediydi. Şimdi ayrıntıları hatırladıkça utanıyorum.
Sonra yazlığımızın inşaatı bitti ve biz her sene Mersin’e gider olduk. Yatılı okul bitti, ‘Adanalılıkh’ başladı. Oğlan çocukları grubu. Futbol oynuyoruz, maçlara gidiyoruz, kavga ediyoruz, kızları kesiyoruz. En pis ergenlik, erkekleşme dönemi. Sivilce istilası altında, mastürbasyon kokulu çirkin yıllar. Üniversiteye gelene dek üstümden atamadığım bir gereksiz delikanlılık ve kasılma hali...
Bu anlattıklarım, teorik olarak, daha ‘nezih’ bir yatılı okul ve ergenlik anıları. Sonuçta İstanbul’da bir kolejden mezun olmuştum. Ama orası bile istisna falan değildi. Üç aşağı beş yukarı genel oğlan çocuğu kültürü buydu biz büyürken.
Bugün tribünleri dolduran ve her daim şiddete meyleden, bir araya gelince linç havasına giren, küfür-kıyametsiz konuşmayan o ‘güruhu’ düşünün.
Onlar, bu erkekleşme kültürünün bir parçası işte. Kadınlarla temas etmeyen, sosyalleşmeyi sporla bulan, sadece kendine benzeyenlerle takılan ve farklı olan her şeyden nefret eden bir kitle. Kendi başına konuşamayan ama tezahüratlarla kabadayılık yapmayı ‘karakter’ sananlar...
Buna bir de, bir türlü çocukluktan çıkamayan, o içindeki ergene bir anlam atfeden, futbolu ‘özeli’ zanneden, tribünleri meşru maçoluk alanı diye tanımlayan büyümüş/büyüyememiş ergenleri ekleyin.
Dillerden düşmeyen ‘adamlık’ muhabbetini ekleyin.
Durumun vahameti daha da genişliyor. Artık sınıf, kimlik falan da kâr etmiyor. Koca koca insanlar, ne eğitimli adamlar, sanatçısından öğretmenine herkes bu maçoluğu yeniden üretiyor. Tribün kültürü diye yüceltilen ‘arkadaş ortamı’nın karanlık yüzü bu!
Geriye dönüp bakıyorum, evet yatılı okumuş olmaktan gurur duyuyorum hâlâ. Sanırım benim de içinden çıkamadığım ergenlik ve erkeklik sendromu da bu.
Orayı bir olgunlaşma yeri gibi tanımlamakla testosteron merkezi olarak görmek arasında çok ince bir çizgi var. Umarım hangi tarafta durduğumu artık iyi ayırt ediyorumdur.
Umarım bir zamanlar, birçok kişiye çok zulüm etmemişimdir. Çünkü herkes böyleydi, ama ben farklıydım dönemi değildi o. Herkes aynı şeydi!
Oysa asıl bunu değiştirmek lazım. O kabuğu, o kimliği yıkmamız gerek. Dünden bugüne miras bu erkeklik gösterilerini sorgulamadan, cinsiyetçiliğin sürekli ve yeniden üretim merkezi olarak futbolu, ergenliği eleştirmeden bir yere varmak zor.
O gün değilse de bugün artık bunu yapmanın zamanı gelmedi mi? (BE/ŞA/APA)
* Görseller: Kemal Gökhan Gürses