Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi, Ocak 2021'den bu yana toplanıyor. 10 Nisan'da başlayan panellerin beşincisi "Adli Tıp Kurumu Çerçevesinde Ölülere Saygı ve Adalet" idi.
"Adli Tıp Kurumu Çerçevesinde Ölülere Saygı ve Adalet" paneli 18 Aralık 2021'de gerçekleşti. İnsan Hakları Derneği Genel Başkan Yardımcısı avukat Eren Keskin'in moderetörlüğündeki programa Adnan Orhan, avukat Rengin Ergül ve Adli Tıp uzmanı Prof. Dr. Ümit Biçer katıldılar. Bu dizimizde paneldeki konuşmaların çözümlerini yayımlıyoruz, panelleri kayıttan da izlemek mümkün.
"Türkiye'de ölülere yönelik şiddet", "Farklı İnançlar cenazelere ve mezarlıklara saldırıları konuşuyor", "Hukukçular Ölüye Saygı ve Adaleti Konuşuyor" , "Basında Ölülere Yönelik Şiddetin Yeri" başlıklı panellerimizi de buradan okuyup, izleyebilirsiniz.
Bizler, insan hakları savunucusu avukatlar olarak, girdiğimiz işkence davalarında ölüm olaylarında adli tıbbın tek resmi bilirkişi olarak olumsuz rolünü hep yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz.
Maalesef Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tek bilirkişi olmasını sorunlu bulmasına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti yargısı, açık bir cezai hüküm olmamasına rağmen kararlarında Adli Tıp Kurumu'nu tek resmi bilirkişi olarak kabul ediyor. Çünkü Yargıtay içtihatları bu yönde.
Bu nedenle çok sorun yaşıyoruz. Burada Adli Tıbbın ölüm ve işkence olaylarındaki rolünü tartışıyoruz. Adli tıbbın rolünü en yakıcı biçimde yaşayan aileler adına Adnan Orhan ilk konuşmacı.
Yine insan hakları savunucusu avukat arkadaşımız Rengin Ergül ve insan hakları savunucusu ve Adli Tıp hekimi Prof. Dr. Ümit Biçer de konuyla ilgili kendi alanları üzerinden konuşacaklar. Birlikte tartışacağız.
İnsan hakları haftası içinde Garibe Gezer’i kaybettik ve ayrıca dört hasta mahpus Abdülrezzak Şuyur, Halil Güneş, Salih Toğrul ve İlyas Demir de yaşamlarını yitirdi. Adli Tıp hepsi için cezaevinde kalabilir raporu vermişti. Cezaevlerinde böyle 1605 hasta mahpus daha var. Maalesef Adli Tıp raporlarıyla ceza evinde kalmaya devam ediyorlar.
Katkılar
Şebnem Korur Fincancı'dan
Adli Tıp'ın özerkleşmesi
Gerçekten hem başta dinlediğimiz öykü hem de hukuk ve adli tıp boyutunu değerlendirmek çok kıymetliydi, aslında nasıl bir çalışma yürütülmesi gerektiğine dair de ipuçları verdi.
Adli Tıp Kurumu (ATK) dediğimiz özellikle devletin, devlet aktörlerinin işlediği iddia edilen suçlarda aklamaya dönük çalışma yürüten bir yapı. Sevgili Ümit'in (Biçer) de dediği gibi. Dolayısıyla bu kurum özerkleşmeden bilimsel çalışma yürütebilme olanağı yok. Özerkleşme de, kaçınılmaz olarak, siyaseten değişimi gerektiriyor.
Ne yapabiliriz? Bu koşullarda herkesin üzerinde ortaklaştığı bağımsız bilirkişi yapılanmalarının ve farklı sözlerin çoğalmasını sağlamaya çalışabiliriz.
Yakınlarını arayanların da bu süreçte yaşayacaklarını gözeterek destek mekanizmalarını işletemediğimiz koşullarda giderek daha teknikleşen süreç o acıyı hissedemememize de yol açacaktır. O yüzden çok boyutlu bir çalışmaya ihtiyaç var. Öyküsü ve makroskopisi ile yani bir bütün olarak olgunun değerlendirilmesi gerekiyor. Bu çalışmanın sahada bu acıları yaşayanların desteklenebileceği rehabilitasyon programlarıyla yürümesi gerekiyor.
Tabii ki bağımsız olmasına ihtiyaç var ama siyaseti değiştirmeden kurumdan medet ummak olanaklı değil ne yazık ki, bunu da aklımızda bulunduralım lütfen.
Adli Tıp devlet kurumu olmak zorunda mı?
Hayır ama otoriter yönetimleri Adli Tıp Kurumu'nu resmi bilirkişilik yapılanması olarak tercih ediyor. Pinochet’nin darbeyle Şili'de iktidar olunca "devletin kirli çamaşırlarını yıkamak için bana bir çamaşır makinesi gerekir. Bunun için ben adli tıp kurumu oluşturdum" demesi hepimizin hafızasında.
Türkiye’de de 1980 askeri darbesiyle Adli Tıbbın mevcut yapılanmasının yolu açıldı, mevcut yapılanma tek otoriter bir yapılanma olarak ortaya çıktı. Kıta Avrupası’na resmi resmi bilirkişilik yapılanması yok; üniversiteler, bu alanda çalışan adli birimlerin farklı disiplinlerinde yer alan insanlar ve kurumlar var, anabilim dalları var, enstitüler var.
"Siz yalnızca buradan karar alacaksınız" demek adil yargılanma hakkının da ihlali anlamına geliyor. Hukukçularla bunu zaman zaman tartışıyoruz, bilirkişilik konusunda hâkim özgürce o alandaki son çalışmaları yapan bu alanda deneyimine güvendiği kişilerden görüş alarak bir karar oluşturacaktır.
Siz bunu engelleyerek de aslında hâkimin bağımsız karar vermesinin önüne geçiyorsunuz ve bir anlamda bu coğrafyada yaşayan yurttaşların adil yargılanmasını engelliyorsunuz.
Soru
Cenaze teslim süreci
Uygulamada kafamıza takılan, bizi gerçekten zora kaçan birkaç çarpıcı örnek oldu. Şimdi öncelikle sembolik olarak Garzan'da karşımıza çıktı. Daha sonra Rengin Ergül'ün de özellikle atıfta bulunduğu sokağa çıkma yasakları sürecindeki cenazelerin kimsesizler mezarlığına gömülüp daha sonra yeniden kimlikleme işlemlerinin yapılmasına, aslında mezar yeri belli olan cenazelerin tekrardan usulsüz bir şekilde açılarak İstanbul Adli Tıp Kurumu'na gönderilip yeniden bir kimlikleme işlemine tabi tutulmasına sık sık tanıklık ettik.
Kimlikleme işlemi yapılan kişiler hakkında Adli Tıp her ne kadar savcılık yeniden talep ediyor olsa da yeniden bir kimlikleme işlemi yapmak zorunda mıdır? Bunu ölüye saygı ve yine ailelere eziyet bağlamında nereye koymalıyız diye açıkçası size sormak istiyorum.
Yeniköy Mezarlığı'nda kısa bir süre önce toksikoloji incelemesi yapılan ve Batman, Diyarbakır, Mardin gibi Cumhuriyet başsavcılıklarının etiketi olan birçok kan tüplerinin mezarlıklarda bulunması ile birlikte süreç başlatılmıştı. Mezarlıkta bulunan kan tüplerinin bilhassa 2015 ve 2016 esaslı olması acaba bu sokağa çıkma yasakları sürecine mi işaret ediyor?
Hazırladığımız raporla bunu ATK’ya sormuştuk. Ama Diyarbakır ATK yaklaşık dört aydır sessizliğini koruyor ve bu konuya dair hiçbir açıklama yapmıyor. ATK’nın böyle bir usulü var mıdır? Yani elde etmiş olduğu, adli tahkikat geçirilen kan tüplerinin bu kadar özensiz bir şekilde dışarıda herkesin uğrak yeri olan bir yerde, aslında tıbbi atık dediğimiz maddeleri, bu kadar açıktan bir yere koyabilir mi? Bunların özel bir imha süreci var mıdır?
Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi olarak çalışmalarımızda da atıfta bulunduğumuz Agit İpek'in cenazesi bizim açımızdan son derece vurucu bir örnek teşkil etti. 2017'de çatışmada hayatını kaybeden Agit İpek’in 2019'da kimliği belli oldu. Ama aile yaklaşık üç defa kan vermek zorunda kaldı. Cenazenin Malatya, İstanbul ve Dersim olmak üzere üç yere gidip geldiğine dair savcılıklar tarafından bir geri dönüş alındı.
Ve nihayetinde son verilen kan örneği ile birlikte iki yıldır kimliği belli olan cenazenin İstanbul Adli Tıp Kurumu'nda olduğu ortaya çıktı. Ve İstanbul Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Cumhuriyet başsavcılığı aracılığıyla aileye Adli Emanet'ten cenazenizi alabilirsiniz diyerek bir kargo paketiyle cenazesini gönderdi.
İnisiyatif'te adalet ve saygı vurgusunu yaptığımız noktalardan birisi de buydu. Adnan Orhan da söyledi, cenazelerimizi bir çuvalla bize gönderdiler. Adli Tıp açısından değerlendirdiğimizde bu olağan bir hale mi getiriliyor? Yani bir çuvalla, bir kargoyla cenazenin teslim edilebilmesi olağan bir şey midir?
Adli Tıp Kurumu'ndaki hekimler "ölüye saygı ve adalet" meselesinde nasıl bir tartışma yürütüyor? Acaba saygı dediğimiz kavramı bu cenaze teslimi süreçlerinden başlatabilir miyiz?
Ümit Biçer yanıtlıyor
Adli Tıp düzenlemeleri
Bir bilirkişi görüş istenen bir konuda görüş bildirirken daha önce inceleme yapmış olduğunu, bu incelemelerle ilgili yapılacak başka bir şey olmadığını belirterek tekrar incelemeye gerek olmadığını söyleyebilir, yazışma yapabilir. Dolayısıyla, "ikinci kez tekrar değerlendireceğim" tarzında tutum alması uygun değil.
Böyle bir incelemeyi reddedince savcılık da buna riayet etmek durumunda kalıyor. Kaldı ki Adli Tıp Kurumu'nun devlet üzerinde de bir yetkisi olduğu için "ikinci bir incelemeye gerek görülmedi" dediğinde hiçbir şeye ihtiyaç kalmaz.
Adli Tıp'ta yapılacak işlemlerin, Adli Tıbba gönderilecek cenazelerin, örneklerin nasıl gönderilmesi gerektiğine dair düzenlemeler var. Bu düzenlemelerde hangi örneğin nasıl yollanacağını hangi koşullarda yollanacağı ve bu koşullara uygun olmazsa Adli Tıp tarafından kabul edilmeyeceği belirtiliyor.
Keza adli tıptaki değerlendirmesi tamamlanan örneklerin de nasıl, ne kadar süre saklanacağı ve imha koşullarının ne olması gerektiği belirtiliyor. Adli tıp zaman zaman bu değerlendirmeleri yapmamakta. Hem kendisine gelen örnekleri hem de değerlendirmesi tamamlanan örnekleri geri yollarken bu usule uygun hareket etmiyor.
Bu tür durumlarda Aslında değerlendirilen örneklerin bir insana ait olduğu, insan bedenine ait parçaları yollama şeklini, bunun ailelerin eline ulaştığında onlarda yaratacağı duygunun hissedilmesi, değerlendirilmesi yeni bir tramvaya yol açmaması gerekiyor.
ATK'nin kılavuzlarında sözü edilen hususlar yerine getirilmediği takdirde avukatlar suç duyurusunda bulunabilir. Adli Tıp, değerlendirmelerinde işin teknik kısmını yerine getirse bile bu tür değerlendirmeleri yapmaktan uzak bir yaklaşım sergiliyor.
Biz de Adli Tıp’ta asistan olduğumuz süreçte Bosna’ya gidene kadar aslında bu değerlendirme süreçlerinin ne olduğunu sorgulamak, tartışmak değiştirmek konusunda büyük bir çaba içine girmemiştik. Ne zamanki Bosna’da toplu mezarlardan çıkarılan cenazelerin onlara ait giysilerin, onların giysilerinin üzerinden çıkan şahsi eşyaların ne anlama geldiğini, nasıl teslim edilmesi gerektiği konusunda bir değerlendirme yaptıktan sonra, böyle bir duyguyu daha çok hissetmeye ve tartışmaya başladık.
Daha farklı örnekleri, daha farklı yerlerde bağımsız heyetlerle gerçekleştirilebileceğini göstermeliyiz. Bunun için de bütün süreçleri, eğer bir ölümle ilgili hadiseyse, yalnızca aileler, avukatlar ve hukukçular gibi belli bir sınırda değil, toplumun diğer kesimlerinin de hissetmesi gerekiyor.
Soru/ Hişyar Özsoy
Okuryazar olmasa da DNA'yı biliyor
Vekiller olarak ailelerle birlikte cenazeler alma konusundaki Adli Tıp süreçlerini takip etmeye çalışıyoruz. Adli Tıp süreçleri giderek daha teknik bir kurum gibi ele alınıyor. Biz de bazen o yanılgıya düşüyoruz. Adli Tıp'ın ne kadar politize bir kurum olduğunu ve adalet mücadelesinde "hakikat" kurmak için çok merkezi bir kurum olduğunu şu an çok daha iyi görüyoruz. Bu sadece cenazelerle ilgili mesele değil. Yakın zamanda hasta tutsaklarla ilgili de çokça tartışmalı kararlara imza attılar.
Biri de Aysel Tuğluk'un durumuyla ilgiliydi. Dolayısıyla Adli Tıp devletin kurduğu, belli bir hakikat rejimini oturttuğu, ürettiği ve alternatif olabilecek hakikat rejimlerinin de üstünü kapattığı son derece kritik bir kurum olarak karşımıza çıkıyor.
Formel adli süreçlerle de ilgili olduğu için Adli Tıp sonuçları, kararları, çalışmaları en nihayetinde de devletin içerisinde, en fazla belki biraz da özel olabilir ama devlet dışı daha bağımsız, daha özel oluşumların en azından adli süreçlere etkisi ne kadar olur bilmiyoruz.
Türkiye’deki devlet geleneğini, adli süreçleri falan düşünürsek, haklı olarak bu kurumun mümkün mertebe özerkleştirilmesi, iktidarın o cenderesinden çıkarılması [gerekiyor].
Bizim birçok "annemiz" yani "ailemiz" okuma yazma bilmiyor. Cenazelerini arayan ailelerimiz, çok tuhafıma gitmişti DNA'yı biliyorlar, bu üç harfi çok biliyorlar. Okuma yazma bilmeseler de DNA gibi tıbbi bir kavramı biliyorlar bir şekilde. Çünkü "gidip DNA verdim" diyorlar.
DNA'nın bir şekilde çocuğunun cenazesine dair bir bilgi olduğunu bilebiliyor. Bu Kürt ailelerin, okuma yazma bilmeyen çok yaşlı ailelerin, DNA’yı, bu üç harfi bu kadar ezberlemiş olması, bu harflere hiç yabancı olmadan bu süreçlerin içerisine girmesi de beni şahsi olarak bayağı etkilemişti.
Türkiye’de aktif savaş koşulları olduğu için cenazelerin özellikle alınması konusunda bu kadar sıkıntı yaşıyoruz.. Benzer deneyimler Literatür’de başka alanlarda var mı? Bir kıyas var mı? Yoksa gerçekten burada tekil bir durumla mı karşı karşıyayız? Eğer varsa da buranın özgünlükleri nelerdir, kıyaslamalı olarak düşünürsek!
Yanıt
Dünya örnekleri
Sonuç olarak, kayıpların aranma süreci o ülkedeki demokrasi mücadelesi, o ülkedeki toplumsal muhalefetin pozisyonu ve ülkenin bir silahlı çatışma içinde olup olmaması veya orada mevcut bir devletin bulunmaması ile çok yakın ilişkili.
Otoriter bir yönetimin olduğu yerde kayıplarla ilgili süreçlerde, mezarlarla ilgili araştırma süreçlerinde, kısmi benzerlikler olduğunu söyleyebilirim. Biz gittiğimizde Bosna çatışma sonrası tamamen bir savaş ortamıydı ve her hangi bir devletin egemenliğinden söz etmek mümkün değildi. Birleşmiş Milletler'in müdahalesi söz konusuydu.
Birleşmiş Milletler'in askeri gücü oradaki hayatı kontrol ediyordu, düzene sokuyordu. Orada mezarlarla ilgili çalışmalarda sorumluluk BM'nindi. Ama çok güçlü bir otoriter yönetimin olduğu yerlerde, bunu örneğinin Türkiye olduğunu düşünüyorum, devlet çatışmayı desteklediği veya silahlı çatışmaların varolduğu ortamlarda mezarlarla ilgili süreçlerin değerlendirme usullerini unutuyor.
Uluslararası standartlar yerine, keyfi tutumlar ve bir anlamda mezarsız bırakma cezalandırma, düşmanlaştırma politikalarını hem yaşayan hem de ölen insanlar üzerinde de uyguluyor diye söyleyebilirim.
Dolayısıyla bu sorun dünyadaki coğrafyaların sorunu gibi gözükmüyor daha çok bir coğrafyadaki iktidarın niteliği o ülkedeki ötekileştirme, düşmanlaştırma, etnik, inanç, cinsel kimlik üzerinde buluşturduğu baskıya göre şekilleniyor diyebilirim.
Soru
Minnesota Protokolü
Aileler mezar açma başvurusu yaptıklarında Adli Tıp sürecinde kaç günde netleşiyor? Minnesota protokolünün bir B.M insan hakları yüksek komiserliği protokolü olması bakımından devletleri bağlayıcı niteliği var mı? Uygulamada bir dayanak teşkil ediyor mu?
Adli Tıp meselesinin yani adli tıp raporlarının süreci bağlayıcılığı önemli bir şey ama belki dünya örneklerine baktığımızda örneğin İspanya’da ya da Latin Amerika ülkelerinde, şiddetin yoğunlaştığı başka yerlerde adli tıp raporlarının süreci önemli oranda değiştirdiği örnekler var mı, ya da ne kadar önemli bir role sahip?
Şebnem hoca "özerk bir adli tıp kurmak rejimin değişmesi ile mümkün olabilir" dedi. Ama şu an "kadına yönelik" suçlardan hasta tutsaklara ve ölülere yönelik şiddete kadar bu adli tıp çok etkili bir noktada ve biz durum böyleyken özerk bir yer inşa etmeden bu kurumu nasıl değiştirebiliriz, ya da bu kurumu değiştirmeden ne yapabiliriz? Belki ölüye saygı inisiyatifinin de önemli bir sorusu olarak önünde duruyor. Ne yapılabilir?
Örneğin Amsterdam’daki Soykırım Araştırma Merkezi’nde Holokost üzerine çalışıyorlar ve hemen sonrasında delil toplama üzerine işler yapıldı. Tabi ki TİHV gibi kurumlar, diğer kurumlar bu alanda çokça iş yapıyorlar. Hukukla ilgili, psikoloji süreciyle ilgili ama sadece adli tıp üzerine çalışan kurumlar inşa etmemiz mümkün mü?
Yanıt
Mezar açma
Mezar açma konusunda Adli Tıp direkt sorumlu değil sizin dediğiniz gibi. Savcılığa başvuru yapıldıktan sonra savcılık gerekli çalışmaları yapıyor, taraflara bilgi veriyor. Eğer bir taraf söz konusuysa bununla ilgili olarak uzman, gerekli ekipmanı, güvenlik önlemleri temin ettikten sonra orada aranacak cenaze sayısına bağlı olarak bunu çok kısa süre içinde tamamlayabilir.
Teorik olarak bakınca gidilecek yerler belli, uzmanlar hazır, bunla ilgili olarak güvenlik vs. gibi problemler söz konusu ise yani aynı gün içinde dahi bir mezar açılabilir. Ama bir mezar açılırken orada suç delilerinin de var olabileceğini, yalnızca bir cenazenin çıkarılıp kayıp bir kişiden söz ediyorsak, yalnızca DNA incelemesi yapmak için örnek almayacaksak bu sürenin de en az yani toprağın özelliğine göre, kazılmaya göre 7-8 saat olabileceğini söyleyebilirim.
Mezar açma süreci Türkiye’de niye uzun? Savcılıkların bu konudaki tutumları, buraya çağrılan uzmanlarla ilgili eksiklikler bazen kurumdan İstanbul’da uzman çağrılmak istenmesi gibi nedenlerle süre gecikmesi yaşanabiliyor.
Bir mezar açıldıktan sonra, tek bir mezardan söz ediyorsak, uygun bir merkezde onunla ilgili incelemelerin tamamlanması ve akabinde yakınlarına bilgi verilmesi DNA incelemesi de yapılacaksa bir haftalık 10 günlük bir süre tutabilir. Daha uzun sürmez ama o merkezin iş yoğunluğu, olanakları bu sürenin uzamasına yol açabiliyor.
Minnesota protokolünün bağlayıcılığı var mı? Birleşmiş Milletlerin bu protokollere ulusal yargı, uluslararası yargı mekanizmaları tarafından raporlara içselleştirerek oradaki çalışmanın standartları için referans gösterilerek kullanılıyor. Ve ölümlerle ilgili incelemelere AHİM‘in çok sayıda kararında hatta Anayasa Mahkemesi’nin de bazı kararlarında Minnesota otopsi protokolüne atıf yapıldığı, incelemenin buna göre yapılmadığı için hukuki yönlerde eksikler bulunduğu, davanın bozulduğunu söyleyebilirim. Ağırlıklı olarak yargı organlarını ulusal ve uluslararası mahkemeler kararlarıyla, pratikte de daha çok Minnesota bağlayıcılık kazanıyor.
Mevcut adli tıp kurumunun tabi ki bilimsel olması, standartlara uygun davranması için müdahale etmekte yarar var. Onlarla ilgili çaba sürdürmekte yarar var. Ama biz Adli Tıp Kurumu'nun vermiş olduğu kararlara rağmen geçmişte de bugün de hatta kurum içinde çalışan uzmanlar da alternatif görüş belirttiler.
Sonrasında kurumun blok halinde karar verdiği durumlarda uzmanlık derneği, adli tıp anabilim dalları TİHV, Türk Tabipler Birliği gibi heyetler aracılığıyla biz bağımsız görüş oluşturarak adli tıbbın verdiği kararlara alternatif kararlar verdik ve kimi olaylarda adli tıbbın kararı geçersiz olarak kabul edildi.
Yargı Adli Tıp kararını tanımadı. Mesela açlık grevleri sürecinde Vernike Korsakof'la ilgili olarak Adli Tıp Kurumu blok kararlar vermeye başlamıştı. Hiç kimsenin hasta olmadığını söylüyordu o dönemde.
İstanbul Tabip Odası, TİHV ve Adli Tıp Uzmanları Derneği olarak ortak verdiğimiz raporlarla Adli Tıp Kurumu'nun bu raporlarına itibar edilmemesi gerektiği söylendi. Çok sayıda örnekler de var.
Laboratuvar oluşturmak için de enstitüler, üniversiteler kendilerini bu yönde geliştirmek için çaba gösteriyorlar. Dolayısıyla biz adli tıbbın kararlarını her durumda bağımsız uzmanlardan alacağımız görüşlerle meseleyi tartışılır hale getirip bu konulardaki tahakkümü sorgulatabiliriz. Toplum üzerinden de bu kararların taraflılığı, bilimsel olmadığına dair bir kanaat oluşturabiliriz diye düşünüyorum.
İnisiyatif hakkında/ Derya Aydın
Şu anki çalışmamız aslında Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi girişimi. İnisiyatifi kurma çabası yürütüyoruz. O nedenle bütün katılımcıların çalışmaya dâhil olmasının, bu çalışmaya katkısının büyük olacağını belirtmek istiyorum.
Bu çalışmayı yaklaşık bir yıla yakın bir süredir yürütüyoruz. Diyarbakır'da ve İstanbul'da çeşitli toplantılar alındı. Daha sonra pandemiden kaynaklı online toplantılar aldık. Şimdiye kadar inisiyatif içerisinde yer alanlarla geniş katılımlı dört ayrı toplantı aldık. İnisiyatifin içerisinde uzun zamandır bu alanda mücadele yürüten aileler var.
Medeniyetler Beşiğinde Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (MEBYA-DER) ve Anadolu Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (ANYAKAY-DER) gibi çatışmalarda hayatını kaybeden kişilerin ailelerinin oluşturduğu kurumlar var.
Biliyorsunuz, 1990'lı yıllardan beri, Cumartesi Anneleri ve Barış Anneleri gibi inisiyatifler oluştu, ölülerinin peşine düştü ve ne yazık ki hala ölülerine ulaşmaya çalışıyorlar. İnisiyatifin içerisinde İnsan Hakları Derneği (İHD), Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD), Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV), gazeteciler, hak savunucuları, hak örgütleri ve akademisyenler yer alıyor.
İnisiyatif bünyesinde bir sekretarya, çeşitli komisyonlar oluşturduk. Arşiv ve Belge Komisyonu birçok kurumca yürütülen çalışmaları ve bu alandaki bilgileri, belgeleri kayıtları ve raporları ortaklaştırmayı amaçlıyor. Hukuk Komisyonu'nda farklı kurumlardan hukukçuların yanı sıra bağımsız hukukçuların da yer almasını istiyoruz.
Basın Komisyonu'nda gazetecileri bir araya getirmek istiyoruz. Basında yer alma biçiminin nasıl olduğu, kamusal alanda nasıl tartışıldığı da önemli. Örgütleme Komisyonu süreci beraber yürütmeyi sağlamak amacıyla oluştu. Panellerimizi takip eden ve inisiyatif çalışmalarına dahil olmak isteyen herkes ayrıca bu komisyonlarda yer alabilir ve çalışmanın bir parçası olabilir.
Panelleri Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi'nin çalışmasını örgütlemek ve bu alanda çalışan kesimlere ve kişilere ulaşmak için bir yöntem olarak belirledik. Ayrıca bu süreçte kamusal alanda bu meseleyi konuşmaya başlamanın da bir aracı olarak düşündük.
'Türkiye'de Ölülere Yönelik Şiddet' başlıklı Nisan 2021'de düzenlediğimiz panelde kayıp yakını Ahmet Aslan (Dedim ya; acıları hissedelim), Hişyar Özsoy (Devlet ölümlerin hayatla bağını koparmaya çalışıyor) ve Özgür Sevgi Göral (Zorla kaybetmeler, 9 ülke, şiddet ve mücadele) konuştular. .
Ölülere yönelik şiddetin hukuki boyutu, adli tıp süreçleri, ölülere yönelik şiddetin basında yer alma biçimi, hafıza ile ölüm arasındaki bağ, akademide nekro-politikanın nasıl ele alındığı ve ailelerin deneyimleri gibi konulardaki panellerimizin tarihlerini ve duyurularını paylaşacağız.
Sürecin sonunda, İnisiyatifi açıklayacağımız geniş katılımlı bir toplantı/ konferans örgütlemek istiyoruz. Herkesi çalışmanın parçası olmaya davet ediyoruz. (Lİ/AI/APK/KU)
* 21 Ağustos 2021'de webinar olarak gerçekleşen “Adli Tıp Kurumu Çerçevesinde Ölülere Saygı ve Adalet" paneli kayıtlarını Leyla İşbilir yazıya döktü, İnisiyatif'ten Ayhan Işık yayına hazır hale getirdi. Metindeki arabaşlıklamayı bianet yaptı. Manşet görseli ve metin görsellerini Korcan Uğur düzenledi. Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi'ne çalışmayı bianet'te yayımlama imkanı verdikleri için teşekkür ediyoruz. e-posta: [email protected] |
Adli Tıp Kurumu Çerçevesinde Ölüye Saygı ve Adalet
Adli Tıp Kurumu nasıl, nasıl olmalı?/ Prof. Dr. Ümit Biçer
Yaşam Hakkı ihlali soruşturmaları ilgili yasaları ihlal ediyor/ Rengin Ergül
30 yıldır kemiklerimizi bir mezara koyamadık/ Adnan Orhan
"Ölüye saygı ve adalet"te Adli Tıp/ Eren Keskin