Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi, Ocak 2021'den bu yana toplanıyor. 10 Nisan'da başlayan panellerin beşincisi "Adli Tıp Kurumu Çerçevesinde Ölülere Saygı ve Adalet" idi.
"Adli Tıp Kurumu Çerçevesinde Ölülere Saygı ve Adalet" paneli 18 Aralık 2021'de gerçekleşti. İnsan Hakları Derneği Genel Başkan Yardımcısı avukat Eren Keskin'in moderetörlüğündeki programa Adnan Orhan, avukat Rengin Ergül ve Adli Tıp uzmanı Prof. Dr. Ümit Biçer katıldılar. Bu dizimizde paneldeki konuşmaların çözümlerini yayımlıyoruz, panelleri kayıttan da izlemek mümkün.
"Türkiye'de ölülere yönelik şiddet", "Farklı İnançlar cenazelere ve mezarlıklara saldırıları konuşuyor", "Hukukçular Ölüye Saygı ve Adaleti Konuşuyor" , "Basında Ölülere Yönelik Şiddetin Yeri" başlıklı panelleri de buradan okuyup, izleyebilirsiniz.
Ben Kürdistan'da yaşanan vahşetlerden mağdur olan ve ciddi anlamda zarar gören aileler içinden bir kişiyim. Babamların olayını sizlerle paylaşmak istiyorum. 24 Mayıs 1994 yılında, Diyarbakır'ın Kulp ilçesi Çağlayan köyünde Bolu'dan geldiklerini söyleyen askerler babamı, amcamı ve kuzenimi gözaltına aldılar.
Askerler Bolu’dan geldiklerini ve buraları, yani köyü, çevreyi bilmediklerini söyleyip, Babam Mehmet Selim Orhan, amcam Hasan ve kuzenim Cezayir Orhan’ı kendilerine yol göstermeleri için alıp götürdüler. Ailecek biz buna karşı çıktık ama karşı çıkmalarımız maalesef para etmedi ve alıp götürdüler.
Aynı zamanda aile fertlerine ciddi hakaretler yapıldı. Silah dipçikleriyle yani fiziki bir müdahale ile hepimizin canını yakarak babamları gözaltına aldılar. Daha sonra biz arayışlara girdik, karakola başvurduk, daha doğrusu bağlı bulunduğumuz karakola sorduk, "biz gözaltına almadık" dediler.
IHD |
Kulp Jandarma Komutanlığı'na başvurduk, "biz almadık" dediler. Dönemin OHAL [Olağanüstü Hal] Valiliği'ne başvurduk, "biz almadık" dediler. Nereye gittiysek gözaltına aldıklarını hiçbir şekilde kabul etmediler.
Tabi bu yıllarca sürdü ve arayışlarımız devam etti. Neticede Bolu’dan geldiklerini söyleyen, komutanlarının yukarıda olduğunu söyleyen askerler, "buraları bilmiyoruz götüreceğiz bize yol gösterecekler tekrar geri bırakacağız" dediler, ancak bir daha geri bırakmadılar.
Bizim arayışlarımız sürerken, o dönem bir haber geldi, bölgede çok yoğun operasyonlar vardı; özellikle Kulp-Lice-Genç üçgeninde. Köyümüz de Kulp-Lice-Genç üçgeninde. Bölgede savaş uçakları helikopterlerle sürekli operasyonlar oluyor ve bombalar atılıyordu ve gözaltına alınan her kim olursa olsun bir daha geri bırakılmıyordu.
Bu dönemde, Kulp'un Bağcılar diye bir köyü var, Bağcılar tarafında sekiz insanın katledildiği, kurşuna dizildiği ve benzin dökülerek yakıldığı haberi geldi. Ben küçüktüm 12 yaşındaydım, benim gitmeme izin vermediler ancak sağ kalan bir amcam ve köylüler toparlanıp olay yerine gittiler.
Olay yerine gittiklerinde bu kişilerin üzerinde gerilla kıyafetleri olduğu ve benzin dökülerek yakıldığını ve böylece cenazeleri teşhis edemediklerini söylediler. "Bizimkiler değil" dediler, geri döndüler, geldiler. Daha sonra olayın peşini bırakmadığımız gibi, sonraki dönemde ortaya çıktı ki olay orada yaşandığı zaman insanlar tanınmayacak halde olduğu için köy muhtarı Kulp’a jandarmaya gidip başvuruyor.
Daha doğrusu "burada cesetler, cenazeler var" diyor. Kulp'ta da buna "gelin helikoptere binin, nerede yaşanmışsa olay yerine gidelim" diyorlar, Muhtar da "ben size güvenmiyorum" diyor, kendi arabasıyla olay yerine gidiyor ve köylüleri çağırıyorlar. Askerler helikopterle olay yerine gidiyor, birkaç jandarma ile birkaç köylüyü çağırıp bir çukur kazıyorlar ve bu sekiz insanın kemiklerini bu çukurun içine koyuyorlar.
Tabii yıllar geçti, bizim arayışlarımız devam ederken hiçbir cevap alamadık yani devletin kurumlarına, güvenlik güçlerine yaptığımız bütün başvurular cevapsız kaldı ve dediğim gibi o bölgede çok sık operasyonlar yaşandığı için başka gözaltına alınan çok kişi vardı.
Sigara tabakası
Bir gün gazetede gördüğü bir haberde Kuddusi Adıgüzel adında bir kaybın ailesi bu bahsettiğim mezarlık için gidip savcılığa başvuruyor 2004-2005 yıllarında ve bu başvuru sonucunda savcılık mezarlığı açmaya karar veriyor.
Tabii mezarı nasıl açıyorlar? Gidiyorlar nasıl o çukuru kazmışlarsa aynı şekilde kazma kürekle çukurun üstündeki toprağı açmaya çalışıyorlar. Açıyorlar, ellerine geçen ne kemik varsa, kafatası, bel kemiği ya da kalça kemiği, her ne varsa hepsini alıp bir torbanın içerisinde koyup İstanbul Adli Tıp'a gönderiyorlar.
İstanbul Adli Tıp Kuddusi Adıgüzel’in ailesi ile karşılaştırma yapıyor. Kendilerine ait olmadığını söylüyor. Biraz önce bahsettiğim köylüler olay yerine gittikleri zaman, köylülerden biri, babam kaçak sigara içerdi, babamın kaçak sigara tabakasını orada görüyor. Sigara tabakasını açtığı zaman, bakıyor kaçak sigara tabakasının içinde bir leke görüyor, kararmış bir leke.
Diyor ki bu Mehmet Selim'in sigara tabakasıdır. "Çünkü ben içiyorum ve o sigara tabakasında çok sigara içmişim" diyor. Birileri buna inanmak istemiyor. Amcam ve diğerleri "yok" diyor, "Bizimkiler değil çünkü tanınmayacak şekildedir".
"Babanı gördüm"
Bunun üzerine, bu haberi gördükten sonra, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı'na avukatlarımız aracılığıyla, İnsan Hakları Derneği aracılığıyla başvuruda bulundum. Dedim ki "biz bu açılan mezarlıkla ilgili bir DNA karşılaştırması yapılmasını istiyoruz".
Tabii bu DNA karşılaştırması için kan örneklerimiz alındı, İstanbul Adli Tıp'a gönderildi ve kemiklerin orada olduğu söylendi. Bahsettiğim geçen süre içerisinde arayışlarımız devam ederken, Lice Yatılı Bölge Okulu’nda babamlarla beraber gözaltında kalan bir tanık, babamları orada gördüğünü ve kendilerine çok ciddi işkenceler yapıldığını, kendisinin de o dönem gözaltına alındığını, ancak bir doktor akrabası devreye girdiği için kendisini Urfa cezaevine gönderdiklerini söyledi.
Ve dedi ki "ben babanı orada gördüm". Babamları tanıyordu. Niye sizi getirdiler, yani suçlama nedir, diye sormuş? Babanlar şunu dediler, “hiçbir şey, yani herhangi bir suçlama yoktu. Geldiler dediler ki biz Bolu'dan gelmişiz ve buraları bilmiyoruz bize yol gösterin diyerek aldılar daha sonra da buraya getirdiler ama kaç gündür çok ciddi işkenceler yapılıyor bize”.
Cezayir kuzenim daha 17 yaşındaydı o zaman. Cezayir’i sordum, Cezayir adeta dili tutulmuş artık konuşamayacak haldeydi. Çünkü çok kötü işkenceler yapılıyordu. Elektrik, soğuk su, benzer şeyler yapılıyordu.
Hatice Kamer |
Tanıklar
Aynı zamanda Liceli bir aile vardı, beş kişi oradaydılar, Bulut ailesi. "Bu aileyle de" diyor "ben orada aynı şekilde karşılaştım". "Daha sonra" diyor "amcan Hasan’ı koridorda lavaboya giderken gördüm". Demişler ki, "sizi götürüp kamera önünde çekeceğiz ve daha sonra bırakacağız".
Daha sonra bizim yaptığımız bu takip ya da bu en azından arama, olayın yaşandığı bölgede köylülerin yani Bağcılar'ın Kevirê Kog dediğimiz sekiz on evin olduğu bir mahallede gidip görüştüğümde oradan bir anne şunu söyledi:
"Bir akşamüstü buralarda askerler vardı, operasyon vardı, bir helikopter Lice tarafından geldi. Kevirê Kog'a iniş yaptı, insanları indirdi, Kulp'a gitti, Kulp'tan tekrar geldi, iniş yaptı ve daha sonra çekti gitti.
Ama öncesinde, dedi ki "askerler gelmiş burada şunu söylemişler, köylülere bir ikazda bulunmuşlar, hayvanlarınız gelmemişse bile dışarı çıkmayın, teröristler var burada, çatışma olacak, çatışma yaşanacak". Ve bu helikopter gittikten sonra beş on dakika sonra silah sesleri geldi. Silah sesleriyle beraber insan çığlıkları geldi ve daha sonra çok ağır bir koku geldi.
Olay zaten üç yüz, dört yüz metre evlere uzaklıkta yaşanmış bir olay ve daha sonra da "biz bir şey duymadık gece oldu. Sabahleyin çocuklar hayvanları otlatmak için götürdüklerinde, gittikleri gibi geri geldiler, burada öldürülen insanlar var, burada katledilen insanlar var" dedi. Bunu söylemeleri üzerine dedik ki biz köylüler olarak olay yerine gittik ve ne görelim insanlar tanınmayacak haldeydiler.
Hatice Kamer |
"Bizde değil"
Benim görüştüğüm bu tanığın söylemi üzerine Adli Tıp Kurumu'nda 2007 yılında bizim raporlar çıktı. Bu bahsettiğim mezarlıktakilerden birinin babam Mehmet Selim, diğerinin de amcam Hasan olduğu yönünde bir sonuç çıktı.
Kuzenimin DNA'sının tutmadığını söylediler. Tanığın söylemi üzerine Bulut ailesine de ulaştım ve Bulut ailesi de gelip kan örneklerini verdiler. Bulut ailesinin de aynı şekilde beş ferdi kayıptı. Üçünün DNA'sı tuttu, ikisinin DNA’sı karşılaşmadı, yani tutmadı şeklinde Adli Tıp raporu çıktı.
Bu Adli Tıp raporlarının çıkmasından sonra biz cenazelerimizi almak istedik, müracaatta bulunduk savcılığa dedik ki "bu kadar vahşi şekilde katledilen yakınlarımızın cenazesini istiyoruz".
Kulp Savcılığı bu cenazelerin [kemiklerin] kaybolduğunu söyledi. Daha önce açılan bu mezarlığın, ne şekilde açılmışsa, kazma kürekle açılıp ondan sonra birkaç kemik parçasını İstanbul Adli Tıp'a göndermişler bir torba içerisinde.
Ve bu geri gönderilirken yolda kaybolmuş, ya da çok önemsiz bir şey ya, bir yerlerde bir kenarlarda kalmış. Böyle olunca Kulp Savcılığı "bizde değil" dedi. "Diyarbakır Savcılığı'na sorun" dediler. Diyarbakır savcılığına müracaat ettik, "bizde değil" dediler. İstanbul Adli Tıp Kurumu'na yazdık, onlar da "bizde değil" dediler.
Savcılık hakkında suç duyurusu
Tam iki yıl boyunca biz kemik aradık. 2007 yılı ile 2009 yılı arasında bize yaşatılan bu vahşetler yetmiyormuş gibi artık kemik torbası da aramaya başladık.
En sonunda bir basın açıklaması yaptık, dedik ki "Adli Tıp, kemikleri buraya gönderdiğine dair bir yazı gönderdi bize. Diyarbakır’daki Cumhuriyet Savcılığı da 'bende değil' deyince "Kulp Savcılığı hakkında suç duyurusunda bulunacağız" dedik.
Ve ardından, hemen iki gün sonra, "Bahse konu kemikler şu anda kimsesizler mezarlığında, ada parsel 76’ya gömülmüştür", şeklinde bir yazı yazdılar. Bu yazıdan sonra biz tekrar gidip müracaatta bulunduk ve kemiklerimizi alalım istedik. Tabi katlediliş biçimleri ve bu şekilde bu acıları yaşarken, adli tıbbın bu insanların kemiklerini ayrıştırıp ona göre teslim etmesi gerekirken, hepsini bir çuvala koyup göndermesi hem biz hem Bulut ailesi adına tarifi olmayan bir acıydı.
Ve ne olursa olsun dedik ki "bir mezarımız olsun istiyoruz". Kulp Cumhuriyet Savcılığı'na müracaatı ettikten sonra Kulp Cumhuriyet savcısı bize şunu söyledi: "Ben torba şeklinde size verebilirim"
Savcı olayı kapatmaya çalıştı. Biz de bir dilekçe yazıp "başımıza getirilenler, çektiğimiz acılar, bu yapılan zulüm yetmiyormuş gibi halen maneviyatımızla oynuyorsunuz ve bizi bu şekilde mağdur ediyorsunuz" dedik. Zaten başımıza gelmeyen kalmamış, dedikten sonra böyle bir dilekçe yazdık.
Cumhuriyet Savcılığı'nın bu dilekçeye cevabı "Kemikleri mezarda olan Mehmet Selim Orhan’ın oğlu Adnan Orhan'ın bize yaptığı müracaatı göz önünde bulundurarak, maneviyatlarıyla oynanmaması için mezarlığın açılmamasına karar verilmiştir", şeklinde. Ve Kulp kimsesizler mezarlığında şu anda, babam, amcam ve Bulut ailesinin de belli olan üç ferdiyle beraber toplam sekiz insanın kemikleri bir çuvalda tek kabir içerisinde kalıyor maalesef.
Biz bu süreci yaşarken yıllar geçti, 94’te yaşanan, 2009 yılına kadar aralıksız olarak adli tıbbın raporları da çıktıktan sonra, kemik arama derdine girdik. Yaptığımız bütün aramalar, bütün çaba, bütün mücadelemiz maalesef yine kemikleri almaya yetmedi.
Tabi bu süreçte yaşadıklarımız, aile olarak kişi olarak anlatılır gibi değil. Son olarak dedem 101, 102 yaş yaşadı ve hep çocuklarının ismini sayıkladı, babamın, amcamın, kuzenimin...
Nenem keza 95 yaş yaşadı o da aynı şekilde gözü açık gittiler. Artık sağ olmalarından vazgeçip sadece bir mezarları olsun diye o kadar çaba sarf ettik ama maalesef yaklaşık 30 yıldır biz daha bir mezar bulamadık ve kemiklerimizi mezara koyamadık.
Bu süreçte Adli Tıp'ın bize gönderdiği raporlar sonrası, Cezayir kuzenimin DNA'sının tutmaması -Ümit hocayla bir ara yine karşılaşmıştık bir değerlendirmesi de olmuştu İstanbul adli tıpla ilgili- Adli Tıp'a inancımızı orada zedelendi.
Çünkü olay beraber yaşanıyor ve tanığın anlattığı da bu, beraber gözaltında kalan Orhan ailesinden üç kişi, Bulut ailesinden beş kişi. Tesadüf ki bu mezarlık sekiz kişilik ama "o mezarlık usulüne uygun açılmayınca, kazma kürekle ellerine kafatası ya da başka kemikler ne geçtiyse bir torbaya koyup gönderdikleri için DNA tutmadı" dediler.
Savcılık mezarı açmıyor
Halen kuzenimin kemiklerini arıyoruz maalesef 27 yıldır, daha bir mezar taşımız yok. Mezar taşı varsa da vardır ama sekiz insanın kemikleri tek mezarlık içerisinde. Bir bayramda ya da bir cuma akşamında ailelerle mesela biz ve Bulut ailesi kalkıp aynı mezarlığın başında toplanıp dua ediyoruz ve o şekilde birbirimizle dertleşip hiçbir şey de yapamıyoruz.
Çünkü savcılık mezarlığın açılmaması yönünde karar verdi. Bunları söylerken gerçekten nasıl anlatılır, nasıl tarif edilir, ne söylenir cümle kurmak, kelime dile getirmek gerçekten çok zor. Biliyorsunuz ki Kürdistan’da benzer binlerce olay yaşanıyor. Bizim amacımızı, talebimizi her zaman ortada açık ve net bir dille söyledik.
Dedik insanız, insanlığımız gereği hepimiz insanız ve herkesin bir insani, vicdani görevi vardır. Bunun gereği nedir? Bunun gereği, her ne olursa olsun bir insan öldükten sonra o insanın örf adetlerine göre, yaşadığı topraklara göre, coğrafyaya göre gömülmesi, defin hakkı vardır.
Herkesin de buna saygı gösterme zorunluluğu vardır. Yıllardır biz bunu anlatmaya çalıştık ama anlatamıyoruz. Bu coğrafyada özellikle Kürdistan da çok ciddi şeyler yaşandı. Mesela hepimiz bu yakın süreçte gördük, Hacı Birlik Lokman’ın cenazesini panzer arkasında sürüklenerek çekildiğini gördük.
Hatice Kamer |
Hatun Tuğluk ve...
Taybet ananın [İnan] cenazesini gördük, kaç gün sokak ortasında kaldı. Cemile Çağırgan’ın cenazesini gördük buzdolabına konuldu.
Garibe Gezer’in daha geçenlerde öldükten sonra nasıl cenazesinin taşındığını gördük. Mesela Hatun Tuğluk'un cenazesini gördük mezarlıktan çıkarıldı. Bu gerçekten bu tarif edilir bir şey değil.
Dersiniz ki geçmiş yıllarda 90'lı yıllarda yaşanan olaylardır. Zaman zaman bu şekilde dile getirilir. Günümüzde de benzer şeyler yaşanıyor. Bir cenazeye bile Tahammül kalmamış, tahammül yok yani.
Böylesi bir durumda söyleyecek fazla söz yok, ben şunu söyleyebilirim. Her ne olursa olsun bir insan kendisine insanım diyorsa bir ölüye saygı göstermek zorundadır ve herkesin yakınını öldükten sonra istediği mezarlıkta defnetme hakkı vardır. (Lİ/AI/APK/KU)
* 18 Aralık 2021'de webinar olarak gerçekleşen “dli Tıp Kurumu Çerçevesinde Ölülere Saygı ve Adalet" paneli kayıtlarını Leyla İşbilir yazıya döktü, İnisiyatif'ten Ayhan Işık yayına hazır hale getirdi. Metindeki arabaşlıklamayı bianet yaptı. Manşet görseli ve metin görsellerini Korcan Uğur düzenledi. Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi'ne çalışmayı bianet'te yayımlama imkanı verdikleri için teşekkür ediyoruz. e-posta: [email protected]
Adli Tıp Kurumu Çerçevesinde Ölüye Saygı ve Adalet
Adli Tıp Kurumu nasıl, nasıl olmalı?/ Prof. Dr. Ümit Biçer
Yaşam Hakkı ihlali soruşturmaları ilgili yasaları ihlal ediyor/ Rengin Ergül
30 yıldır kemiklerimizi bir mezara koyamadık/ Adnan Orhan
"Ölüye saygı ve adalet"te Adli Tıp/ Eren Keskin