Düzce'nin Akçakoca ilçesi, yıl 1993... Sahile bir heykel vurur. Bir buçuk metre uzunluğunda bu ahşap büst, bir süre insanların ilgi odağı olduktan sonra belediyenin demirbaş listesine kaydedilip depoya kaldırılır.
O dönem pek çok habere konu olan bu olay için hikâyeyi biraz geri sarmak gerekiyor. 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra denize Lenin heykelleri atılır. İki yıl sonra Akçakoca sahiline vuran da bu heykellerden biridir.
Cuma günü vizyona giren, Tufan Taştan'ın senaryosunu yazar Barış Bıçakçı'yla beraber kaleme aldığı ilk uzun metrajı "Sen Ben Lenin", biraz da bu hikâyenin peşine düşüyor. Karadeniz sahiline vuran Lenin heykeli, belediyenin deposuna kaldırılıp unutulmasaydı neler olurdu diye soruyor.
Yarım kalan hikâyeyi tamamlamaya çalşıyor Taştan ve Bıçakçı.
*Sovyetler Birliği'nin dağıldığı dönemde denize atılan Lenin heykeli, Karadeniz'in Akçakoca kıyılarına vurmuştu. Ahşap heykel şimdilerde Akçakoca Belediye'nin deposunda muhafaza ediliyor. (Fotoğraf: ntv.com.tr)
Dünya prömiyeri 43. Moskova Film Festivali'nde yapılan; 32. Ankara Film Festivali'nden En İyi Senaryo, 28. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali'nden Adana İzleyici Ödülü ve Türkiye prömiyerini gerçekleştirdiği 40. İstanbul Film Festivali'nden Jüri Özel Ödülü ile dönen film aynı zamanda 45. Sao Paulo Uluslararası Film Festivali'nin 'Yeni Sinemacılar' bölümünde yarışmıştı.
"Lenin'in kasabadaki etkilerini araştırmak istedik" dediği filmini yönetmen Tufan Taştan anlattı.
Sinemanın en güzel tarafı
Sen Ben Lenin'i "acaba neler olurdu?" dediğimiz yarım kalan bir hikayeyi tamamlama çabası olarak görebilir miyiz?
Kesinlikle! Bizi yola çıkaran temel motivasyon tam da soruydu. Gerçekten 'Karadeniz'de muhafazakar bir sahil kasabasına vuran Lenin heykeli, meydana dikilseydi ne olurdu?' sorusu bizi bu filmi yazmaya yönlendirdi. Gerçekte yarım kalmış bir hikayeyi sinemanın gücü aracılığıyla tamamlamak ve Lenin'in kasabadaki etkilerini tartışmak istedik. Sinemanın en güzel tarafı, büyüsü de bu değil mi zaten?
Çok karakterin olduğu tek mekanda geçen bir öykü. Karakterler birbirinden farklı farklı, bir nevi Türkiye profili olarak mı yansıtmak istediniz?
Amacımız, gerçekten yola çıkıp yarattığımız bu kurmaca kasabada Türkiye'nin panoramasını çıkarmaktı. Bize çok tanıdık gelecek karakterler yaratmaya çalıştık. Tek mekanda olduğumuz için seyircinin sıkılmadan gülümseyerek, gülümserken düşünerek, düşünürken sorgulayarak bir film izlemesi için uğraştık. Kara mizah ve polisiyenin bize verdiği güçle filmi ilerletirken de bir kasaba aracılığıyla ülkenin resmini çizmeye çalıştık.
Solcusu, sağcısı, zengini, fakiri.. Bu farklılıklar yanında kendi içlerinde bir dayanışmayı da işaret ediyor film. Hikaye sonunda Ahmet Abi'ye dayanıyor. Sanki kasabalı, iktidar tarafından ellerinden alınan Ahmet Abi'lerine karşılık Lenin heykelini rehin almış gibi. Ne dersiniz?
Biraz spoiler verse de evet derim. Aslında hikaye Lenin üzerinden başlayıp Ahmet Abi ile son buluyor. Lenin mi kasabayı kasaba mı Lenin'i değiştirecek derken başka bir gerçekle karşılaşıyoruz. Bence temel mesele de bu zaten. Ahmet Abi kasabada herkesin tanıdığı bir gerçek fakat onu da Lenin'den bağımsız düşünmemiz imkansız. Devletin zorla kaybettiği bir insan ve zorla dikmeye çalıştığı bir heykel var. Gerisini film anlatsın.
Film tek mekanda geçiyor, ara ara da pencerenin ardındaki dünyayı görüyoruz. Hikayeyi Barış Bıçakçı ile birlikte yazarken hep tek mekana mı odaklanmıştınız?
Evet, bu filmi çok düşük bütçelerle ve dayanışma usulüyle beyaz perdeye aktarmak için yazdık. Bu nedenle en başından beri hikaye tek mekanda geçmek durumundaydı. Tek mekanın klostrofobik atmosferini kırmak için elimizden geleni yaptık. Bence karşılığını da buldu. Festivallerde yaptığımız söyleşilerde birçok insan filmin tek mekanda geçtiğini, hatta 86 dakika olduğunu duyunca dahi şaşırdı.
Seyyal Taner'in sesinden...
Filmin orijinal müziğini Seyyal Taner seslendirmiş. Sonunda onun sesini duymak iyi geliyor. Filmin müziğine nasıl dahil oldu Seyyal Taner?
Senaryo aşamasındayken bizim filmdeki Ahmet Abi, Barış ile bana Edip Cansever'in Mendilimde Kan Sesleri'ni çağrıştırıyordu hep. Bu nedenle senaryo aşamasındayken aklımızda bu şiiri bestelemek vardı. Edip Cansever şiirlerini bestelemek çok zordur ama sağ olsun Barış Diri çok güzel bir beste yaptı. Beste ortaya çıktıktan sonra Seyyal Taner'in yaşamış ve hatıralarla dolu sesinin filmin müziğine can katacağını düşündük, bizce öyle de oldu.
Çalışmalara 2015 yılında başlamışsınız çekimler ne zaman oldu? Pandemide mi? İlk uzun metraj için bu süreçte film çekmek zor olmadı mı?
Evet, 2015 yılının Kasım ayında başladık senaryo yazmaya. Uzun ve zor bir süreç atlattık bugüne gelene kadar. Birçok engelle karşılaştık, bütçe bulmakta zorlandık ama bir şekilde hepsinin üstesinden gelip anlatmak istediğimiz bu hikayeyi beyaz perde ile buluşturmayı başardık. Aslında bakarsanız 2019 yılının Eylül ayında çekimler bitti. Biz tam kaba kurguyu tamamlarken pandemi patladı, renk ve ses çalışmalarımız yarım kaldı, stüdyolar kapandı. Uzun yıllar uğraştığımız ve inancımızı yitirmediğimiz için bir şekilde pandemi sürecinin de üstesinden geldik. Belki de yaşadığımız bunca zorluk, bizi daha da ısrarcı kıldı.
"Onların ve bizim gerçeğimiz kesişti"
Film hazırlıkları sırasında Akçakoca'ya da gitmişsiniz. Filmdeki karakterleri kurgularken oradaki gerçek karakterlerden ne kadar esinlendiniz? Biraz oradaki deneyimlerinizden söz eder misiniz? Heykeli görebildiniz mi mesela? Akçakoca'da bir gösterim yapma fikri nasıl olurdu?
Aslında filmin senaryosunu bitirdikten sonra Akçakoca'ya gittik çünkü oradaki gerçekten esinlenmek yerine, bizim yazdıklarımızın gerçekle ne kadar uyum sağladığını görmeyi tercih ettik. Bizi tetikleyen olay Akçakoca'da yaşansa da Akçakoca özelinde değil, Türkiye genelinde karakterler yarattığımızı düşünüyorum. Fakat Akçakoca'ya gittiğimizde heykeli tamir eden marangozla, denizde bulan balıkçıyla sohbet ettiğimizde kendi gerçeğimizin onların gerçeğiyle kesişmesi bizi çok mutlu etti. Doğal olarak Akçakoca Belediyesi'ne de gittik, heykeli görmek istedik fakat bir şekilde bize heykeli göstermediler. İçeriden aldığımız bilgiler, ağaç oyma bir büst olan heykelin alttan nem aldığı ve belli kısımlarının çürümeye başladığıydı. Akçakoca'da gösterim yapmayı da çok istedik ama maalesef sinema salonu bulunmadığı için mümkün olmadı.
(AÖ)