"Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi", Ocak 2021'den bu yana toplanıyor. Ölüye Saygı ve Adalet Panelleri dizisinin ilkini 10 Nisan 2021'de webinar formatında "Türkiye'de Ölülere Yönelik Şiddet" başlığıyla gerçekleştirdi. Bu dosyada ilk paneli kayıt çözümlerinden metinleştirdik. Kayıttan da dinlemek mümkün. Panelin üçüncü konuşmacısı Hişyar Özsoy'un sunumunu paylaşıyoruz.
Bizler geçmişle uğraşırken aslında anla uğraşıyoruz. Yani tarihin andaki durumunu problematize etmeye çalışıyoruz. Bu hikâyelerin hiçbiri bitmiş değil. Hepsi hala devam ediyor ve şu an devam eden toplumsal, siyasal, ailesel mücadelelerin merkezinde.
Ahmet Aslan anlattı hikayesini. Yıllar öncesinden tanıdığım biri; Bingöl’de milletvekilliği yaptığım iki yıl kentteki Kimsesizler Mezarlığını birlikte ziyaret etmiştik. Böyle boş bir alan etrafı tel örgülerle çevrilmiş, taş yok, bir şey yok, dümdüz, otlar kurumuş, üzerine çiçekler açmış.
Ölüm dediğimiz zaman sürekli tarih ve geçmişi konuşuyoruz. Ama aslında günü konuşuyoruz, anı konuşuyoruz. Hatta geleceği konuşuyoruz. Özgür Sevgi Göral çok güzel ifade etti. Biz bu ölülere bir yer bulamasak birlikte bir gelecek de kuramayacağız. Bir barış ihtimali bile bu ölülere insani bir yer bulmakla ilgili.
Ölülerimizden ne istiyorlar?
Şimdi bu devlet ölülerimizden ne istiyor? Meseleye tarihsel bakmak lazım çünkü Ermenilerin, Kürtlerin, Alevilerin, ya da şöyle diyelim, Türk olmayan, Müslüman olmayan, Sünni olmayan, erkek olmayan, velhasıl ‘makbul vatandaş’ olamayan her kim varsa bu coğrafyada yüz yıldır geçmişinin, hafızasının, izlerinin silindiğini biliyoruz.
Türkiye'de yüz yıldır devam eden bir uluslaşma ve ulus devlet kurma süreci var. Bu süreç bir taraftan bütün Anadolu, Mezopotamya coğrafyasının dibini toplu mezarlara çevirmiş durumda. Bu diyalektik bir ilişkidir.
Yani bu ülkenin bir Türklük vatanı olarak kurulması, Müslümanların, Sünnilerin bir vatanı olarak kurulması demek bu kimliğin dışında kalan herkesin tarihten de topraktan da silinmesi demek. Mezarlara saldırılar bu bağlamda oluyor. Ölülere saldırılar bu bağlamda oluyor. Meselenin daha tarihsel, daha sistematik bir devlet politikası olduğunu görmek lazım.
Ölümü organize etmek
“Makbul olmayan” bütün halkların ölülerine yönelik bu saldırılar bu ülkede devlet egemenliği ve Türk kimliğinin tesis edilmesi, Türk ulusal devletinin kurulmasına içkin politikaların sonucudur. Bu halkların sadece dirilerine değil, ölülerine yönelik inanılmaz bir saldırı ve vahşet politikası yüz yıldır devam ediyor.
Ve yüz yıldır da insanlar kendi ölülerine sahip çıkıyorlar. Bunun mücadelesini yürütüyorlar. Bu devlet sadece toprağın üstünü değil toprağın altını da, sadece hayatı değil ölümü de organize etmeye çalışıyor.
Birazdan detaylandıracağım üzere, fiziksel anlamda, kültürel anlamda, başka halklara ait olan bütün bu izleri siliyor. Başta mezarlar olmak üzere. Bu halkların zamanda ve mekânda izlerini silmek. Ulusal kimlik ve ulusal devlet kurmak bir ulusal tarih ve ulusal coğrafya kurmaya dayanır.
Onların ölüleri
‘Ulusal tarih’ dediğimiz zamansallıkla ilgili bir şeydir. Hepimiz milli tarihe dair kaç ders almışızdır. Yalanlarla dolu bir sürü tarih; ölümü kutsallaştıran, sürekli şahadetle yüceleştirilen kocaman bir Türklük anlatısı, ama diğer taraftan da öteki halkların ölülerine koca bir hiçlik dayatan bir tarih anlatısı.
Ortaokul ve lise derslerinden hatırlayacağınız gibi, milli coğrafya ise vatan kurma, mekân kurma anlatısıdır aslında. Devlet zamanı ve mekânı kurmaya çalışıyor ve hem zamanda hem mekânda Türke ait ve Türke dair olmayan her şeyi silip yok ediyor.
Dolayısıyla işte Kürtlerin, Ermenilerin, Alevilerin, Yahudilerin, Hristiyanların ve diğer halkların ölüleri ile mezarlarının bu devletin vahşetine maruz kalmasının çok yakıcı bir sebebi var, öyle rastgele bir durum değil.
Bir kaç kendini bilmez psikopatın yaptığı politikalar değil bunlar. Bunlar Türkiye Cumhuriyeti devletinde ulus, devlet, kimlik ve egemenlik kurmaya içkin ölüm rejimleridir.
Kendi ölülerini bir şehadet kültürü ile kutsarken diğer halkları ve onların ölülerine böylesi vahşet uygulamak maalesef kurucu bir siyasettir.
Cenazeni bulamamak
Hişyar Bey, siz milletvekilisiniz. Ancak öncesinde bir antropolog olarak bu alanda geniş kapsamlı bir araştırma yaptınız. 2015'ten sonra da milletvekili olduğunuz için de yerellerde, illerde çokça deneyleriniz oldu. Bu süreci gözlemlediniz. Ölülere ve yakınlarına neler yapılıyor? Aileler cenazeleri alamıyor, siz bazen devreye giriyorsunuz, başvurular yapıyorsunuz ya da cenazeyi almak için adli tıp kapılarında bekleyen aileler oluyor ve ailelere yardımcı olmaya çalışıyorsunuz. Birazcık bize bu tabloyu anlatabilir misiniz? (Derya Aydın) |
Bir barış süreci yaşandı. 7 Haziran 2015'ten sonrasını biliyorsunuz. Seçimlerden önce ve sonraki dönemde barış süreci sert bir şekilde bitince milletvekilleri olarak yoğunlukla cenazeleri defnetmeye, bulabildiğimiz cenazeleri defnetmeyle uğraştık. Beş altı yıldır bayağı sert geçen bir süreç.
Aileler yoğunlukla cenazelerini bulamıyor, bulanlar aylarca morglarda bekletiliyor. Erzurum'da, Malatya'da. Özellikle Malatya’da çok fazla. Hemen hemen bütün ailelerle diyalog içerisindeyiz. Avukatlar var, vekiller var. Durumu hızlandırmaya çalışıyoruz.
Gündemleştirmeye çalışıyoruz. Bazen, ailelerine müsaade edilmeyince, gidip Lice’nin dağlarından cenaze ya da cenazelerden arta kalanları indirdiğimiz de olmuştur. Savaşın bütün vahşeti alabildiğine devam ediyor maalesef.
Burada önemli bir konuyu biraz açmak istiyorum. Biyolojik ölüm kolay bir şey aslında, bir kurşun, bir bomba ile ölüyor insanlar. Devlet biyolojik ölümün dışında, öldürdüklerini sembolik olarak tekrar öldürmek istiyor. Bundan kastım bu insanların, bu ölümlerin siyasette kültürde, toplumsallıkta bir gerçeğe dönüşmesini, bu devlet, engellemeye çalışıyor.
Daha doğrusu bu ölümlerden Kürtlerin bir anlam ve değer üretmesini engellemeye çalışıyor. Devletin temel meselesi bu. Mesela biz milletvekilleri olarak cenazelere gittiğimizde literal olarak barikat kuruyorlar.
Biz cenazelere artık gidemiyoruz. Daha önce gidiyorduk.
Ambulans krizleri
2016'dan sonra 2017'den sonra özellikle temsiliyeti olan insanlar mezarlıklara alınmıyor. Bazen gidiyoruz, 150-200 polis, asker barikat kurmuş. Kelimenin gerçek anlamında yaşayanlarla ölüler arasında bir barikat kurmuş.
Kürtlerin ölüleriyle yaşayanlarını barikat ve sınırlar ile birbirinden ayırma ve hayatla ölüm arasındaki sınırı çok sert bir şekilde kontrol etmeye çalışıyor. Bu da devletin egemenlik pratiği en nihayetinde.
Yani devlet bu ölümlerin hayatla bağını koparmaya çalışıyor. Yaşayanlar bir tarafta, ölüleri bir tarafta. Ölüleri sonuna kadar tabulaştırıyor.
Yıllar önce doktora tezinde bunu çalışmıştım. O tabulaşmış ölülere kimse dokunamıyor, yanlarına bile yanaşamıyor. Çünkü siz kendiniz de tabulaşıyorsunuz o zaman.
Hatırlarsınız 15 yıl kadar önce ambulans krizleri yaşanırdı. Gerillalar hayatını kaybettiği zaman herhangi bir belediye cenazeyi almak için ambulans gönderince devlet yetkilileri kıyamet kopartırdı. ‘Siz nasıl devletin ambulansını o cenazeleri almak için gönderirsiniz?’ diye.
Öldürülen bedenlerin...
Devlet burada biyolojik ölümün yanı sıra öldürdüğü bedenlerin sembolik bir değer ve anlama dönüşüp Kürtlerin hayatında herhangi bir yere sahip olmasını istemiyor.
Aslında kavga bu; devlet daha çok sembolik ölümü gerçekleştirmeye çalışıyor.
Bir anlamda, ölümü öldürmeye çalışıyor. Ölüm alanını, ölüme dair anlamları, değerleri işgal etmeye çalışan bir devlet politikası söz konusu burada.
Açıkçası ailelerin maruz kaldığı vahşeti anlatacak kelime bulmak çok zor. Aile biliyorum yedi defa dağa gidip gelmiş evladının cenazesini alabilmek için. İtilmiş, kakılmış, gözaltına alınmış, işkence görmüş ama bir şekilde o cenazeleri almak için amansız bir mücadele veriyorlar.
Cenaze bulabilmek
Mebya-Der bu konuda mücadele veren kurumlardan biri, ama 30 yıldır devam eden bir mücadele söz konusu. Çok şahsi anekdot vermek istemiyorum ama benzer bir durum benim ailemde de oldu. Biz de 22 yıl sonra cenazemizi bulabildik. Dolayısıyla bütün o süreçleri, o aileleri, o mücadele biçimlerini yakından takip etme imkânım da oldu.
Akademik veya entelektüel bir angajmanın ötesinde. Barış süreci bir imkândı. Herkes tabi akil insanlara odaklanmıştı. Akil insanlar, sanatçılar, İmralı’ya gidişler gelişler, konserler falan dinlenirken, Kürtler dağlardan 20 yıldır bulamadıkları cenazelerini topluyordu.
13 mezarlık o dönem oluştu ve bu mezarlarda defnedilenlerin çoğu 90'larda öldürülmüş; ama bir yer bulamamış, bir ağacın dibine gömülmüş. Biz de 2014 yılında cenazemizi bulabildik. Kürtler için barış süreci bir anlamda kendi ölülerine bir yer bulabilme imkânıydı.
Fakat devlet savaşı başlattıktan sonra o imkâna da vahşetle saldırdı. Biliyorsunuz ilk olarak zaten mezarlıklara saldırılar oldu. Garzan Mezarlığı vahşeti de daha sonra oldu.
Cenazeler sorumluluk
Yüz yıldır devam eden bir mücadele. Şeyh Said, Seyit Rıza, 90’larda cenazeler, Cumartesi Anneleri... Devlet öldürmeye doymamış. Devlet bu coğrafyanın altını toplu mezarlara, kayıp mezarlara mekân etmekten yorulmamış ama diğer taraftan da bir mücadele söz konusu.
Diğer vekiller gibi benim de hakkımda dört beş fezleke var düzenlenen, sadece bu cenazelerle ilgili. Taziyeye gitmişiz, Fatiha okumuşuz vs. oluyor. Bu bir kriminalizasyon politikası.
Ama bu konuda kimsenin geri adım atabilecek bir yeri yok. Bu insanlar ölüyorlar. Biz bu halkın temsilcileriyiz, cenazeler konusunda üzerimize ne gibi bir sorumluluk düştüğünün farkındayız.
Saldırılar maalesef devam ediyor. Mezar taşlarını kırma oluyor, cenazeyi vermeme oluyor, süreçleri uzatma oluyor, aileleri bu şekilde cezalandırma oluyor, operasyon alanlarına sokmamak oluyor, oluyor da oluyor.
Yani binbir şekilde bu politikayı özellikle 2016'dan sonra çok pervazsız bir şekilde sürdürüyorlar.
Hiçleştirmek
Peki ne yapılabilir? Bu inisiyatif kurma girişimi şu anda devam ediyor. Bu panel de onun ilk çalışması, tekrar tebrik ediyorum. İlk toplantıdan beri bu inisiyatif çalışmalarına katılıyorum.
Sadece bir vekil olarak değil ama eskiden beri konuyla ilgilenen biri olarak. Benim bir gözlemim şu: devlet bu bahsettiğim öteki kesimlerin, yani “Türk’e ait olmayan” ölülere yönelik vahşetini sistemli bir şekilde sürdürüyor.
Bütün baskı ve ideolojik aygıtlarını öteki ölüleri değersizleştirmek, görünmez kılmak ve hiçleştirmek için kullanıyor.
Uzun zamandır bu alanda çalışan kurumlar var. İnsan Hakları Derneği, Cumartesi Anneleri burada, Mebya-Der, Anyakay-Der var. Milletvekilleri var. Benim her halde bu konuyla ilgili yaptığım en az 15-20 konuşma ve birçok soru önergesi vs var.
Şimdi geniş alanda insanlar çalışıyorlar aslında ama bu çalışmalar bir koordinesiz, iki birbirine konuşmuyor. Kötü bir tabir belki ama biraz bölük pörçük çalışmalar.
"Ölüm alanı"
Yapılması gereken şu; eğer devlet ölüm alanına bu kadar sistemli, tarihsel, kapsayıcı bir şekilde bütün ideolojik ve baskı araçlarıyla yüklenmişse yapılması gereken şey basit: siyasetçilerden ailelere, basından, hukuk alanından, akademisine kadar bu ölüm alanını ciddi şekilde düşünmemiz lazım.
Geleceğe dair birlikte yaşayabilme tahayyülü ölülerimize bir yer bulmak, onları insani bir şekilde gömebilmek ile ilgili biraz da.
Kürtler de diğer halklar da kendi ölülerine yer bulamazlarsa bu coğrafyayı kendi coğrafyası gibi görmeyecekler. Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatif girişimi devam ediyor.
Ben çok heyecanlıyım şahsen. Çünkü aslında dağınık, birbirinden ayrı düşündüğümüz tarihler, hikâyeler, ölümler konuşmaya başlayınca hemen yan yana gelebiliyorlar.
Mezarsız on binler
Tabi bunlar farklı, birbirinden, yani trans birinin kimsesizler mezarlığına gömülmesi, Seyid Rıza'nın kayıp mezarı, Nisan ayındayız, Ermeni soykırımında katledilen ve hala mezarı olmayan binlerce, on binlerce Ermeni vatandaş var.
Bütün bunları biz ayrı ayrı konuşuyoruz. Özgünlükleri var, özgün tarihleri var, birbirinden farklılıkları var, ama bütün bu hikâyeler en nihayetinde bir vahşet sisteminin parçaları.
Bir vahşet sistemine dönüşmüş bu egemenlik anlayışı içerisinde aslında birbirine konuşabiliyor. Bence bu inisiyatifin yapabileceği şey ölülerimize dair bütün bu hikâyeleri, tarihleri yan yana getirip birbirine konuşturma.
Bunun söylemini oluşturma ki birlikte bir geleceğe tahayyül edelim. Bu ölülerle ilgili değil aslında yapılan çalışma. Onlarla olduğu kadar yaşayanlarla ilgili, yeni bir hayat ile ilgili çalışmaya çalışıyoruz.
O anlamda da yani ölümle hayat arasındaki kopmaz o diyalektik ilişkiyi görerek bundan sonra daha sistemli daha kapsayıcı çalışmalar yürütmemiz lazım diyorum.
Tartışma notları
En nihayetinde bu inisiyatif pratik olarak bu meseleleri ele alacak, değerlendirecek, takipçiliğini yapacak bir platform olsun istiyoruz. Türkiye’de ölüsüne, mezarına hakaret edilen kim varsa, kimliğine bakmadan kim istiyorsa gelip başvurabileceği bir adres olabilir.
Şimdi bizim birçok kurum, şahsiyet aslında bu alanda çalışıyor. Bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Bazı meseleler Medeniyetler Beşiğinde Yakınlarını Kaybedenlerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği'ne (Mebya-Der) gidiyor, bazıları İİnsan Hakları Derneği'ne (İHD), bazıları vekillere geliyor.
Bu anlamda, birçok arkadaş olarak yan yana geldik. Düşündük tabi bu kafamızı öyle çok somutlaşmış bir şey yok. Şöyle yapmaya çalışıyoruz.
Bu ilk paneli yaptık. Panel dışında da çok çalışma yapıyoruz. Bazı arkadaşlar sordu dış politika alanında ne yapılabilir diye. İşin doğrusu dış politikada, uluslararası alanda bu konu pek gündemleşebilimiş değil. Gündemleşmemesinin sebebi içerdeki bu dağınıklığımız.
Mesela spesifik bir çalışma, bir atölye çalışması ile dış ilişkiler alanında olan ne kadar arkadaş varsa hepsini toparlayıp bu alanda ne yapabileceğimizi konuşabiliriz.
Çözüm sürecinde 17 PKK gerillasının gömüldüğü bir toplu mezarı tespiti sırasında insan kemiklerinin başında oturan bir anne ‘oğlum olduğunu inkar ederler diye dokunmaya korkuyorum’ demişti. Adli tıp sürecine işaret etmişti. Devlet politikalarının bu alana etkisi ve işleyişini biraz anlatabilir misiniz? (Mehmet Porgebol) 2015'te öldürülen bir gerillanın bedenininde 17 kurşun çıkmıştı ve morgta görevli doktor otopsiden sonra izne çıkarılmıştı. Normalde cenazeleri yıkayan hastanede söz konusu cenazeye alamamıştı. Ölü bedene yapılan işkencenin kanıtlanmasının önüne sistamatik engeller de konuluyor. Bu aşamada ıspatlı uygulamalar söz konusu olduğunda devletin kendilerine verdiği izah ne oluyor? (Meltem Yıldırım) Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi girişimine bundan sonra ne gibi çalışmalarla ilerleyecekleri üzerine bilgi verebilir misiniz? Bu çok değerli bir mücadele. Bulunduğumuz farklı yerlerden nasıl dâhil ve destek olabiliriz? (Serra Hakyemez) |
Uluslararası topluma Türkiye’de bu mezarlara ve ölülere yapılan vahşeti yeterince anlatabilmiş değiliz. Bu sadece Halkların Demokratik Partisi (HDP) Dış İlişkiler ekibinin yapabileceği bir şey de değildir ama muhtemelen ileride eğer inisiyatif olursa bir dış ilişkiler komisyonu olacak ve bu düzenli olarak meseleyi uluslararası platformlara taşımanın çalışmasını yürütecek.
Ümit Biçer hocamız da bu çalışmaya destek olmak istiyor, burada. Muhtemelen sadece adli tıp alanındaki sıkıntılarla ilgili bir atölye çalışması yapacağız. Biz de enforme olacağız. Adli tıp alanında çalışan arkadaşlarımız gelecekler, hem enforme edecekler, muhtemelen dokümanlar oluşturacağız.
Bunun dışında basın alanı kendi arasında toplanacak. Bu meseleyi basında nasıl işleyebiliriz veya işleyemeyiz? Dediğim gibi kafamızda böyle bir taslak var ama bu politik, pratik meseleyi çok değişik alanlarda uluslararası hukuk, hukuk boyutu var mesela özel bir çalışma isteyeceğiz.
Konferans
Ne yapılabilir ve biz bir şekilde eğer becerebilirsek inisiyatif ileride bütün bu çalışmaları koordine edebilecek. Belki bir noktaya gelir bütçesini oluşturabiliriz.
Bu çalışmaları yapıp büyük bir konferansa da götürmeye çalışıyoruz. Ama şu aşamada bir yerimiz yok, daha o noktada değiliz. Aslında bütçesi, yeri, çalışanları olan bir yer olsa belki bir müddet sonra başvurular alacağız.
Başvuruları bütün bu bahsettiğim alanlarda sürekli takip edebilmenin mekanizmalarını oluşturacağız.
Arkadaşlar uzatmayayım; o kadar sistemli bir şekilde bu ölüm alanına saldırılar var ki! Tarihsel olarak da devlet o kadar yüklenmiş ki bizim bu alanı bir şekilde örgütlerimiz lazım, doğrudur.
Ermeni mezarlığı
İrfan Aktan’a katılıyorum, tabi ki ailelerin üzerine yığmak gibi bir tutumumuz yok. Aileler bu işin içinde, bir yerinde tabi oluyorlar ama avukatlar var, siyasetçiler var, hak savunucuları var, basın alanı var, akademisyenler var. Yani yapabildiğimiz kadar bütün bu alanlarda meseleyi gündemleştirmemiz lazım.
Bir örnek vereyim size, ben yoktum rahatsızdım burada değildim yurtdışındaydım ama Ankara Ulus’taki Ermeni mezarlığı üzerine inşaat çalışması yapılması sırasında oraya bir tek vekilimiz Garo Paylan'ın oraya gitmesini gerçekten çok ciddi bir problem olarak gördüm.
Orayı doldurmalıydık. Ermeni mezarlığı olduğu için sadece Garo'nun orada olması olmamalıydı. Yani orada Aleviler, Kürtler herkesin orada Garo'nun yanında olabilmesi lazımdı. Aynı zamanda bizim bunu bahsettiğim uluslararası platforma taşımamız lazım.
Uluslararası hukuk
Basın alanını işlememiz lazım ve bunu örgütlememiz lazım. Gitmek istediğimiz nokta bu. Sanırım Serra Hakyemez'in sorusuna da cevap vermeye çalıştım. Serra Hakyemez, "bir stratejiniz var mı?" diye sormuş. Stratejimiz bu pratik çalışmayı üretebilecek ilişkileri açığa çıkarmaya çalışıyoruz... Kaygımız pratiktir, üzerinde düşünüyoruz konuşuyoruz, biraz meseleyi gündemleştirmeye çalışıyoruz.
Tabi hukuk benim çok uzmanı olduğum bir alan maalesef değil. Biraz biliyorum, Cenevre Konvansiyonu gibi ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi!nde bu konuda tuhaf kararları da söz konusu oldu. Açıkça söylemek gerekirse bu ölülere yönelik olan bu vahşetlere dair uluslararası hukuk süreçlerini çok fazla bilmiyoruz.
Tam da işte bu inisiyatif sayesinde muhtemelen birçok hukukçuyu, özellikle insan hakları hukukunu bilenlerle yan yana getirip pratik çalışma grupları kuracağız.
İnisiyatif bünyesinde kurulmuş bir hukuk komisyonu var zaten. Biz genel olarak meseleyi biliyoruz ama etkili takip edebilmemiz için gerçekten bu alanları bilen arkadaşlarla çalışmamız lazım. İnisiyatif olarak yapmaya çalıştığımız şey bu. (Lİ/NM/DA/KU)
Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi/ Ölüye Saygı ve Adalet Panelleri II
Farklı İnançlar cenazelere ve mezarlıklara saldırıları konuşuyor
Farklı İnançlar cenazelere ve mezarlıklara saldırıları konuşuyor/ Hüda Kaya
"Saldırılar" paneline katılımcılardan katkılar
İslam'a, Cenevre Sözleşmesi'ne ve TCK'ye aykırı/ İhsan Eliaçık
Tanrının mührü dokunulmaz olsun!/ Pakrat Estukyan
Biz Aleviler "hakka yürüme" deriz, ölüm yerine/ Menşure Doğan
Mezarları tarumar etmek hafızaya saldırıdır/ Ali Fuat Hatipoğlu
Neden Êzidî mezarları bu kadar saldırıya uğruyor?/ Hacı Çelik
Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi/ Ölüye Saygı ve Adalet Panelleri-1
Türkiye'de Ölüye Yönelik Şiddet
Türkiye'de ölülere yönelik şiddet/ Derya Aydın açılış konuşması
Dedim ya; acıları hissedelim/ Ahmet Aslan
Zorla kaybetmeler, 9 ülke, şiddet ve mücadele/ Özgür Sevgi Göral
Devlet ölümlerin hayatla bağını koparmaya çalışıyor/ Hişyar Özsoy
* 10 Nisan 2021'de webinar olarak gerçekleşen "Türkiye'de Ölülere Yönelik Şiddet" paneli kayıtlarını Leyla İşbilir yazıya döktü, Derya Aydın yayına hazır hale getirdi. Metindeki arabaşlıklamayı bianet yaptı. Manşet görseli ve metin görsellerini Korcan Uğur düzenledi. Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi'ne çalışmayı yayımlama imkanı verdikleri için teşekkür ediyoruz.