“Daha önce kullanmamış olanlar da online dating (çevrimiçi tanışma/randevulaşma) uygulamalarını kullanma mecburiyetinde hissediyorlar kendilerini. Çünkü bu süreç yalnızlıkla başa çıkılmasını zorlaştırdı. O yüzden de insanlarda 'Online da olsa biri olsun, ekrandan da olsa flört edeyim' duygusu oluştu.”
Türkiye’de ilk vakanın 11 Mart 2020'de açıklanmasının üzerinden bir yıl geçti, çoğunluğunu evde geçirdiğimiz bu süreçte “yakın ilişkilerimiz” nasıl etkilendi, hayatımızda neler değişti, karantinadan çıkışta bizi neler bekliyor?
Aynı evde yaşayan partnerler, uzak mesafe sevgililer, yalnızlar, kalabalık aileler, çocuklar, yaşlılar, evden çalışan “ofis insanları”, arkadaşlar… Pandemi tüm bu ilişkileri nasıl değiştirdi?
Ve en önemlisi, “ruh halimiz” ne halde?
Akademisyen ve psikolog, Yakın İlişkiler’in kurucusu ve direktörü Dr. Gizem Sürenkök ile, postapokaliptik bir döneme benzeyen bu süreçte ilişkilerimizin nasıl etkilendiğini konuştuk.
Hem kendi danışanlarından edindiği izlenimleri hem de uzmanı olduğu psikoloji alanındaki araştırmalardan sonuçlarını bizimle paylaşan Sürenkök, tüm ilişkilerimizi etkileyen kaygı durumunun bu dönemde arttığına dikkat çekti. Halihazırda sıkıntılı ilerleyen ilişkilerin bu süreçte bittiğini, tabiri caizse bir “temizlik” yaşandığını bazı ilişkilerin ise tam aksine yalnızlık korkusundan dolayı, isteksizce sürdürüldüğünü söyledi.
Ev içi şiddetin arttığını, çocuklar ve kadınların bu süreçte daha fazla şiddete maruz kaldığını belirtirken, ofis yaşamının eve taşınmasıyla çalışanlar arasındaki iletişimin zorlaştığını, sınır ihlallerinin artmasının da ilişkilere gerginlik olarak yansıdığını anlattı.
Ve hepimizin zaman zaman deneyimlediği ancak belki de adını bilmediği o yorgunlukla ilgili bizi bilgilendirdi: “Zoom bitkinliği.”
Tabii ilişkiler denilince akla ilk gelen arkadaşlıklar ya da aile değil, romantik ilişkiler oluyor. Dr. Gizem Sürenkök, partnerlerin davranışlarıyla ilgili sorularımızı da yanıtladı…
“Süreç, problemleri büyüteç altına aldı”
En çok merak edilen, bir yılda romantik ilişkilerimizin nasıl etkilendiği. Öncelikle, aynı evde yaşayan partnerlerin durumu nasıl değişti, ayrılıkların arttığı doğru mu?
Boşanma oranlarında artış olduğunu gösteren veriler var ama bazı kaynaklar da aksini söylüyor. O sebeple gönül rahatlığıyla “İnsanlar ayrılıyor” demek zor… Ama kendi gözlemlerimden şunu söyleyebilirim: Halihazırda problemli olan ilişkiler bu süreci daha kötü karşıladı, böyle ilişkilerde pandemi, bitişlere yol açtı diyebiliriz.
Tabii bunda başka birçok sebep de var. Normalde birlikteliğimizi sağlayan rutinler bozuldu, kendimizi daha az güvende hissediyoruz, belirsizlik hepimizde kaygıya neden oldu, evde kalma sürecinde kaygı, psikolojik rahatsızlıklarda artışa yol açtı. İlişkiler de bunu kaldırmakta zorluk yaşıyor. Bir ilişkide zaten problemler varsa, bu süreç problemleri büyüteç altına aldı.
Aslında durum, süreç uzadıkça kötüleşti. Başlarda insanlar arayıp da bulamadıkları, birbirleriyle daha uzun zaman geçirme duygusunu yaşadılar. Ama zaman uzadıkça yalnızlığımızdan beslenemez olduk, aradaki kendimize ayırdığımız zaman dilimlerini yaşayamaz olduk. Bunlar da ilişkileri olumsuz etkiledi.
“Partnere ve çocuğa karşı şiddet arttı”
Bu noktada akla ilk gelen ev içi şiddet. Zaten önümüzde büyük bir sorun olarak duran bu şiddet türü, evde kalmakla arttı mı?
Partnere ve çocuğa karşı şiddetin arttığını gözlemledik, evet. Bu özellikle üstünde durulması gereken büyük bir problem.
Zorunlu evde kalmanın yanı sıra işsizliğin artması, ekonomik sorunlar, kişilerin önlerini görememesi, gelecek planı yapamamasının da şiddetin artması üzerinde olumsuz etkileri oldu.
“Hem mental hem fiziksel yük kadınlara kaldı”
Şiddetin yanı sıra çocukların ve bazen tüm aile bireylerinin evde kalmasıyla ev içi iş yükü, bakım emeği de arttı, sorumluluk da kadınlara kaldı…
Evet, “eşitlikçi” denilen ailelerde bile kadının üzerine daha fazla yük düştüğünü biliyoruz. En basitinden mental yük düşüyor… Fiziksel yük paylaşılsa bile, ki bu bile çok sık rastlanan bir durum değil, mental yük tamamen annelerin üzerine kaldı.
Akademiden de biliyorum, şirketlerde de aynı durum söz konusu, kadınlara “Evde senin üzerine daha fazla iş düşüyor, sana hoşgörülü yaklaşalım” gibi bir tavır olmadığı için burada özellikle çocuk sahibi kadınları sıkıştıran bir durum sözkonusu.
Akademiden örnek verebilirim, pandemi döneminde erkek akademisyenlerin makale sayısında artış varken kadınların buna vakti olmadı.
Sorumluluğun kadına kalması sadece bizim kültüre de özgü değil, birçok farklı kültürde bunu gözlemliyoruz.
“Herkes aynı evde, kaçacak bir yer yok”
Bu da kaygı seviyesinin artmasına sebep oldu. Sınırların konulamadığı karantinada “Burası benim alanım, biraz dışarı çıkıp rahatlayayım” denilemeyince stres regülasyonu zorlaştı. Bu da romantik ilişkilerde tartışmalara, şiddete, çocukların üzerinde baskı kurmaya yol açtı.
Ebeveynleri zaten iyi anlaşan bir çift değilse çocuklar aile içi çatışmaya daha fazla maruz kaldı. Çünkü herkes aynı evde, kaçacak bir yer yok… Yani bu dönemde hem kadınlar hem çocuklar ev içi şiddete daha fazla maruz kaldı.
“Yalnızlıkla başa çıkmak zorlaştı”
Bu tabloda yalnız yaşamak bir lütuf gibi. Gerçekten öyle mi, yoksa yalnızlık da başka bir yük mü getirdi?
“Ben nereden yeni birini bulacağım, bu süreci yalnız yaşamak istemiyorum” diyerek, kötü ilişkilerine devam etmeye kendini mecbur hissedenler de oldu.
O zaman “online dating” (çevrimiçi tanışma/randevulaşma) uygulamalarının kullanımı da arttı mı? İnsanlar yeni birileriyle tanışmaya heves etti mi?
Tabii… Kendi danışanlarımdan da çok net gözlemledim, daha önce bu uygulamaları kullanmamış olanlar da online dating uygulamalarını kullanma mecburiyetinde hissediyorlar kendilerini. Çünkü bu süreç yalnızlıkla başa çıkılmasını zorlaştırdı.
O yüzden “Online da olsa biri olsun, ekrandan da olsa flört edeyim” duygusuyla insanlar bu uygulamaları daha fazla kullanmaya başladılar.
“Tanışıyoruz ama kafeye gidemiyoruz”
Ama buradaki mesele de şu: Normal koşullarda online dating’in daha başarılı olması için, kullanmaya başladıktan sonra önce yazılı iletişimde bulunmayı, biraz tanışıklık edindikten sonra da görüşmenin yüz yüze devam etmesini öneririz. Çünkü yüz yüze buluştuğunda aradaki kimya tutuyor mu tutmuyor mu, çekim var mı, bunlara bakabilme şansı olur. Yüz yüzeyken çok daha fazla sinyali okumak mümkün.
Ama şimdi yüz yüze buluşmak istendiğinde kafeye gidemiyoruz, direkt evde buluşmalar başladı. Bu da ilişkiyi daha hazır olmadığı bir noktada fazla yakınlığa itti. Bu yakınlık, insanların ya “Bu kadarı bana fazla” deyip kaçmalarına ya da hazır olmadıkları bir noktada cinsellik yaşamalarına sebep oldu.
Bazen de buluşma mümkün olmadığı durumlarda ilişki mesaj üzerinden götürülüyor ve mesaj üzerinden çok fazla yakınlık kuruluyor ama yüz yüze gelindiğinde o yakınlığı karşılayacak bir samimiyet kurulamıyor.
“Seçenek felci” nedir?
Online dating kullanan kişi sayısının artmasının şöyle bir sonucu da oldu, daha önce kullanmayanların da varlığıyla seçenek sayısı arttı.
“Seçim felci” denen olguyu insanlar daha fazla yaşamaya başladı: Artık çok fazla seçenek var, bu da kolay vazgeçmeye, “Bu olmadı bir sonrakine” demeye motive etti.
“Birbirimize anlatacağımız hikayemiz yok”
Pek akla gelmeyen bir konu ama kendimizi en güvende hissettiğimiz alan olan arkadaşlıklar da pandemi sürecinden etkilendi mi?
Etkilendiğini düşünüyorum. Dışarı çıkabildiğimiz, sosyalleşebildiğimiz dönemde arkadaşlar aranırdı. Şimdi bunu yapamıyoruz.
Zaten hayatlarımız da çok rutin, birbirimize anlatacak hikayemiz yok. “Ne yaptın?”, “Evdeyim, sen?”, “Ben de evdeyim…” Paylaşacağımız yeni bir şey olmayınca arkadaşlarımızı da daha az arayıp soruyoruz ama bu süreç bittiğinde, hepimizin ilişkilenmeye olan açlığı öne çıkacak, daha çok görüşeceğiz.
Arkadaşlıkların kalıcı olarak etkilendiğini düşünmüyorum, kalıcı olarak etkilenen varsa belki de zaten kötü arkadaşlıklardı ve bir “temizlik” yapmış olduk. Ama zaten güzel kurulmuş arkadaşlıkların aynı şekilde devam edeceğine inanıyorum.
“Sınır ihlalinin en büyük sonucu gerginlik”
Ya ofis arkadaşlıkları? Daha da geniş anlamıyla, çalışanların arasındaki ilişkiler de “pandemi gerginliğinden” nasibini aldı mı?
Sınır kavramı, kişisel alan kavramı ortadan kalktı. Eskiden ofisten çıkınca birkaç e-posta veya telefon gelse de sonuçta iş bitmiş oluyordu. Şimdi “Nasılsa evde işe devam edebilir” düşüncesi hakim oldu. Öyle olunca da kişilerin özel zamanına, alanına sınır ihlalinde bulunuluyor. Sınır ihlalinin en büyük sonucu da gerginlik, öfke oluyor.
Kurumsal hayatta sınır koymak çok kolay olmadığından bu öfkeyi çalışanlar birbirlerine yöneltiyor.
Ayrıca, “Zoom bitkinliği” diye bir kavram var. (Zoom: Çevrimiçi videolu görüşmeyi sağlayan bir program)
“Zoom bitkinliği”nden mustarip olabilir miyiz?
Bu kendi aramızda konuşup anlam veremediğimiz bir durum, var değil mi öyle bir şey?
Evet, zaten çevrimiçi iletişim her zaman daha zordur. Yüz yüze iletişimde birbirimizin sinyallerini daha iyi okuyoruz, daha iyi anlıyoruz.
Pandemiden çok önce yapılmış bir araştırma var. İki romantik partner arasındaki ilişkide yüz yüzeyken bile birkaç saniyelik kesintide kızgınlığın arttığını, kişilerin dinlenmediğini düşündüğünü gösteren bir araştırma…
Pandemide bütün iletişimimiz bu şekildeydi, çevrimiçi iletişimde sürekli kopukluklar oluyor, ipuçları kayıp, birbirimizi hissedemiyoruz. Yüz yüze iletişimde bir anlaşmazlık durumunda karşındakinin üzgün veya yorgun olduğunu hissedersin buna göre davranırsın ama çevrimiçi ilişkide bunu anlayamıyoruz. Ekranda sürekli kendimizi görmek de bizi fazla gerebiliyor, sürekli nasıl göründüğümüzü kontrol etme ihtiyacı duyuyoruz.
Bu zaten kendi başına yorucu. Onun dışında online ortamda sürekli duygunu düzenlemek zorundasın. Mesela yataktan yeni kalktınız, ev halindeyken bir anda toplantıya başlıyorsun, kafanız hala evde ama siz iş toplantısındasınız. Bu da yorucu.
Zaten ekran üzerinden birbirimizi anlamaya çalışmak, arada nefes almaya vakit kalmaması… Bunlar da çok yorucu. Ve hepimiz bıktık, karşılıklı olarak bıkma sözkonusu olduğundan acısını birbirimizden çıkarıyoruz.
“Tünelin ucundaki ışığı göremiyoruz”
Pandemi başladığında bu kadar süreceğini tahmin etmiyorduk. Şimdi de bazı uzmanlar altı ayda, bazıları iki yılda biter diyor. Bu korkutucu açıklamalar bizi belirsizliğe sürüklüyor. Belirsizlik psikolojimizi nasıl etkiliyor?
Belirsizlik, kaygının ana sebebi. Korkuyla kaygıyı birbirinden ayıran temel şey. Korku durumunda ortada korkulan bir tehdit vardır. Kaygıda o tehdidi, korkulan durumu hayal ederiz. Yani daha korkulacak durum gerçekleşmemişken bunun belirsizliğinden korkarız. Şimdi içinde bulunduğumuz belirsizlik müthiş bir kaygıyı, plan yapamama halini getiriyor.
Psikolojik anlamda zorlayıcı birçok durumda tünelin ucunda ışığı görmek, ona odaklanmak insanı iyileştirir. Örneğin, uzak mesafe ilişkilerinde ilişkinin iyiliği için en çok önerdiğimiz şeylerden biri, kişilerin kavuşmaya odaklanması. Bir araya gelince yapılacakların planını yapmak... Ama şimdi insanlar ne zaman bir araya geleceklerini bilmiyorlar.
Tünelin ucundaki ışığı görememek umutsuzluk, belirsizlik ve baskı halini artırıyor. Bu da her şeye olumsuz yansıyor, kendimizle kurduğumuz ilişkiye bile…
“İnsanın adaptasyon yeteneğine güveniyorum”
Bir araya gelmek dediniz. Bu durumda plan yapmayanlar, yalnız yaşayanlar bu süreci daha mı kolay atlattı?
Burada kişilik farklılıkları devreye giriyor. Kendisiyle vakit geçirmekten hoşlanan, bunu tercih edenler için karantina başlarda güzeldi. Kısa süreli yalnızlıklar insana iyi gelir… Ama yalnızlık uzadıkça insanlarda “Ben nasıl tekrar ilişki kuracağım, nasıl sosyalleşeceğim, nasıl arkadaş edineceğim” duygusu oluştu.
Ancak ben insanın adaptasyon yeteneğine çok güveniyorum. Bir şeyler normalleştiğinde büyük bir kısmımız hayata kolay adapte olacağız, her şey normale dönecek. Ama tabii ki izolasyonun üzerinde kalıcı etki bıraktığı insanlar da olacaktır maalesef.
Özellikle yaşlı nüfusta yalnızlığın Alzheimer riskini artırdığını, depresif semptomlara yol açtığını biliyoruz. Onları bu dönem daha olumsuz etkiledi.
Yani yaşlılar ya da depresyon, kaygı bozukluğu olanlar daha mı fazla etkilendi?
Kesinlikle. Onların üzerinde daha olumsuz etkileri olduğu bir gerçek…
Gizem Sürenkök hakkında
Dr., akademisyen ve psikolog.
Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji ve Siyaset Bilimi & Uluslararası İlişkiler bölümlerinde tamamladı, Koç Üniversitesi’nde MBA’in ardından New York University Psikoloji bölümünde "romantik partnerler hakkındaki örtük düşüncüler ve bağlanma stillerimiz" konulu yüksek lisans yaptı.
Doktora derecesini Cornell University’de Gelişim Psikolojisi üzerine yazdığı teziyle aldı. Halen aynı üniversitede araştırmacı. Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji bölümünde yakın ilişkilerin psikolojisi konulu ders verdi.
Romantik ilişkiler, cinsellik, arkadaşlık ilişkileri, yakın ebeveynlik, profesyonel ilişkiler gibi konu başlıklarını derinlemesine inceleyen Yakın İlişkiler adlı oluşumun kurucusu ve yöneticisi.
(AS)