Fotoğraf: Abdullah Buhari'nin bir minyatürü, 1745 civarı.
İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu yine pek ilginç şeyler söylemiş. Demiş ki:
“LGBT denilen değerlerimize uymayan, bu topraklarla uyuşmayan Batının bize sunduğu bir olay. Bizim geçmişimizde LGBT gibi şeyler var mı? Var da biz mi bilmiyoruz? Bunlar Batı’da olan şeyler. [...] Bu LGBT+ olayı Avrupa’dan ve ABD’den bize pazarlanmaya çalışılan bir şey. Bu olay bizim aile yapımızı parçalayabilir. LGBT+ derneklerine ABD ve Avrupa 12 milyon dolar fon sağlıyor. Bizim değerlendirmemiz bunun 10 katı. Türkiye’yi parçalamak için dış güçler destekliyor. Bu toprakların en büyük gücü İslam’dır.” (Cumhuriyet, 2 Şubat 2021)
Vazifemdir
Şimdi, bu sözler ilk bakışta tuhaf, garip, uçuk ya da komplovari gelebilir. Ama bunları söyleyen koskoca İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu olduğuna göre, bu asla mümkün değil. Yani eğer Sayın Soylu’nun sözleri bana anlamsız, saçmasapan gibi geliyorsa, bu hiç şüphesiz kendi taksiratımdandır diye düşünüyorum, âcizâne. O halde bu sözlerin içinde mutlaka gizli olan kıymetli hikmeti bulup çıkartmak, ne kadar derinliklere gizlenmiş olursa olsun, ben sadık bendelerinin vazifesidir.
İlk aklıma gelen, Sayın Soylu’nun geçmişte bu topraklarda eşcinsellik bulunmadığını söylüyor olduğu. Eh, kendileri İçişleri Bakanı, bendeniz sade bir vatandaş, sözlerini doğru yorumlayıp yorumlamadığımı düşünüp tartmak elbette boynumun borcu, hattâ millî görevim. Hemen kütüphaneme koştum, eşcinsellik konusuyla yakından uzaktan ilişkili olabilecek bütün kitaplarımı karıştırdım. Ve şu sonuca vardım ki, galiba Sayın Soylu’yu yanlış anlamış olmalıyım.
Osmanlı'da lezbiyenlik
Çünki “LGBT” kısaltmasının ilk harfi olan “L” ile başlayacak olursak, Osmanlıca metinlerde lezbiyenler, yani kadınlarla duygusal ve cinsel ilişki kuran kadınlar için kullanılan sürüyle kelime var. Örneğin şimdiki gibi “sevici”, “sürtük” (ki bu kelimenin anlamı zamanla değişmiştir), Arapça “dövmek, ezmek” kökünden türetilmiş olan “sahhâka”, Farsça “vulva döven” anlamına gelen “tabak-zen”, ve keza Farsça “cilâlayıcı, parlatıcı” demek olan “mühre-zen”. Dikkat ederseniz bütün bu terimler ovmak yahut okşamak fiillerini çağrıştırıyor. Ama bununla ibaret değil olay. Meselâ şair Sünbülzâde Vehbi (ö. 1809–10) şöyle demiş: “Bil ki var nice tabak-zen nisvân / kîr-i har gibi zıbık da be-miyân.” Bunu günümüz Türkçesi’ne çevirebilirim ama, neme lâzım, bazıları yanlış anlar, müstehcen sözlerle toplumumuzun ahlâkına kasdettiğimi zanneder. Böyle bırakayım, ârif olan anlar, olmayan da sözlüğe bakıverir. Sorarım size, bu kadar farklı kelimeyle karşılanan bir kavram, bir uygulama, bu topraklara yabancı olabilir mi?
Batı icadı mı?
Lâfı uzatmayayım, “L” olsun, “G” olsun, alfabenin diğer harfleri olsun, Osmanlı dili ve edebiyatında aynı cinsiyetten insanlarla duygusal ve cinsel ilişkide bulunanlar için o kadar zengin bir kelime dağarcığı var ki, muhterem ecdâdımızın bu işlerle bir hayli meşgul olduğuna hiç şüphe bırakmıyor. O halde Sayın Soylu’yu yanlış anlamış olmalıyım, bu topraklarda eşcinsellik yoktu, Batı’dan gelmiş olmalıdır gibi bir söz onun ağzından çıkmış olamaz. Peki, ne demek istemiş o zaman? Acaba, dedim, Sayın Soylu eşcinsel haklarının Batı icâdı olduğunu mu söylemek istemiş? Hemen tekrar kütüphaneme koştum ve bu kez insan hakları konusuyla ilintili olabilecek bütün kitaplarımı teker teker gözden geçirdim.
Kitabın yarısı eşcinsel haklarına dair
Yok, hayır, o da değil. Çünki geçmişte vezirlere, padişahlara sunulmuş olan, üstelik âlimler, şeyhülislâmlar tarafından kaleme alınmış olan nice metin var ki, LGBT konusunu sorunsuzca ele almışlar. Örneğin Ahmed bin Yûsuf et-Tifâşî’nin yazdığı, Yavuz Sultan Selim’in emriyle Kemâlpaşa-zâde (ö.1534) adıyla bilinen Şeyhülislâm Ahmed b. Süleyman tarafından genişletilerek tercüme edilen Rücûü’ş-Şeyh ilâ Sabâh fi’l-Kuvveti alâ’l-Bâh adlı kitabın tam yarısı eşcinsel ilişkiler hakkındadır. Aynı eser daha sonra o yıllarda henüz şehzâde olan III. Murad’ın emriyle büyük âlim Gelibolulu Mustafâ Âlî (ö. 1600) tarafından Râhatü’n-Nüfus başlığıyla tekrar çevrilmiş ve sonradan III. Mehmed adıyla tahta çıkacak olan oğluna sunulmuştur.
Batı'dan ithal LGBT düşmanlığı
Bu durumda günümüzün bilge vezirlerinden Sayın Soylu, geçmişte eşcinsellerin Osmanlı diyârında hak sahibi olmadığını düşünmüş olamaz elbette. Hayır, işin ilginç yanı şudur ki, Batı’dan ithal edilen LGBT değil, LGBT düşmanlığıdır. Gerçekten de heteronormatiflik, yani karşıcinselliği doğal ve kaide, eşcinselliği ise gayr-i tabii ve sapkınlık addeden düşünce tarzı Osmanlı toplumuna Batı etkisinin yoğunlaştığı 19. yüzyılda girmiştir. Bu dönüşümün belki de en ünlü habercisi, Sadrâzam Ahmed Cevdet Paşa’nın 1870’lerin sonlarında Sultan II. Abdülhamid’e sunmuş olduğu Mârûzât adlı eserindeki şu sözlerdir:
“Zen-dostlar çoğalıp mahbûblar azaldı. Kavm-i Lût sanki yere batdı. İstanbul’da öteden beri delikanlılar için ma’rûf ve mu’tad olan aşk u alâka, hâl-i tabi’isi üzre kızlara müntakil oldu. Küberâ içinde gulâm-pârelikle meşhûr Kâmil ve Âlî Paşalar ile onlara mensûb olanlar kalmadı.”
Yani görülüyor ki koca koca sadrâzamlar “gulâm-pârelikle [yani oğlancılıkla] meşhûr” imişler yakın zamana kadar, ama artık durum değişmişti 1870’lere gelindiğinde.
Peki derdi ne?
Peki, o halde Sayın Soylu ne demek istemiş olabilir o hikmet-âmiz sözleriyle? Düşündüm, taşındım, bulamadım. Yoksa... Yani hâşâ estağfirullâh, olamaz böyle bir şey, ama insanın aklına geliyor yine de: Acaba Sayın İçişleri Bakanımız, Türkiye’nin topraklarından durmadan fışkıran sağ’ının liderliğine göz dikmiş, en kolay yoldan yani LGBT+’ları kriminalize ederek, sağa sola nefret tohumcukları saçarak toplumu daha da kutuplaştırmak istemiş ve kendi iktidarını pekiştirmek istemiş olabilir mi? Hayır, hayır, olamaz. Buna asla inanmak istemiyorum.
(NÖ)