3 Aralık Engelliler Haftası’nda sıklıkla engelliler konusunda kaleme alınmış yazılara rastlıyoruz. Bu yazı da onlardan biri olarak değerlendirilebilir, ama bu defa mülteci olmakla iç içe geçen engellilik nedeniyle sorunlar yumağına dönen hayatlar söz konusu olan.
Yaklaşık bir yıldır engelli mültecilerin istihdamını ve girişime yönlendirilmesini hedefleyen uluslararası bir projede yer alıyorum.
Uluslararası projeler denildiğinde havada uçuşan evraklar, beklenen onaylar, katmanlaşmış görev yığınları, ülkeler arası atanan officerlar, denetimler ve ardı ardına sonu gelmez toplantılar akla gelebilir ve gelmeli de. Bu yüzden arada kendimi yürüyen bir evrak dolabı gibi hissetmem de normal karşılanmalı. Ama bu projeler sayesinde şahit olduğum hayatların bendeki etkisi daha derin ve tarifi zor nitelikte.
Kadın ve çocuk olunca durum daha da zorlaşıyor
Varsayalım ki savaşta aldığınız yara, geçirdiğiniz bir kaza ya da doğuştan kaynaklı nedenlerle engellisiniz ve ülkenizdeki karmaşa ortamında (muhtemelen sizin dışınızdakilerin aldığı kararlarla) en mümkün görünen sınırları aşarak başka bir ülkede korunma altına alınıyorsunuz.
Mültecilik ve engelliliğin yanına bir de kadın olmak ya da çocuk olmak gibi pek çok diğer kimliği koyduğumuzda, kaygılar ve toplumsal işleyişin değişmesiyle konu daha da çetrefilli bir hal alıyor.
Son bir yıl içinde karşılaştığım ve özellikle savaş mağduriyetleri sonucu ortaya çıkan engellilik halleri, dayanılması güç dinleme seanslarını da içeriyordu. Sivil toplum çalışanlarının bu travmatik hikâyelerle karşılaşmaları sonrası süpervizörlük alabilecekleri imkânların kısıtlılığı, ikincil travmaları ve akışında giden hayatların dahi sarsılmasına neden olabiliyor.
Duygularla örülü hikâyeler içinde rasyonel çözümlere erişme zorunluluğunun getirdiği baskı ise göç, savaş, insan hakları ihlalleri ve benzeri pek çok alanda çalışan görevlilerin hayattan ve gelecekten ümidini kırabiliyor zaman zaman.
İşkence sonucu görme yetisini, dişlerini ya da uzvunu kaybedenler, tecavüze uğradığı için yaşadığı travmayı günlük hayatında en derinden yaşayanlar, hayatının en parlak yıllarında kendisine isabet eden bombanın etkisiyle yürüyemez hale gelenler, kendisi ve geride kalan ailesinin güvenliği nedeniyle yüzünü göstermekten imtina edenler ve daha niceleri.
Bilinmezlik hakim
Engellilik hali ağırlaştıkça, savrulmuş yaşamların döngüsünde zorluklar da katlanarak artıyor. Tüm bu sarmal ise pek çok zaman başkalarına bağımlı kalmayı ve (eğer sığınacak bir evi hala varsa) bekleme ağırlıklı bir hayatı beraberinde getiriyor. Dil bilinmeden gelinen yeni ülkede, çevrenizde size kol kanat geren insanlar varsa bile üreten birey olarak öne çıkma sıralamasında hep geriden geliyorsunuz. İşte bu yüzden yüzbinlerce engelli mülteciden sadece onlarcasına ulaşabilmek dahi, sembolik bir kültürel değişimi de beraberinde getirebilir umudunu da taşıyor bizler için.
Dinlediğimiz her hikâyede konu dönüp dolaşıp tedavi imkânlarına da geliyor. Her tanıştığınız vakaya başlangıçta kişisel imkânlarımızla yardım etme, çevremizden yardım toplayarak güçlendirme yolları arama alternatifleri, zaman içinde vakaların sayısı arttıkça herkese erişemeyeceğimiz gerçeğini yüzümüze vuruyor.
Günden güne görme yetisini kaybeden bir engellinin gözlerimiz önünde bu süreci yaşamasının psikolojik ağırlığını anlatmak ise hiç de kolay değil. Ya da 30 bin dolar gibi bir masraf karşılığında yüzde 50 görme yetisine erişebileceğini söyleyen biri karşısında, yeterli maddi imkânlar sağlanmadığı için görmeden geçirdiği her bir günün kaybını nasıl telafi ederiz sorusunu hep geciktirmek zorundasınız ki gündelik hayat içinde gülmeye devam edebilesiniz ve uyuyabilesiniz.
Bir mülteci için en büyük sorunlardan birisi geldiği ülkenin bürokratik sistemini bilmemek. Sağlık sorunlarınızın yüksek seviyede olduğu bir engelliyseniz, sağlık sistemi de hem karmaşasıyla hem de tedavi için gerekli maddi ağırlığıyla tam bir bilinmezlik haline dönüşüyor. Konuştuğum engelli mülteciler, genelde tedavilerinin Almanya, Amerika ve İngiltere gibi Batı ülkelerinde yapılabildiği yargısına sahip.
Türkiye’deki imkânların yeterliliği konusunda sahip oldukları bilgi ve yönlendirme eksikliği, muhtemelen engellilik durumlarının daha da ağırlaşmasına neden oluyor.
Özetle, en temel haklardan biri olan sağlık sorununun teşhis edilmesi ve tedavi yollarının bireye açıklanması aşaması, Türkiye’deki engelli ve sağlık sorunları yaşayan mülteciler için her şeyden daha önemli bir sırada yer alıyor. Bu konuda göstereceğimiz rehberlik, elinden tutma, sorunları aktararak sistemi değiştirme çabası ise kimi zaman var olan engelin gözümüzün önünde ilerlemesine kimi zaman ise ümitlerin yitirilmesine neden oluyor. (SAE/EMK)
*Fotoğraf: Mülteci Derneği