“Afrin’den Cindirês’e kadarki uzun ve geniş Cumê ovasını kaplayan asırlık zeytinliklerin görüntüsü insanın içini temizler. Üzerlerinden yüzlerce ince dalın yere kadar sarktığı geniş ağaç gövdeleri, hangi açıdan bakılırsa bakılsın değişmeyen bir güzelliğe kök salmış gibi. Afrin’den Cindirês’e kadar ovayı yaran geniş, düzgün asfaltta son sürat giden bir araçta yolculuk etmek, yol boyu birbirini kovalayan düzgün ağaç sıralarında o güzelliği kapmaya benziyor. İlk fırsatta Cindirês’e yolumu düşürmeliyim.”
Sadık Aslan’ın “İklim Kahverengi” kitabındaki bu paragrafı okuyunca, aklıma Efrin’in şimdi ne halde olduğu geliyor. Türkiye’nin, Suriye Milli Ordusu adlı paramiliter güçle birlikte 20 Ocak 2018 yılında başlattığı operasyon sonucunda ele geçirdiği Efrin.
Suriye Savaşı boyunca savaştan etkilenmeyen nadir yerlerden biri olan Efrin’e giren bu paramiliter gücün yakıp yıktığı zeytin bahçeleri, Türkiye’nin Avrupa’ya sattığı Efrinliler’in zeytinleri ile ilgili haberler yapılmıştı.
“İklim Kahverengi” kitabını okumayı bitirdiğim gün ise, şu haber düşüyor önüme:
“Antakya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Hikmet Çinçin, CHP'nin Ekonomi Masası toplantıları için ziyaret ettiği Hatay’daki bir toplantıda konuştu. Çinçin, Suriye'nin Afrin şehrinden getirilen 90 bin ton zeytinyağının Tarım Kredi Kooperatifleri tarafından ABD'ye pazarlanmaya çalışıldığını belirtti.”
Efrin, Efrinlilerden “kurtarılmamış” olsaydı, Efrinliler, Sadık Aslan’ın kitabındaki şu sahneye benzer şeyler yapacaktı belki de:
“Genci yaşlısı, adını erkeğiyle herkes ne iş yapacağını biliyor. Ağaç ağaç gidiyorlar. Ağaca çıkıp elleriyle zeytin toplayan gençler, en uçtaki dallara çubuklarla vurup zeytinleri indirmeye çalışanlar, seyyar merdivene tırmanarak kenardaki taneleri toplayanlar. Ayakta durur halde alttaki dallara dadanan orta yaşlılar. Ağaçların dibine serilmiş brandalar. Brandaya düşen taneleri ayıran çocuk ve yaşlılar. Yeşil ve siyah etunları, yemeklik ve sıkılmalık olanları ayrı ayrı toplamalar. Toplanan zeytinleri çuvallara koyan adamlar. Geride toplanmış ağacın dibini kontrol eden çocuklar, işi biten ağacı hemen uygun yerlerinden budamaya başlayan mahir yaşlı eller. Az ötede yemek pişiren çocuklu kadınlar…”
Feyruz, Ummu Gulsum eşliğinde...
Sadık Aslan 14 yıldır politik nedenlerle tutuklu bulunuyor. Marmara Hukuk Fakültesi’nde okurken tutuklanıp iki yıl hapis yatmış. Aynı nedenlerle 2006’da ikinci kez tutuklanmış. Aslan’ın daha önce de “Gündoğumuna Yürüyüş” ve “Solgun Sarı-Tor Hikayeleri” adıyla iki kitabı yayınlanmış. “İklim Kahverengi” kitabı Kor Yayınevi tarafından okura ulaştırıldı.
“İklim Kahverengi” kitabı Enes ve Araf’ın Halep çarşısında buluşması ile başlıyor. Halep’te üniversite okuyan bu iki gencin, Halep’ten yola çıkarak Suriye’nin toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasi yapısına yönelik edebiyat ve felsefe içerikli tartışmalarına şahit oluyoruz ilk bölümde.
Kitabın ilerleyen bölümlerinde de pek çok kez ismi geçecek olan Feyruz, Ummu Gulsum gibi sanatçılar eşliğinde...
2004 Qamişlo Katliamı
Kitap ikinci bölümden itibaren ise yönünü Rojava’ya, Efrin’e, devrimcilerin buradaki çalışmalarına, Baas rejiminin uygulamalarına çeviriyor.
2004 yılında Rojava’nın Qamişlo kentinde başlayıp Şam ve Halep’e kadar sıçrayan “olaylar” ve sonrasındaki bu gelişmeler, kitabın bu bölümünden başlayarak ana konu haline geliyor.
12 Mart 2004 tarihinde Qamişlo’da bir futbol maçı sırasında çıkan olaylarda 8 kişi yaşamını yitirmişti. Yaşamını yitirenler için düzenlenen cenaze törenine Baas güçleri saldırmış, bu saldırılar sonucunda da 52 kişi yaşamını yitirmişti.
Binlerce kişi yaralanmış, iki bin kişi de tutuklanmıştı. Protesto gösterileri kısa süre içerisinde Rojava’da ve Suriye’de Kürtleri’in yaşadığı diğer yerlerde de gerçekleşmişti.
Bu yerlerden biri de elbette Halepti.
Araf’ın devrimcilerle tanışması
Kitabın ana karakterlerinden ikisi olan Araf ve Enes bu sırada Halep’te gerçekleşen protesto gösterisine katılır. Enes, gösteri esnasında yaralanır ve gözaltına alınır.
Elbette Araf da. Enes’ten gözaltına alındıktan sonra haber alınamaz ancak Araf, gözaltından çıktıktan sonra rejimin göz hapsinden uzaklaşmak amacıyla Efrin’in bir köyünde bulunan dedesi ile nenesinin evine yerleşir.
Burada Roni adındaki devrimci ile tanışması, onlarla birlikte hareket etmesi, Stêra ile yaşadığı aşk, kitabın bundan sonrasındaki odak noktalarını oluşturuyor.
Sadık Aslan, bu bölümden itibaren Araf’ın gözünden Efrin’i film sahneleri gibi anlatıyor. Araf’ın gittiği her köyü, çıktığı yollarda karşılaştığı her mekanı, dağı, taşı, suyu, tek tek ve detaylarıyla yansıtıyor.
İnsanların sosyal, kültürel, ekonomik durumunu, Suriye rejiminin baskı politikasını, Kürtler’e yönelik yaklaşımlarını Araf aracılığıyla okuyucuya ulaştırıyor.
Baas rejiminin işkencehaneleri
Bazen saatlerce süren yolculuklarda, Efrin’in doğasını, zeytin ağaçlarını, hemen yanı başında, yapay sınırlarla birbirinden ayırılmış Türkiye tarafındaki sınırları gösteriyor. Yine bu yolculuklarda yol kontrolünü yapan Baas rejiminin askeri güçlerini...
Araf’ın devrimcilerle tanıştıktan sonra gözaltına alınması ve ardından gelişen olaylarla birlikte de Baas rejiminin gözaltı, hapishane ya da yaygın adlarıyla kaybetme merkezlerindeki işkenceleri de kitabın sayfalarında genişçe yer buluyor.
“Temmuzun kavurucu öğle sıcağı Halep’i henüz canından bezdirmemiş. Cemiliye Caddesi’nde alabildiğine bir araba yoğunluğu var. Kaldırımlar tıklım tıklım insan dolu… 'Sağda indir ya muallim', diyerek raylı kapıyı çekiyor. İner inmez göz atıyor. On bire birkaç dakika var. Sözleştikleri yer olan postane önündeki telefon kulübelerine vardığında etrafına bir süre bakınıyor. Aradığı kişi henüz yok” diye başlamıştı kitap. Araf’ın aylarca süren gözaltına alınmasının ardından serbest bırakılmasıyla da sona eriyor.
Suriye savaşı başlamadan önceki bir dönemi anlatan ve bir belgesel kaynak niteliğinde olan Sadık Aslan’ın bu kitabı, hapishanelerde yazım faaliyetinin popüler olmayan isimler dışında da yapıldığını gösteren iyi bir örnek olarak karşımızda duruyor.
(FD/PT)