Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi, bugün (8 Ekim Cumartesi), Şişli Nazım Hikmet Kültür Evi’nde düzenlenen “Ölüye Saygı ve Adalet Konferansı”nın ilk oturumunda "Türkiye'de ölülere yönelik çok yönlü şiddet" detaylıca anlatıldı.
İlk oturumdan detaylar
Konferansın, ilk oturumunun başlığı, "Türkiye’de ölülere yönelik çok yönlü şiddet“ti.
Oturumu İHD Eş Genel Başkanı Avukat Eren Keskin yönetirken, Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya, Abdülbari Tiryaki, Murad Mıhçı, Ercan Geçmez, Taha Elgazi ve Mekiye Ormancı konuşmacı olarak yer aldı.
"Ölülere saygısızlığa ağıt dahi yakamadık"
İlk olarak Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez konuştu. Şu noktalara değindi:
"Biz Aleviler’e yönelik işkence yapıldı. Bu sadece Cumhuriyet döneminde değil Osmanlı döneminde de oldu. İster imparatorluk olsun isterse cumhuriyet olsun bize hep işkence reva görülmüş. Malı helal kanı haram görülmüş. Kadınlarının ırzına geçilmesi bir sorun olarak görülmemiş, Alevilerin göçe zorlanması konusunda sorun görülmemiş. Ortak aldıkları miras bu.
"Örneğin Koçgiri Katliamı. Öyle bir katliam oluyor ki kadınlar halen siyah giyiniyor. Bu katliamdan sonra Koçgiri’nin yarısından fazlası yerlerinden ediliyor, cenazelerine ulaşılmıyor. Artık o bölgede sadece ağıt yakılabiliyor. Ağıtları da Kürtçe olduğu için yasak. Büyük bir zulümle karşılaşıyorlar.
"Dersim'de de benzer durumlar yaşanıyor. Maraş Katliamı'nda da Kırıkhan'daki gibi saldırılar düzenleniyor. Ölülere işkence ediliyor. Öncesinde Alevilerin evlerini işaretliyorlar, bu ölümün geleceğinin habercisidir.
"Öldürülen insanlarımızın çoğunun cenazesinin olmadığı Osmanlı'nın fetvalarının devam ettiğini gösteriyor. Çoğu Maraşlı cenazelerine dair acıyı yaşayamadan ülkeyi terk etmek zorunda kalıyor. Arkasından Çorum katliamı geliyor.
BM rakamlarıyla "cesetsiz ölüler"
"Ölüye saygı demek ona hizmet etmek demektir"
Daha sonra Mele Abdulbari Tiryaki konuştu. Şunları söyledi:
"Devletleri yönetenler dini kendilerine araç yapmışlar, top yapmışlar. Kaleye gol atmak için kullanıyorlar.
"Tarihin en başından beri hangisini ele alırsanız kendi varlıkları için çok kötü şeyler yapmışlardır. Bunu dini vazife olarak görmüşlerdir. Dini bir araç haline getirmişler kendi saltanatlarını sürdürmek için.
"Bugün yaşayana da saygı yok ve bu iktidar döneminde dinin en çok araçsallaştırıldığı dönemdir. Ölüye saygı demek ona hizmet etmek haklarını korumak demektir.
"Sadece kendi inancımdaki kişiler öldüğünde onlara saygısızlık yapıldığında bunlardan söz edersek bu olmaz, hepsinden söz etmem gerekiyor. Aleviler, Suniler, Şafiler hepsi baş göz üstünde."
Göçmenler adına Taha Elgazi konuştu. Şunları söyledi:
"2013'te Türkiye'ye sığındım. Fizik profesörüyüm. Bütün hayallerimizi Suriye'de bıraktık buraya geldik.
"Mülteci, göçmen, sığınmacı hepsi aynı acıları yaşıyor. Mülteci olmak seçtiğiniz bir durum değil. Zorunlu yaşadığınız bir şey, sizin kararınız değil.
"Ben ölülere saygısızlıktan söz edeceğim ondan sonra saygı noktasına geleceğim. Maalesef Suriyeli göçmenler Türkiye'de yıllardır iki noktada saygısızlıkla karşılaşıyor.
"Birincisi, denizlerde kaybettiğimiz canlar. Dün bize bir rapor iletildi. BM raporu. 2022'de ilk altı ayda 934 Suriyeli ölü ama cesetsiz. Aynı zamanda da maalesef 2021'de 3 bin 231 kişi ölü kayıtlarında ama cesedi bulunmadı. 2019'da 1510 kişi, 2018'de 2277 kişi. Bunlar BM'nin resmi verileri.
"Siyasetçilerin yanlış politikaları nedeniyle insanlığımızı kaybediyoruz. 3 Ekim'de Başakşehir'de, 62 yaşındaki Suriyeli bir işçi. Yaşamını kaybediyor. Amcamız maalesef asansörü açıyor adımı atıyor ve ölüyor.
"Burada işyerinde bulunan kişiler ilk müdahaleyi yapıyor. Tam 45 dakika sonra ambulans geliyor. Bir buçuk saat sonra hastaneye sevk edilmiş. Bir gün sonra ,iş sahibi hemen yeni bir çalışan almış, işçinin ailesini dahi aramamış. Çocukları iş veren 'Bizim babamız öldü, arayıp dese ki başınız sağ olsun' bari deseydi. Burada bir saygısızlık var. Sebebi bazı siyasilerin mülteciler hakkında negatif konuşması.
"Türkiye'de mülteci olmak zor, şimdi iki kat zor oldu. Mülteci ölülere de saygısızlık çok. Türkiye Suriye sınırında yüzlerce insan öldürüldü nişancılar tarafından. Bu kişilerin hakları savunulmuyor. Mahkemede baskı oluyor. O dava kapanma noktasına geliyor."
Mıhçı: Gezi Parkı'nda Ermeni mezarları vardı
Daha sonra konuşan Murad Mıhçı, 1915 ve sonrasında mezarlıklara ve ölü bedenlere yapılan saldırılardan söz etti:
"Bu coğrafyada yaşanan tüm acıların özeti gibi Hatun Ana ve Aram Tigran'a yapılanlar.
"Biz Konya'daki Ermenilerdeniz. Bizim Ermeni mezarlığımız üzerine evler yapılıyor. Dedem, başka bir arazi alıyor ve kemikleri oraya taşıyor. Bizim ora ile bağımız var. Peki o diğerleri? yaşadığımız her yerde Ermeni mezarlıkları var.
"Ama artık sahipleri olmadığı için ranta teslim ediliyor. Patrikhaneye bağlı 16 mezarlığı var. Biri Girit'te. Yani 15 mezarlık var. Çoğu mezarlık yok bugün. Define var sanılıp kazılıyor. Biz kendi mezarlıklarımıza sahip çıkamıyoruz. Sincar'daki Ermeni mezarlık. Bu yere çok çabaladım, basın açıklamaları yaptık, uğraştık.
"Sonuçta kemikler yerlerde duruyor. Her gün bir mezarlık kazılıyor. Ankara'da TOKİ Ermeni mezarlığının üstüne bina yaptı. Van Edremit Ermeni Mezarlığı üzerine tuvalet yapıldı.
"Gezi Parkı'nda Ermeni mezarı vardı. Oradaki merdivenler Ermeni mezarların taşlarından yapıldı. Bu saldırılar aslında ölülere değil kalanlara. Bu saldırılar yapılırken canlılara yaşayanlara yapılıyor. Biz onların istediği gibi anlamıyoruz. Ben Diyarbakır'daki annelere demiştim, 'Biz gelemiyoruz, o mezarlıklar size teslim.'
"Kadın bedeni mülk olarak görülüyor"
Oturumda TJA akvisti Mekiye Ormancı da söz aldı. Şunları söyledi:
"Kadınlara mülkiyet anlayışı ile saldırıyorlar. Bütün savaşlarda kadın bedenleri de bir alan olarak kullanılıyor. Ölü kadınlara da bu yöneliyor. Bu mülkiyet kavramı çevçevesinde, 1990'larda kadın gerillaya uygulanan şiddeti hatırlatmak isterim. 1990'lı dönemler Türkiye'nin Ortaçağıdır. Orası aydınlatılmadığı sürece Türkiye 1915'le de yüzleşmeyecek.
"1990'larda kadın gerillaların memelerinin ucunu kesip tesbih yaptılar. Son zamanlarda Ekin Van şahsında karşımıza çıktı. 1990'larda daha çok vardı. Taybet Ana şahsında şehir savaşlarında karşımıza çıktı. Gömülme hakkı elinden alındı. Bu ilk değildi.
"1990'larda da olmuştu. Biz gömülmeyen ölü bedenlerle büyüdük. Arkadaşımızın bedeni yerde sürüklenirken, Derik'te de vardı. Bugün Resmi Hafıza bugün bunları silmeye çalışıyor ama halen halkın beyninde. Yaşıyorlar.
"Kuyulara atılan bedenler vardı. 1990'larda bunlar yaşandı. Hepsi bir karanlık çağdı. Ölüye yönelen sebep neydi? Bir ölüden ne istenilir? Fiziki olarak ortada yok. Bir daha devletle savaşacak konumda değil. Özellikle kadına yönelik mülk anlayışından beslenen yanı var. Topluma mesaj gönderme var. Bir daha hatırlanmamak üzere. Sen bundan söz etme üzerine kuruludur bunların düşmanlık sistemi.
"Bir kadın olarak baş kaldırmasından kaynaklı ikinci olarak şiddete maruz kalıyordu. Namus cinayetlerinde de tümden kimsizleştirme vardı. Şemsi Allak mesela bunun örneğidir. Kendi döneminde bir devrimdi.
"Son zamanlarda Jina Mahsa Amini şahsında 'Zorla bizi kendi cennete götüremezsiniz' sloganı beni etkiledi. Bizi öldürdükten sonra bize tecavüz eden bir zihniyetle mücadele ediyoruz."
"Çocuklarımızın ölü bedenleri ile siyasal varlık"
Oturumda son olarak akademisyen Ayhan Yalçınkaya konuştu. Yalçınkaya, Aysel Tuğluk'un annesi Hatun Tuğluk'un cenazesine yapılan saygısızlığı anlattı. "Ölülerimize saygı istiyoruz. Ölülerimiz içir bir kimlik istiyoruz" dedi.
Şunlara değindi:
"Devletin kutsal olarak koyduğumuz anda kendisini meşrulaştırmak için kendinden başka kaynağı kalmıyor. Ulus devlet kendisinin tanımladığı millete göre kendisini var ediyor.
"Devlet kendi dışında herkesi öldürebilir kendi varlığı için. Şehitler de böyle ortaya çıkar. Kendi kurucu ölülerinin ölmediğini bildiği için onları sürekli anar. Devlet bunu bilir. Düşmanları için de bunun böyle olduğunu bilir. Ölüler geri döner. Devlet bunu bilir. Her devlete içkin bir şeydir. Bu öldürme döngüsünün varacağı yer soykırımdır. Devletin kendi intiharıdır. Biz bugün bu döngüyü yaşıyoruz. Düşmanlarının ölülerini de sürekli öldürmek ister.
"Çocuklarımız ölü bedenleriyle siyasi varlıklarıyla aslında pay istiyorlar. Halen mücadele ediyorlar. Öldürdük, parçaladık, yetmiyor, ritülleri de yok etmek gerekiyor. Dolayısıyla devlet ain sürecine, yasa da müdahale ediyor."
Konferansın ikinci bölümü, "Etik, Hukuk ve (nekro) politika" başlığıyla devam ediyor.
(EMK/RT)