Ocak ayının son günlerinde Ezilenlerin Sosyalist Partisi'ne (ESP) yönelik düzenlenen operasyonlarda gözaltına alınan gazeteci Pınar Gayıp, dört gün gözaltında tutulduktan sonra “ev hapsi” ile serbest bırakıldı.
Şubat’ın ilk günlerinde de İstanbul’da yaşadığı eve giden polisler, ayağına elektronik kelepçe taktı.
Etkin Haber Ajansı’nda (ETHA) 2015 yılından beri editör muhabir olarak çalışan Gayıp, aslında bu tür baskılara çok da uzak bir isim değil. Çünkü, Türkiye’de sol- sosyalist hareketlere operasyon düzenleyen polisin, uğrak noktalarından biri de ETHA’lı gazetecilerin evleri oluyor.
TIKLAYIN - Pınar ve Semiha Gazetecidir
Bu operasyonlardan birinde polisin darp ettiği Gayıp, sahada da yine polisin hedefindeki gazetecilerden.
Yaklaşık 3 aydır evden elektronik kelepçe ile gazetecilik yapan Gayıp, her güne sokağa habere gidecekmiş gibi hazırlandığını söylüyor. Özledikleri ise, sahada haber kaynaklarıyla söyleşmek, meslektaşlarla tatı tatlı atışmak…
"Tüm basın çalışanları için mücadeleyi yükseltelim" diyen Pınar Gayıp, anlatıyor.
“Suruç’ta tanık olduklarım gazeteciliğimi tetikledi”
Önce sizi tanıyabilir miyiz?
Celal Bayar Üniversitesi mezunuyum. Aslında bitirdiğim bölümün gazetecilikle yakından uzaktan bir ilişkisi yok o nedenle bahsetmenin bir anlamı olacağını düşünmüyorum.
Doğma büyüme İzmirliyim. Türk ve Sünni küçük bir burjuva bir ailede yetiştim.
Kürtlerden ve Alevilerden uzak durulması gereken düsturla yetişmiş bir çocukluğum var. Ailem düşman gibi değildi ancak pek de sevmezlerdi. Ellerinden geldiğince uzak durur, benim de pek ilişki kurmamı istemezlerdi.
Gazetecilikle nasıl tanıştınız?
Gazetecilik sevdam 2014 yılında başladı. Bu yılları sen çok iyi hatırlarsın diye düşünüyorum. ESP üyesi olarak katıldığım eylem ve etkinliklerden fotoğraflar çeker, kendimce bir şeyler karalayarak o dönem ki ajanslara yollar, senin gibi gazeteci arkadaşların dibine çöker, “Bana da öğretin, nasıl yazıyorsun, bu fotoğrafı nasıl çekiyorsun, ben de gazeteci olmak istiyorum” derdim.
Bazen basın metnini okuduğum eylemlerde, metni okuyana kadar haberi takip eder daha da sonra metni okur geri basının yanına geçerdim. O yıllarda İzmir’de olan gazeteciler benden epey çektiler aslında.
2015 yılında gazeteciliği profesyonel olarak yapmak istedim. Sosyalistim. Bu doğrultuda kendime en yakın hissettiğim ETHA’ya başvurdum, sağ olsunlar reddetmediler.
Suruç’a da ETHA çalışanı olarak gitmiştim. Suruç Katliamı sonrası İstanbul’a geldim. O günden bu yana da ETHA’da çalışıyorum. Suruç’ta tanık olduklarım beni gazetecilik yapma anlamında tetikledi diyebilirim.
“Modumu düşürmemek için elimden geleni yaptım"
Bu kelepçe kaç gündür ayağınızda? Kelepçe ile gazetecilik yapmak nasıl bir duygu?
13 Şubat’ta ev hapsim başladı. 2 ayı aşkındır evdeyim. Bu kelepçeyle yaşıyorum ve inan bana ne zaman biteceğini de bilmiyorum. Ev hapsi tutsaklığın ve tecridin farklı bir boyutu.
Modumu düşürmemek için elimden geleni yaptım. Sabah erken kalkıyor, kıyafetlerimi giyiyor, bilgisayarımın başına oturuyorum. Tıpkı ajansa ya da sokağa gidecekmiş gibi hazırım aslında. İnsanın öz mücadelesi gibi bir şey. Anlık bir boşluk seni dibe çekebilir. Bu yüzden de o moda hiç girmedim.
“Meslektaşlarla atışmayı çok özledim”
Fotoğraf: Evrim Kepenek/bianet
Sokaklarda olmaya alışkın olan bir gazeteci olarak bu şekilde bir çalışma biçimi sizi nasıl etkiledi?
Sokaklar benim için eylem alanları. Eve tabir-i caizse sürünerek geldiğim geceleri, bir satır kitap dahi okuyamadığım ayları biliyorum yorgunluktan. Ancak hiçbir şey sokakta, eylemcilerle yan yana olmanın yerini tutamaz.
Çünkü haber alanlarında farklı bir bağ kuruyorsun. Mevzu sadece haberi yapıp geçmek değil, inanmak, hissetmek. Şunu söyleyebilirim ama bir direniş haberini takip etmeyi, eylem sonrası yere oturup bilgisayarı açıp haberi yazmayı, meslektaşlarla atışmayı, eylemcilere sataşmayı çok özledim.
Kendi gazetecilik anlayışınızı anlatır mısınız?
Sosyalist bir ideolojiye sahip olduğumu söylemiştim ki bu kadar sık hedef alınmamın nedeninin de bu olduğunu kaydedeyim.
Ben haberlerimi ezilenlerden; işçi-emekçiden, kadınlardan, LGBTİ+’lardan, çocuklardan, gençlerden, hayvanlardan yana yazıyorum. Benim için öncelikli olan şey gerçeklerin haberleştirilmesi. Haber kaynağının zarar görmemesi.
Bunun için de elimden gelen hassasiyeti göstermeye çalışıyorum. Benim için gazetecilik tarafsız değil aksine bir taraf olmaktır. Bu söyleme kesinlikle katılmıyorum. Ya zulmeden yana ya da gaspa uğrayandan yana olmalısın. Yani bedel ödeyenlerin haberlerini yapıyorsan, sen de bedel ödemekten çekinmemelisin.
“Hapishane benim için bir okul gibiydi”
Bir dönem hapishanede de tutuldunuz, şimdi de bu süreç. Sizin gazeteciliğe bakışınızı nasıl etkiledi?
14 ay Bakırköy Hapishanesi’nde kaldım, ev hapsiyle tahliye edildim, 6 ay gibi bir sürede ev hapsinde kaldım. Yani toplamda 2 yıllık bir tutsaklık diyebiliriz. Çok net söylemek gerekirse hapishanede kısıtlı bilgi erişimine rağmen mesleği devam ettirmeye çalıştım. Aldığım bilgilerle yazı yazmaya çalıştım.
Hapishane benim için bir okul gibi oldu, eksik bulduğum yanlarımı görüp geliştirmeye çalıştım kendimi. Ve bu mesleğin her durumda ve koşulda yapılabileceğini öğrenmiş oldum. Yani seni dört duvar arasına hapsetseler de sen yine gazetecisin ve haber yapmalısın. Belki de bir hapishane deneyimim olmasaydı ev hapsini bu kadar sağlıklı geçiremeyebilirdim.
“Dayanışma hep yanıbaşımdaydı”
Fotoğraf: İrem Afşin
3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü için bir mesajınız var mı?
Dünyanın her yerinde basına yönelik saldırılar devam ediyor. Çünkü egemenler iktidarlarını sürdürebilmek için halkı yalanlara inandırmak istiyor.
Sol, sosyalist, devrimci ideoloji sahip olmasanız bile meslek etiğiyle hareket ettiğinizde zaten gerçekleri yazmanız gerekiyor. Ancak bugün egemenler kendi biat kültürünü dayattığı gazetecilerini yaratmak istiyor. Gazetecilik mesleği ciddi bir tehdit altında ve buna karşı mücadele etmemiz lazım.
Çok sayıda gazeteci tutsak ve saldırı altında. Haberlerimizden, yazılarımızdan kaynaklı hedef gösteriliyoruz. Bizim görevimiz halkın haber alma hakkını savunmak, bu doğrultuda haber yapmak, gerçekleri ortaya çıkartmak. Ancak bunu da tek başına yapamayız. Bu noktada dayanışma devreye girmeli.
Şöyle söyleyebilirim, mesleğe başladığım ilk günden bu yana hiç yalnız hissetmedim kendimi dayanışma hep yanı başımdaydı. Gözaltı sürecim, tutsaklığım, hedef gösterilmem her durumda ajansım ETHA’nın, meslektaşlarımın ve dostlarımın desteğini gördüm. Haber kaynaklarından gelen “iyi ki varsın” mesajları, en zor anlarda ayağa kalkmamı sağladı.
Fakat bugün bu dayanışmanın binde birini bile göremeyen, adı bilinmeyen, uğradığı haksızlıklar göz ardı edilen meslektaşlarımız var. Sadece belli isimlerle değil tüm meslektaşlarımızla dayanışma içinde olmalıyız ki bir gün gerçekten basının özgürlüğünden konuşabilelim.
“Cezaevinde tek bir mektup almamış olan meslektaşlar var”
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Asında dayanışmadan söz ettik. Buna dair şöyle bir örnek verebilirim. Geçenlerde söyleşi için görüştüğümüz bir meslektaşımla konuşurken dayanışma konusunda ne kadar şanslı olduğumu söylemiştim.
Yaptığı haberden dolayı yıllarca devam eden bir davası var. Bana demişti ki, ‘Biliyor musun hiçbir gazeteci benim davamı takip etmedi. Kendi davamı takip ediyorum, haberimi yapıyorum. Kendi sesimi duyurmaya çalışıyorum’.
Bunu söylerken gelsinler davamı takip etsinler anlamında söylememişti. Ama o gün bu gerçeklikle karşılaşmış olmaktı. Hapishaneneyken hiç mektupsuz kalmadım. Her hafta görüşe çıktım, düşüncelerimi aktardım. Ben hep dayanışmayı yanıbaşımda hissettim.
Fakat hapishanede bir tek dahi mektup almamış olan meslektaşlarımız olduğunu da öğrenmiş oldum. Tüm gazeteciler için dayanışmayı bir kez daha hep birlikte örmek gerekir.
(EMK)