Kadınlık hallerini ve erkek şiddetini kitaplarıyla görünür kılan isimlerden biri de Edebiyatçı Yazar Hatice Meryem.
Meryem’in “Siftah”, “Aklımdaki Yılan”, “Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun”, “Bir Kadını Öldürmeye Nereden Başlamalı” isimli kitapları feminist söylemler üzerine kurulu değil. Ancak her biri güçlü bir “toplumsal cinsiyet eşitsizliği hakikatini” gözler önüne serme metni.
Edebiyatın hayatla bağına dikkat çeken Meryem, “Bir Kadını Öldürmeye Nereden Başlamalı” kitabının bir an önce yayınlanmasını istediğini söylüyor ve ekliyor:
“Adının provakatifliğinden korkmadım. Dikkat çekmek için yapmış yazar denilme ihtimalini umursamadım. Tek bir insanın hayatı, tek bir kadının hayatı duyacağım en ağır ithamlardan çok daha mühimdi.”
Hatice Meryem anlatıyor
“Acınası ve gülünesi durumları yazdım”
“Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun” ile başlayalım… Nasıl çıkmıştı o kitap? Nasıl çıktı içinizden onları yazmak daha doğrusu?
Kitabı yazdığım yıllarda bir kadının toplumda kendisine yer edinmek için evliliği sığınak olarak gördüğünü biliyordum. Sokaklarda, meydanlarda, kamusal mekânlarda yaşama imkânı bulamayan kadınların ancak evlilik içinde yaşam hakkı bulabildiğini, neredeyse ömrünün üçte birini de evliliğe hazırlanarak geçirdiğini de.
Mevcut toplumun sürekliliğini sağlayan aile kurumunun kızları evliliğe hazırlama uğraşının vardığı uç noktalar rahatsızlık ediciydi.
Düşünsenize evliliğe adeta el birliği ile hazırlanan gençlerin yatak odalarına, taharet bezlerine, duş jellerine kadar anneler babalar eliyle hazırlanıyor.
Bu, yıllar önce de, bugün de, utanılası bir şey. Kadınların sadece anne ve birinin karısı olarak yer bulabildiği toplumda hayatta kalabilmek, hatta nefes alabilmek için insanın yüzünü acı acı gülümseten taktikler geliştirdiklerini fark etmiştim.
Ben, evliliğin esasen bir sığınak olmadığını, kadınların orada dışarıdan hiç de aşağı kalmayan tehlikelerle karşı karşıya olduklarını ancak bu tehlikelere karşı ayakta ve hayatta kalabilmek için geliştirdikleri kah gülünesi kah acınası durumları yazdım. Evlerde hapsolan bu kadınların yürekliliğine, zekâlarına hayranlık duya duya.
“Erkek şiddeti karşısında dehşete kapıldım”
Son kitabınız, “Bir Kadını Öldürmeye Nereden Başlamalı?” adıyla anlatım diliyle tam bir hiciv kitabı bence… Sistemin bütün foyalarını ortaya çıkarıyor yine bence. Hem de tatlı tatlı bir dille. Peki bu kitap nasıl çıktı?
Sanırım bu kitabın kafamda oluşma süreci kadın cinayetlerinin iyice görünür hale geldiği 2009 yılında başladı. Elbette kendimi bildim bileli erkek şiddeti hakkında bir kanım vardı ancak o yıl zamanın adalet bakanı Meclis’te kürsüye çıktı ve açıkladı; o yıl erkek şiddetiyle öldürülen kadınların sayısı 963 idi. Tüm ülke gibi ben de dehşete kapıldım. Sonraki yıllarda da cinayetler aynı hızla devam etti. Pek çok kadın gibi ben de kabıma sığamıyordum.
2014 yılına geldiğimizde bu öyküleri yazmaya başladım. İlk öykü ve beş altı öykü daha Ot dergisinde yayınlandı. 2019 yılında hala öyküler üzerinde uğraşıyordum. Anlatım dili üzerine biraz daha çalışmam gerekiyordu. Ancak o yaz Emine Bulut küçük kızının gözleri önünde sokak ortasında katledildi. Daha fazla bekleyemeyeceğimi düşündüm. Sorular sorular… Edebiyat, dil, anlatım dili, kurgu… Yok yok ben yazdığım öykülerin bir etkisi olsun istedim. Hem eğer edebiyatın hayatla en ufak bir teması olmayacaksa niye yazıyordum…
Eğer bu kısa öykülerin bir kadının daha öldürülmesine mâni olabilme, bir kelebek etkisi yaratabilme gücü var ise… Bir an önce yayınlanmasını istedim. Adının provakatifliğinden korkmadım. Dikkat çekmek için yapmış yazar denilme ihtimalini umursamadım. Tek bir insanın hayatı, tek bir kadının hayatı duyacağım en ağır ithamlardan çok daha mühimdi. Üzerinde çalışmayı bıraktım. Yayınlanması için harekete geçtim.
Bir söyleşinizde, “Erkek şiddetiyle öldürülen kadınların hepsi şehittir. Ataerkilliğe boyun eğen, onun nimetlerinden faydalanmaya tenezzül eden aşağılık erkekler tarafından öldürülmüşlerdir” diyorsunuz. Bunu biraz daha açar mısınız?
Şehitlik kutsal bir değer veya inanç uğruna ölenler için kullanılan bir kavram. O söyleşide bu kavramı sarf ettiğim için sonrasında pişmanlık duydum. Acıyla, öfkeyle söylediğimi, hatta ağzımdan kaçırdığımı düşündüm sık sık. Çünkü kadınlar hangi kutsal değer veya değerler için öldürülüyor? Aile? Din? Devlet? Toplum? Ahlak? Hayır, bir insanın hayatından daha değerli değil bunlar. Hepsi, o bir tek insan için var. Ancak provoke olup sarf ettiğim bu kavramın az çok arkasında da durabilirim.
Belki de ataerki için kurban edilen kadınlar şehit de sayılırlar. Ve evet, en sinir olduğum okumuş yazmış mürekkep yalamış pek çok erkek feminist yaklaşımlarla konuşuyor, hatta zaman zaman itiraflarda bulunuyorlar. Ancak yine de iktidar olmanın konforundan yararlanmayı sürdürmekten de geri durmuyorlar.
Bu görmezden gelme durumunun kadınları çatır çutur öldürdüğünü bildikleri halde sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Sessizlikleriyle mevcut durumu onaylamış olduklarını bile bile. Doğrusu en çok bunları iki yüzlü buluyorum. Ataerkilliğe boyun eğen demeyeyim de, ataerkilliği kabullenen ve onun nimetlerinden yararlanmayı sürdüren erkeklerin de kadınların vahşice öldürülmesinde payı vardır, demek istiyorum esasen.
Edebiyatta ifşa hareketi
Kadın edebiyatçıların başlattığı ifşa hareketine dair ne söylemek istersiniz?
Daha öncesinde SusmaBitsin platformunda bu ifşa hareketini takip ediyordum. Şifalandırıcı yanını görmüştüm. Faydalı buluyordum. Tabii bir kadın edebiyatçının bir erkek edebiyatçıyı ifşa etmesi bambaşka bir olaydı.
Yansımaları hepimizi sarstı. Ama en temelde ben çok doğru buldum, buluyorum. Kadınların bir yerde patlayacağı ne zamandır belliydi. Yıkıcıydı da. Ama daha doğal ne olabilir ki. Bu ifşa bir öfke patlamasına yol açtı ve önüne kattığını tokat içinde bıraktı. Uzun vadede iktidarı hizalandırma bakımından çok doğruydu diyebilirim.
“Kadın edebiyatçılar hakikati yazıyor”
Edebiyatçı kadınlar Türkiye’de erkeklere göre çok daha ürün ortaya koyuyor diye gözlemliyorum. Sizce yeteri kadar görünür yapabiliyor muyuz onları medya ve toplum edebiyatçı kadınların farkında mı?
Evet, benim de takip edebildiğim kadarıyla, 2000’lerin başından itibaren kadın edebiyatçılar gürül gürül yazıyorlar. Öykü, şiir, roman, gezi, deneme, araştırma alanlarında çok iyi ürünler verdiler, veriyorlar.
Önceki kadın kuşaklarından (50’lerden, hatta Osmanlı’dan) el alıp aileye, topluma gözlerini dikip baktılar, ürünleriyle hakikatli meselelere temas ettiler. Mesela ben birçok kadın yazarın (ki bu ‘kadın yazar, yazar kadın’ meselesi hala devam ediyor) bir sonraki kitabını merakla bekliyorum.
Medya ve topluma gelince… Onlar sadece kadın yazarlarla değil, erkek yazarlarla da çok ilgilenmiyor. Zaten edebiyat maalesef Türkiye’de anca toplumun ahlakını bozacağı yönünde bir şüphe uyandırırsa gündeme gelebiliyor.
Bakın eğer bir gün edebiyatçı kadınlar medya ve toplum tarafından fark edilirse, doğrusu bu onların çok da hayrına olmazJ Çünkü onlar hakikati yazıyor ve medyayla toplumun hakikatle uzaktan yakından ilgisi yok.
Son olarak 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'ne mesajınız nedir?
Bize her gün 8 Mart, yaşasın mücadelemiz!
Hatice Meryem hakkındaIİktisat mezunu. Bir bankada memur olarak çalıştı. Daha sonra mesleğini bırakıp Londra’ya gitti. Orada çocuk bakıcılığı, ütücülük, temizlikçilik, gazete dağıtıcılığı, barmenlik gibi işlerde çalıştı. Kültür sanat dergileri Öküz ve Hayvan’da editörlük yaptı. Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri Yarışması’nda öykü dalında dikkate değer bulundu. 2000’de Siftah adlı ilk kitabı yayınlandı. "Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun" adlı kitabı 2002’de yayımlanan yazarın bu eseri aynı adla Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelendi. 2008’de "İnsan Kısım Kısım Yer Damar Damar", 2010’da "Aklımdaki Yılan", 2013’te "Beyefendi", 2019’da ise "Yetim" ve "Bir Kadını Öldürmeye Nereden Başlamalı" kitapları İletişim Yayınları’nca yayımlanan yazarın kitapları Almanca, Macarca, Bulgarca ve Romence dillerine çevrildi. Halen senaryo yazarlığı yapıyor. |
YARIN: EDEBİYATIN KADINLARI ANLATIYOR: Seray Şahiner'i dinliyoruz.
TIKLAYIN- EDEBİYATIN KADINLARI ANLATIYOR: Burçin Tetik: Dayanışma yaşatır, dışlayıcılık ise öldürür
(EMK)