“21. yüzyılda başımıza gelebilecek en kötü şeylerden biri.”
“Utanılacak, rezil bir durum!”
“Kabul edilemez, berbat, mundar, lüzumsuz…”
“Şimdiye kadar hiç kimse desteklemedi, bundan sonra da desteklemeyecek!”
Bosna’nın kırsalında yaşlıca bir çiftçi kameraya konuşarak yakında düzenlenecek 1.Onur Yürüyüşü hakkındaki fikirlerini böyle açıklamaktadır.
“Hiçbir din tarafından kabul edilmez.”
“Bence normal değil.”
“Avrupa Birliğine dahil olabilmek için şimdi hepimiz gey ve lezbiyen mi olalım?”
“Bu tip bir Avrupa’ya ihtiyacımız yok!”
Bunları söyleyen ise Onur Yürüyüşü öncesinde eşcinselliğe bakış açısı sorulmuş şehirli bir diğer somurtkan adamdır.
“Balkan ülkelerinin tümünde eşcinselliğin var olmadığı öne sürülür.”
“Eşcinsellik onlara göre Batı’dan geliyor.”
“Eşcinselliğin bir hastalık olduğuna inanıyorlar.”
“Eşcinsellerin haşince cezalandırılmasını arzularlar.”
Onur Yürüyüşü başlamak üzeredir; katılımcılardan biri hâkim olduğu mevzuyu yukarıdaki cümlelerle özetler.
Renk olsun (Let there be colour) başlıklı belgesel 16 dakika sürse de, Bosna’da eşcinselliğe muhtelif bakış açıları hususunda seyirciyi aydınlatıyor. Genç yaşına rağmen sinema sektöründe çeşitli başarılara imza atmış yönetmen Ado Hasanoviç geçtiğimiz günlerde Saraybosna Film Festivaline katılmış sevimli eseriyle karşımızda.
Muhafazakârların konu hakkındaki önyargılarını teşhir ettiği gibi toplumun riyakârlıkla kendini savunmaya alışını da layıkıyla ispatlıyor. Coğrafyanın fazlasıyla çalkantılı mazisini irdelerken hoşgörüleriyle böbürlenenlerin samimiyetsizliğini de yüzlerine çarpıyor.
Bilhassa eşcinsellerin yıllardan beri beklediği yürüyüşe en büyük tepki nedense Müslüman cemaatinden gelecektir…
Aşk ve nefret ikilemi
Çalışkan sinemacı Hasanoviç senaryosuna da katkıda bulunduğu filmde seyirciye kulakları okşayan mütevazı bir üst ses olarak eşlik ediyor.
“Bazı insanlar aşk adına doğmuş, bazıları nefret.”
“Hepimiz içimizde hem aşkı, hem de nefreti taşırız.”
Bu arada muhtelif din ve kültürleri harmanlayan Saraybona’dan kısa da olsa sinagog, kilise ve cami görüntüleriyle baş başa kalırız. Multietnik yapısından ve çalkantılı tarihinden dem vurulur, “İyi ve hoşgörülü insanlar olarak tanınırız” diye devamı gelir.
Hasanoviç kronikleşmiş iyimser deyişlere karnının tok olduğu belli eder:
“Oysa 25 sene önce birbirimizi öldürdük!”
Aynı zamanda tercihimizi aşktan, sevgiden yana yapmamız gerektiği bize tatlı tatlı hissettirilir.
“Aşk ve nefret iki hasım kuvvettir, onlarsız yapamayız.”
“Aşkın çaresi var mıdır?”
“Daha fazla aşk!”
“Nefretin çaresi var mıdır?”
“Neden onun da çaresi daha fazla aşk olmasın ki!”
İbn Arabi’den…
Bu arada şehirde gerginlik artmış, polisler sıkı güvenlik önlemleri almıştır. Hasanoviç usturuplu şekilde bize o anların bilinmezliğini, katılımcıların tatlı heyecanı kadar tedirginliğini de layıkıyla hissettirir.
Ne de olsa Müslüman cemaati Onur Yürüyüşünün lanetlenmesi gerektiğini daha önce ilan etmiştir. Katılımcılara yönelik olası saldırıları önlemek için şehrin merkezi beton ve madenî barikatlar kuşatılır.
Saraybosna ahalisinin böyle bir etkinliğe hazır olup olmadığı belli değildir. Homofobik kesimlerin hınçlarını agresif tavırlarla dışa vurma ihtimali maalesef daima olduğu gibi yüksektir.
Kamera sokakların halen boş olduğu sabah saatlerinde yine yaşlıca bir adama yönelir. Onur Yürüyüşü hakkındaki fikri sorulduğunda: “Hem gerekli, hem gereksiz” der. “Ama keşke bu kadar ağır güvenlik önlemleri alınmasaydı” diye de ekler ve neşeyle yoluna devam eder.
Bir diğeri: “Anlayışlı insanlarız biz, ne badireler atlattık biz şimdiye kadar, bunu mu sorun edeceğiz?”
Bu arada Müslümanlar’dan müteşekkil kalabalık ve hiddetli grup yürüyüş parkuruna tekbir getirerek yaklaşmaktadır. Barikatlara kadar ilerleyip yağmur duasını andıran sloganlar atarak protestolarını sürdürürler:
“Gökler açılsın, tufan olsun, bunları dağıtsın.”
“Dolu yağsın, bir daha gelmesinler.”
“Ahlaksızlıklarının ve hoppalıklarının promosyonunu yapamasınlar…”
Fakat sonuçta Saraybosna’nın 1.Onur Yürüyüşü, organizatör beklentisinden çok daha yüksek bir katılımla gerçekleşir (Tufan değil, ahmakıslatan eşliğinde).
Öngörülen sayı 500 civarı olmasına rağmen katılımcı sayısı takriben 3 bin kişi olarak belirlenir.
Sonuçta 2019 yılı, 8 Eylül tarihinde başarıyla organize edilen yürüyüşte kimse yaralanmamış, sokaklarda herhangi bir kavga bile çıkmamış.
Yürüyüşte gururla taşınan pankartlardan birinde “Trans hakları insan haklarıdır” sloganını okuruz.
Bir diğerinde “Bugünün mücadelesi, yarının özgürlüğüdür!” yazar.
Tüm dünyada, o veya bu şekilde daima yaşanmış ve yaşanmaya devam eden eşcinselliğe yakışır, Müslüman dünyasından bilgece bir söz de pankartlardaki yerini alır. Bize yüzyıllar öncesinden taptaze bir solukla seslenen Şeyh-ül Ekber Muhyiddin İbn Arabi’ye hak vermemek ne mümkün:
“Aşk kervanı rotasını nereye çevirirse benim dinim de imanım da oradadır." (MT/EMK)