Çiğdem Dalay çalışması -1 :Ya Anne Olmak İstemezseniz!
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Çiğdem Dalay, çocuk sahibi olmak istemeyen 12 kadınla görüştü, derinlemesine görüşmeler gerçekleştirdi. İzlenimlerini ve bulgularını “Ataerkil toplumda gönüllü çocuksuzluk: Türkiye’de ‘Gönüllü Çocuksuzluk’u Seçen Kadınlara Dair Algı ve Yaklaşımlar” tezinde sundu.
Görüştüğü kadınların hiçbirinin kendisini hayatının hiçbir döneminde anne olarak hayal etmemiş olduğunu söyleyen Dalay, bu kadınların toplumdan dışlanmaya çalışıldığına dikkat çekiyor ve ekliyor: “Çocuk sahibi olmayı tercih etmeyen kadınları, en çok anne olan başka kadınlar yargılıyor.”
Dalay’la, gönüllü çocuksuz kadınların hissettikleri üzerine söyleştik.
Çalışmanız için görüştüğünüz, anne olmak istemeyen kadınlar, size ne söyledi?
Elbette anne olmak istemeyen kadınların hepsinin birbirinden farklı sebepleri var. Ama benzeşen sebepler de var. Türkiye’de gönüllü çocuksuzluğu seçen kadınlara dair çalışmam için Avrupa ve Amerika’da gönüllü çocuksuzluk üzerine yapılmış çalışmaların öncül nitelikte olanlarına baktım ve Türkiye’den on bir gönüllü çocuksuz kadınla görüştüm.
Aslında on iki kadın ile görüşmüştüm ama bunlardan biri görüşmemizin ardından arayıp ileride evlat edinirse söylediklerinden pişman olabileceğini söyledi ve görüşmemizi çalışmamda kullanmamamı rica etti.
Bu kadınların ne gibi özellikleri var?
Hepsi aynı sosyoekonomik sınıfa mensup, eğitimli ve meslek sahibi kadınlardı. Çoğu orta ve üst orta sınıftan ‘iyi ailelere’ doğmuş, iyi birer eğitim almış ve toplumsal cinsiyet eşitliğini kendi aileleri içinde tecrübe etmişlerdi. Lakin hepsi kendisini illa da feminist olarak tanımlamıyordu.
Hepsinin toplumun değer yargılarının farkında olarak bu değerleri benimsemeyen, kendileri olma cesaretini gösterebilen ve bunun için çaba harcayan, sorumluluk almaktan çekinmeyen kadınlar olduklarını söyleyebilirim. Etraflarında olan bitene duyarlı, siyasetle ilgili, ülke ve dünya gündemini yakından takip eden, içinde yaşadıkları toplumu ve dünyayı sorgulayan bu kadınların bir ortak özelliği de evliliği ve aile kurumunu hayatlarının merkezine almayan kadınlar olmasaydı.
Evli olanları için evlilikleri hayatlarının dönüm noktası değil, doğal akışında gelişmiş bir tecrübeydi. Evli olmayanların bazıları, evlilik kurumuna inanmadıkları için evlenmediklerini ya da evlenip boşandıklarını ifade ettiler.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin kanunlar düzeyinde henüz sağlanmadığı, geleneksel ataerkil bir toplum olarak tanımlanan bir ülkede, hayatlarına ve bedenlerine dair söz söyleme, karar alma, bunları uygulama imkânı bulunan, yaşamlarını tasarlama özgürlüğüne sahip ve toplumun genel geçer değer yargılarını sorgulamaktan çekinmeyen kadınların orta ve üst orta sınıfa mensup, eğitimli ve meslek sahibi kadınlar olması şaşırtıcı değil. Yaşları 40 ile 59 arasında değişen görüştüğüm kadınların hepsi hayatlarının hiçbir döneminde kendilerini bir anne olarak hayal etmemişti.
'Kişisel nedenlerle çocuk yapmak istemiyorlar'
Fakat bazıları kararlarının zaman içinde netleştiğini de söylediler. Bunun sebebinin de etraflarından gelen çocuk yapmaları gerektiğine dair telkinler olabileceğini ifade ettiler. Kimisi kendi anneleri ile olan ve sağlıklı bulmadıkları ilişkileri yüzünden, kimisi aile kavramına inanmadığı ve kendi ailelerini yeniden üretmek istemediğinden, kimisi genlerinin devamının iyi bir şey olmadığını düşündüğünden, kimisi dünyanın gidişatının endişe verici olduğunu düşündüğünden çocuk yapmak istememiş. Bir de aralarında aile büyüklerini kastederek “benim hep zaten bakacak çocuklarım oldu” diyenler oldu.
Sadece tek bir kadın “benim çocuk bakasım yok” diyerek, çocuk bakmak için gereken isteğinin, enerjisinin hayatının hiçbir döneminde var olmadığını söyledi. Konuştuğum kadınların tamamı bu kararlarında kariyerlerinin hiç etkisi olmadığını ifade etti. Oysa toplumdaki genel yargı, kadınların iş hayatları nedeniyle çocuk doğurmak istemedikleri. Çok çeşitli nedenleri var kadınların çocuk yapmamalarının, hepsi de son derece kişisel nedenler.
Biraz daha detaylandırır mısınız?
Görüştüğüm kadınların hepsinin anneliği doğal ve normal olan olarak algılamadığını, annelik ve aile gibi kavramları sorguladıklarını ve en önemlisi de kendilerini toplumun beklentilerini yerine getirmekle yükümlü bireyler olarak görmediklerini vurgulamalıyım. Kadınlar farklı nedenlerle çocuk doğurmak, çocuk sahibi olmak istemiyorlar. Bunu bir tercih olarak gördükleri için aslen.
"Anne omayan kadınlara 'eksik' 'yarım' oldukları hissettiriliyor"
Anne olmayan kadınlara toplum ne hissettiriyor?
Annelik bir tercih olarak algılanmadığından tüm anne olmayan kadınların biyolojik ve psikolojik nedenler, kendi dışlarında gelişen nedenlerden ötürü anne olmadıkları düşünülüyor. Zira toplumda her kadının anne olduğuna, olmak istediğine dair özcü ve determinist bir inanış hakim.
Bu inanışın neticesinde Türkiye toplumunda genel olarak çocuksuz olan kadınlara yönelik negatif bir algı mevcut. Çocuksuz kadınlar ‘eksik’, ‘yarım’, ‘makbul olmayan kadınlar’ olarak algılanmakta.
Toplum, çocuk sahibi olmak istemediği için bir çocuk dünyaya getirmeyen ve bunu ifade eden kadınları olumsuz olarak algılıyor, yargılıyor.
Örnek verir misiniz?
Öncelikli olarak insanlar üzülüyor çocuğu olmayan kadınlara, merhamet temelli bir sempati duyuyorlar. Çünkü yaşlandıklarında yalnız kalacaklarını, kimsenin onlara bakmayacağını, öldüklerinden bile insanların çok geç haberi olacağını ve cesetlerinin evlerinde günlerce kalıp kokacağını düşünüyorlar. Çocuğu olmayan kadınlara baktıklarında bir korku filmi canlanıyor gözlerinde sanki. O nedenle bir kadın anne değilse ona merhamet duyuyorlar. Ama bir kadın anne olmamayı seçmişse ve bunu söylüyorsa durum değişiyor.
Çocuk yapmak istemediğini söyleyen kadına önce bu korkunç senaryodan bahsederek, korkutarak onu ikna etmeye çalışıyorlar. Yani insanlık görevlerini yerine getirip kadını uyarıyorlar. İleride pişman olacağından neredeyse eminler çünkü. Buna rağmen net olarak anne olmak istemediğini belirtiyorsa kadınlar, bu kadınların, görev ve sorumluluktan kaçan bireyler oldukları, kadınlık bilgisine tam vakıf olamadıkları, bencil, yetişkin olmayı becerememiş insanlar oldukları düşünülüyor yaygın olarak. Bu sadece Türkiye’de böyle değil.
Görüştüğüm kadınların hepsi, "Çocuğunuz var mı?" sorusuna "Yok" cevabını verdiklerinde, "Tüp bebek denedin mi?", "Senin mi olmuyor, kocanın mı olmuyor?" gibi sorulara maruz kaldıklarını, istemedikleri için çocuk yapmadıklarını söylediklerinde ise kendi sosyal çevreleri dışındaki insanlara bunun inandırıcı gelmediğini belirttiler. |
Başka hangi ülkeleri araştırdıız?
Örneğin Birleşik Krallık’ta gerçekleştirilen çalışmalara baktığımızda da gönüllü çocuksuz kadınların bencil kadınlar olarak algılandığını görüyoruz. Almanya’daki algı da Türkiye’dekinden farklı değil. Ülkede gönüllü çocuksuzluğun anlatıldığı yayımlanmış iki kitabın kapağında da çocuklar için tasarlanmış salıncaklarda sallanan kadınların fotoğraflarının kullanılmış olması bir tesadüf değil.
Bir de tabii ‘kötü kadın’, ‘kötü insan’ olduklarına dair bir algı da var. Çünkü toplumumuzda anneliğe atfedilen ve kutsal sayılan şefkat, sevgi, fedakârlık gibi tüm olumlu değerleri reddeden kadınlar olarak algılanıyor anne olmak istemeyen kadınlar. Yani kötü insanlar gibi. Yeteri kadar sevgi dolu ve şefkatli değiller, insancıl değiller gibi.
Eksik hayatlar yaşayan, yarınları garantide olmayan, yanlış yaşanmış hayatları olan ve en fenası da tüm bunların farkında olmayan şuursuz kadınlar olarak görülüyorlar. Gönüllü olarak çocuksuz olan kadınlar, toplumun genelinde diğer çocuksuz hemcinsleriyle birlikte eksik, yarım, makbul olmayan kadınlar olarak algılanmanın ötesinde, kadınlıklarının idrakında olmadıkları düşünüldüğünden bir anlamda kadınlık kategorisinden de dışlanıyorlar aslında. Yani normlara uymadıkları için iki kere ötekileştiriliyorlar.
‘Anne olmayı tercih etmeyen kadınları en çok kadınlar yargılıyor’
Görüştüğüm kadınların hemen hemen hepsinin çocuksuzluklarına dair kararlarından ötürü kendilerini daha çok çocuklu hemcinslerinin yargıladığını düşündüklerini ifade ettiklerini de söylemeliyim. Yani Türkiye’deki anneliğe dair ataerkil algının anne olmuş kadınlar tarafından yeniden üretildiği ve gönüllü çocuksuz kadınlara dair toplumda var olan negatif algıda bu kadınların hemcinslerinin de payı olduğu söylenebilir.
Kadınlığın annelik olmadığı fikri ilk ne zaman ortaya çıktı? Kadınlığın ilk kuralının anne olmak olmadığı fikri ilk kez 1960'lardan itibaren, ikinci dalga feminizm ile birlikte tartışılmaya başlandı. Feminist yazarlar annelik hakkında o güne kadar söylenmeyeni söylemeye, anneliğe atfedilen kutsallığı tartışmaya başladıklarında ve sonrasında doğum kontrol yöntemlerinin kullanılmaya başlanmasıyla anneliğin bir tercih olduğundan bahsedilir oldu. Lakin daha önce de ifade ettiğim gibi pek çok toplumda hâlâ yaygın kanı kadın dediğinin anne olduğu, anne olması gerektiği yönünde. Günümüzde de annelik kadınlara en uygun kariyer olarak belletilmeye çalışılmakta ve böylelikle annelik ideolojilerinin inşası istikrarlı bir şekilde devam etmekte aslında. Sadece din ve siyasetin değil, bilimin de, özellikle tıp biliminin anneliğin sağlıklı kadınların doğal ve birincil görevi olduğu, hatta yegâne görevi olduğu algısının yerleşmesinde payının büyük olduğunu söyleyebiliriz. Barbara Ehrenreich ve Deirdre English, iki yüzyıl boyunca kadınlara verilen öğütleri derledikleri "For Her Own Good: Two Centuries of Experts' Advice to Women" (Onun Kendi İyiliği İçin: Uzmanların Kadınlara Verdiği Öğütlerin İki Yüzyılı) adlı kitaplarında, tıp uzmanlarının kadınların var oluş sebebinin ve asli görevinin annelik olduğu algısının oluşmasındaki ve yerleşmesindeki payından bahsederken, doktorların da katkısı ile 18. yüzyıl boyunca elbirliği ile bir 'Yumurtalık Diktatörlüğü' kurulduğunu söyler. Bu diktatörlük uzmanlar aracılığı ile kadınlara tüm enerjilerini rahimlerine vermelerini, beyinlerinin akıllarını çelmesine izin vermemelerini salıklar. |
(EMK)