bianet'in 1 Ocak 2018 - 31 Aralık 2018 döneminde Türkiye'deki yerel, ulusal ve internet basınına yansıyan haberlerden derlendiği güncel verilere göre, erkekler, 2018’de en az 255 kadını, aralarında üç bebeğin de olduğu en az 20 çocuğu öldürdü. Avukat Hatice Can, bianetin erkek şiddeti çetelesini yorumladı.
Can, imzaladığı uluslararası anlaşmalardaki yükümlülükleri yerine getirmeyen Türkiye’deki yargının ve toplumun zihinsel dönüşümü gerçekleştiremediğini belirtiyor ve ekliyor: “Bu nedenle kadına yönelik her türlü şiddetin sorumlusu devlet olarak karşımıza çıkıyor”
*Türkiye’de bu yıl erkeklerin işlediği kadın cinayeti sayısı 255. 2017’de bu sayı 290’dı. Sizce bu sayılar ne anlama geliyor?
Bu soru, “Daha az kadın öldürüldüğüne sevinmeli miyiz?” anlamına geliyor gibi gelse de öyle değil.
Giderek farkındalığın arttığı ve artacağına, hukuksal düzenlemelerin içselleşmesinin ve kadınların haklarını kullanıyor olması anlamına geldiğini ummak istiyorum
Ama diğer taraftan bir kadın daha eksilmeyeceğiz iddiasının yaşama geçmesinin gerektiğine ve bu ideale erişmek zorunda olduğumuza inanıyorum. Şöyle bir kronolojik olarak baktığımızda Kadının İnsan Hakları alanındaki örgütlenmelerin arttığına sivil toplumun kadın haklarının yaşama geçmesi için büyük özveri ile çaba gösterdiğine inanıyorum.
Kadınları daha çok eşlerinin, sevgililerinin öldürdüğünü görüyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet kadınlar, en çok eşleri, sevgilileri tarafından öldürülüyor. Severek evlendiği, en güvendiği ve veya güvenmek istediği kişi can alıyor. Ve bu durum çok can acıtıcı bir hale geliyor. Erkek egemen bakış açısı ile donanmış erk-eklerin kendi eşiti olarak görmediği kadınlara karşı en korunaksız olduğu alanda oluyor. Kadını birey olarak görmeyen “kadını kendine ait “ gören anlayış yaygın oldukça kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet sürmeye devam ediyor.
Peki, sizin çözüm öneriniz nedir?
Topyekûn bir zihinsel dönüşüm gerekiyor. Topyekûn bir zihinsel dönüşümü gerektiriyor ne yazık ki.
Türkiye CEDAW'a imza attı ama..."
Biraz açar mısınız?
Hukuksal düzenlemeler çok önemli.
Örneğin Kadına Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi'nin (Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination Against Women - CEDAW) 1985 yılında yürürlüğe girmesi çok önemli bir adım. 2002 yılında yürürlüğe giren Medeni Yasa ile kazanılmış hakları var. Sonra TCK düzenlemesi var.
CEDAW ve sonrası iç hukuk düzenlemeleri ile kadın insan hakları alanında önemli kazanımlar yaşama geçti örneğin aile reisi kavramı ortadan kalktı. Aile içinde eşitlik eşit temsil düzenlemesi çocukların velayetinin eşit temsili yaşam buldu.
Evlilik içinde edinilmiş malların kimin adına olursa olsun mal rejiminin tasfiye edilmesi yöntemi ile eşit paylaşımı önemli bir kazanım oldu.
Gene örneğin bekar annelik ya da evlilik dışı doğan çocuğun velayetini annenin kullanabilmesi çok önemli bir aşamadır. Resmi olmayan evlilikte ya da farklı nedenlerle doğan çocuğun annesinin velayet hakkı yoktu. Önceki medeni yasa uygulaması döneminde babalık davası açılmak zorunda ise anne çocuğu temsil edemiyor ve kayyım atanması zorunluluk arz ediyordu.
Örneğin kadının önceki soyadını tek başına kullanabilmesi ve veya önceki soyadını ve eşinin soyadını birlikte kullanabilmesi son derece önemli ve anlamlı gelişmelerdir. Ancak Evlilik sonrası yalnızca kendi soyadını kullanmak isteyen kadınların bu isteklerinin yaşama geçmesi konusunda bir düzenleme yapılmadığı için Kendi soyadını kullanmak isteyen kadın ancak dava açarak bu hakkını kullanabiliyor. AİHM’in Tekeli–Ünal kararı doğrultusunda iç hukukta düzenleme yapılmadı.
Bu hakların bir bölümü AİHM kararları ile kazanılmış olsa da CEDAW’a dayanılarak ayrımcılık önleme konusunda kadının insan hakları mekanizmaları kullanılmış ve yaşama geçmiş bulunuyor.
Gene 765 sayılı ceza yasasında kadına yönelik cinsel saldırı suçları “adabı umumiye ve Nizamı aile aleyhinde" suç olarak tanımlanmakta idi, bireylere yönelik suç olarak görülmüyordu.
2005 yılında yürürlüğe giren 5237 sayılı halen yürürlükte olan ceza yasası ile “cinsel saldırı suçları”, kişilere karşı suçlar kısmında “cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar olarak” düzenlendi.
2010 Anayasa referandumunda eşitliği düzenleyen Anayasanın 10. Maddesine eklenen “cinsiyet eşitliği sağlanana kadar özel önlemler alınır” cümlesi bizi tam anlamıyla tatmin etmese de, bizler için çok önemliydi.
Bu değişiklik; kadınlara yönelik daha özel politikalar üretilmesini gerektiriyor. Ancak ne yazık ki CEDAW’la da yükümlülük altına girdiği, her türlü ayrımcılığın ve özellikle geleneklerde var olan ayrımcılıkları da önleme ve zihinsel dönüşümü gerçekleştirme yükümlülüğü konusunda üzerine düşeni yapmadı Türkiye.
Şiddet, kaynağını ekonomik güç ilişkilerinden alıyor. Ülkemizde ne yazık ki toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanamadı.
Özellikle kadınlar karar alma mekanizmalarına katılımda hak ettikleri yeri alamadı. Ekonomik güç ilişkilerin nedeniyle evlilik içinde her zaman dezavantajlı olarak kaldı. Erkek alanı da bu avantajı kullanarak şiddet uygulamayı sürdürüyor
Evlilik dışında da (sevgilisi, eski eşi, takıntılı âşıklar), bu bakış açısını görmekteyiz. Kadına yönelik tahakküm etme her türlü davranışı hak olarak görme bakış açısı ile şiddet olgusunu sık sık görmekteyiz.
Erkeklerin zihninde yer alan “Ben daha üstünüm” düşüncesini yok edecek cinsiyet eşitliği farkındalığı oluşturulamadı zihniyet değişiklik yerleştirilemedi.
"Savunmalar bile ayrımcılık içeriyor"
2018’de en az dört trans kadının da öldürüldüğünü görüyoruz. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
LGBTİ’ler ve trans kadınlar, en dezavantajlı gruplardır. Cinsel kimlik ve Cinsiyet kimliği farkındalığı yerleşmedi. Bu tür bireylerin cinsel yönelimlerini “hastalık” olarak gören bir bakış açısı ne yazık ki yaygın. Cinsel kimlik ve cinsiyet kimliğini tanımadıkları çok olumsuz görüşler ve bakış açıları yaygın. Devletin bu kişilere “hastalıklı” gözüyle bakması, transla yönelik suçları işleyenlerin savunmasına da yansıyor. Savunmalar bile ayrımcılık içeriyor.
Örneğin “Biz kadın sandık erkek çıktı”, “Namusum için yaptım” gibi. Bu savunmaları yapmamaları için ceza yasasında düzenleme yapılması gerektiğini düşünüyorum. Kasten öldürme suçunun nitelikli hallerini düzenleyen 82. maddede öldürme eyleminin “Töre saikiyle “İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır” fıkrası eklenmesi aşaması insan hakları ve kadınını insan hakları alanının uzun yıllara varan mücadelesi ile olmuştu.
Kadınlara yönelik namus adına ve -veya cinsel yönelim, cinsel kimlik ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı nedeniyle öldürme suçunun cezalandırılmasının da TCK 82. maddeye eklenerek nitelikli öldürme suçu olarak kabul edilmesi için yıllardır mücadele veriyoruz.
Bu konuda zihinsel dönüşüm bir türlü gerçekleşmiyor ya da tam tersi olumsuz yönde gerçekleşiyor. Bu olayı hastalık olarak gören bir bakış açısı yaşamın bütün alanlarını etkiliyor
Tüm kurumlarda zihinsel dönüşümün sağlanması devletin yükümlülüğüdür. Bu nedenle tüm şiddet olaylarından Devletin sorumlu olduğunu düşünüyorum.
"Çocuktan gelin olmaz"
Öldürülen kadınlardan beşinin erken yaşta evlendirildiğini görüyoruz. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Erken yaşta evlendirme'yi “çocuk tecavüzü" olarak değerlendiriyorum. “Erken yaşta evlendirmelerde" çocuğun velayetini taşıyan anne babanın “evlendirilen eş" kadar sorumlu sayılması gerektiğini düşünüyorum.
Mesleğe başladığım ilk yıllarda küçük yaşta, yaşı büyük biri evlendirilmiş bir kız çocuğu bir nedenle adliyeye gelmişti. Savcılık tarafından fark edilerek şikayete tabi olmayan bir suç olduğu için soruşturma açılarak evlendirilen erkek ile anne baba da tutuklanmıştı,
Hatta fail yaşı küçük çocuk ile kendi ailesinin konutunda birlikte olmuşlarsa erkek “eş" sanığın anne babası aleyhine de kamu davası açılıyor ve zaman zaman onlara dahi tutuklama müessesesi işletiliyordu.
Siz yıllardır bu nedenle tutuklanan anne baba duydunuz mu? Hayır. Üstelik evlilik diyemiyorum bunlara. İstismar sözü bile eksik kalıyor. Tecavüz diyorum. Çocuk gelin sözüne de itiraz ediyorum. Çocuktan gelin olmaz
Ayrıca yaşı küçük istismarın en ağır örneklerinden N.Ç davasında “Rızası var” şeklinde yorum ile 14 yaşında ağır cinsel saldırıya uğrayan bir kız çocuğunun faillerinin aklandığı dava da hala hafızalarımızda tazeliğini koruyor.
"Sığınma evleri yetersiz"
En az 17 kadının tedbir ve koruma kararına rağmen öldürüldüğünü görüyoruz. Buna tepkiniz nedir?
Ben, kadına yönelik şiddetin önlenmesi yasası olan 6284’ü olumlu buluyorum. Her ne kadar eksik uygulansa da önemli. Ama asıl meselenin sığınma evleri meselesi olduğunu düşünüyorum. Avrupa birliği standartlarına göre her 7 bin 500 -10 bin nüfus oranında sığınma evi açılması gerekiyor.
CEDAW'ı kabul eden, 6284'ü düzenleyen Türkiye, Avrupa Konseyi kadına yönelik şiddetin önlenmesi sözleşmesini ilk imzalayan İstanbul’da Türkiye de imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi olarak anılan sözleşme uyarınca kadına yönelik şiddeti önleme konusunda kadın sığınma evleri açmayarak yükümlülüğünü yerine getirmemektedir.
Gizlilik standartlarının tam uygulandığı şiddete uğrayan kadının çocuklarıyla birlikte kalabileceği çocukların eğitimlerini sürdürmelerinin mümkün olabileceği sığınma evi sayıları yok denecek kadar az. iyi bir yere dönüşmesi gerekiyor. Ancak maalesef sığınma evlerinin kapasiteleri çok az.
Anımsadığım kadarıyla tüm Türkiye'de sığınma evi kapasitesi 3 bin 500’ü bulmaz diye düşünüyorum.
Öldürülen kadınların çoğunda 6284 uyarınca tedbir kararı, koruma kararı vardır. Ancak hiçbiri kadınları koruyamıyor. Kadının şiddet gördüğü o ortamdan uzaklaştırılması sığınma evine alınması gerekiyor. Maalesef Türkiye’de sığınma evleri yetersiz olduğu için kadınlar şiddete uğramaya ve ne yazık ki öldürülmeye devam ediliyor.
İlimizde yaşanan kadın cinayetlerinin her birinde ayrı ayrı uzaklaştırma –tedbir kararları vardı. Ama ne yazık ki öldürüldüler
"Şikayet eden ikinci kez mağdur ediliyor"
Erkekler basına yansıyan en az 188 kadını taciz etti. Taciz olaylarına dair görüşünüz nedir?
Bu sayının sadece buzdağının görünen yüzü olduğunu ısrarla belirtmeliyim. Rakamların çok daha fazla ve korkunç olduğunu çok iyi biliyorum. Bana gelip olayı anlatan ancak şikâyet etmeye yanaşmayan bu nedenle istatistikleri girmeyen çok sayıda vaka bulunduğunu biliyorum. Zaman zaman tacize uğrayan kişi kendisinin deşifre olmasından daha çok zarar göreceğini ikinci kez mağdur olacağını düşünen bir pozisyonda oluyor. O nedenle de bu sayıların görünenden çok daha fazla olduğunu düşünüyorum.
Şikâyete gitse bile şikâyetten vazgeçiyor. Çünkü ikinci, üçüncü kez mağdur duruma düşüyorlar. Oysa tam tersi, mücadele etmek gerekiyor.
Kadının beyanı esastır cümlesinin hayat bulmaması; kadının her türlü davranışının, tartışılıp sorgulanması çok kötü oluyor. Kadınlar bu nedenlerle çok cesaretli olamıyor.
Cinayetler, evde işleniyor, kamusal alanlarda işleniyor. Bir cinayeti işlemek nasıl bu kadar kolay bu hale geliyor? Kadınlar en çok ateşli silah ve bıçakla öldürülmüş. Bu ne anlama geliyor?
Bireysel silahlanma çok yaygın. Bu da kadınların öldürülmesini kolaylaştırılıyorlar. 6136 yasa geçmişte çok etkin kullanılıyordu. Ben bu yasadan dolayı silah bulunduran yüzlerce kişinin tutuklandığını ve hapis yattığını biliyorum. Caydırıcı önlemler nasıl olmalı? Bunlara kafa yormak gerek.
Bunlarla ilgili en ufak bir gelişme yok. Adli kontrol mekanizmalarıyla, imza yükümlülüğü ile Türkiye sanıkların çok fazla olduğu bir ülkeye döndü.
Cezaevlerinin düşünce suçluları ile dolduğu, asıl tutuklanması gerekenlerin dışarda olduğu bir ülkeye döndük. Şiddet çok fazla. Kadınlara şiddet uygulayan erkekler sokaklarda geziyor.
Bir de göç olgusu var. Öldürülen kadınlardan 23'ü göçmendi...
Göçmen kadınlar daha da korunmasız. Türkiye’ye girişleri düzensiz olabilir. Düzenli giriş de olabilir insan ticareti mağduru da olabilir . Seks işçiliği yapmak üzere insan tacirleri tarafından da Türkiye’ye getirilmiş olabilirler. Bu tür olaylara da ne yazık ki o kadar çok rastladım ki.. Dünyanın hiçbir yerinde seks işçisi olmak üzere gönüllü olunmaz diye düşünüyorum onları getirenler insan tacirleri idi. Bu kadınlarla konuşma imkânım oldu. Hiçbiri gönüllü değildi, nereye geldiğini dahi bilmiyordu. Gerçekten insan ticaretinin ortasına düşmüşlerdi. Zaten düzensiz giriş yapmışlardı, pasaportla giriş yapmadıkları için de yoklardı aslında. Hakları da yoktu.
Yoklardı. İkametgâhı olmadıkları için kimlik kartları olmadığı için bir çöpte ceset oluyordu mesela. Kimdir kimdir diye araştırırken ortaya çıkıyordu. Bu sayılar içinde olmaları bu nedenle ne yazık ki çok mümkün.
"Çözüm insanlaşmak"
Çocuklara yönelik cinsel tacize dair ne söylemek istersiniz?
Çocuklar genellikle başlarına gelen taciz olayını anlatamıyor. Onların bir cümlesinden rehber öğretmen bir anlam çıkartıyor. Anne baba kimseye konduramıyor. Zaman zaman güven ilişkisi içinde koruma yükümlüğü olan Kamu görevlileri tarafından istismar olayları yaşanmış olduğu için ancak ortaya çıkan ve yargılama yapılan olaylar istatistiklere girebiliyor.
Çözüm önerisi insanlaşmak. Kamu otoritelerinin gerçekten liyakat üzerinden, farkındalık üzerinden bu tür görevlere atanmalı yerleştirilmeli diye düşünüyorum
O nedenle Türkiye’de ortaya çıkan bütün davaların arkasında bir kahraman öğretmen vardır. Kahraman kadın öğretmen vardır. İspatlamak için uğramıştır, ancak bu alanda da cezasızlık politikası var.
Çocukları taciz edenler arasında en çok öğretmenleri var?
Evet ne yazık ki güven ilişkisi içinde koruma yükümlülüğü olan öğretmenlerin taciz vakaları ancak şikayetçi olunarak adliyeye ve dolayısıyla basına yansıyınca istatistiklere girebiliyor.
Karaman Davası’nın duruşmasına da katılmıştım. 53 yaşındaki bir öğretmen, yatılı okulda kalan 10 yaşlarındaki oğlan çocuklarına cinsel istismarda bulunmak suçlamasıyla tutuklanmıştı. İddianameyi okumak bile, yalnız iddianameyi okumak bile insanlığın ne denli bir noktaya geldiğini göstermesi açısından çok çok acı. Çoğu yoksul aile çocukları aileleri tarafından yatılı okullara gönderilmişler. Ailelerin güvendiği kamu görevlisi öğretmendi, mağdurların hepsi erkek çocuklarıydı. Bu olay üzerinden bakıldığında, yoksul ailelerinin çocuklarını güvenerek bıraktığı kamusal alanlarda yaşandığını görüyoruz. Sözün özü yeniden insan olmayı nasıl üreteceğiz, sorusuna yanıt bulmamız gerekiyor. Yeniden yeniden yeniden nasıl üreteceğiz sorusunu da sordurtmak gerekiyor. (EMK/HK)