Haberin İngilizcesi / Kürtçesi için tıklayın
Yanmış naylon. Bulaşık katran. Çürük tahtalarda paslı çiviler. Dalgaların arasında yosunlara dolanmış bir köpek cesedi. Yüzünün yarısı sadece kemik ve diş. Uzaktan çınlayan, anlamadığın bir dua okuyan bir erkek sesi.
Sidik kokulu yıkıntı duvarda ayıp yazılar, sloganlar. Bir kanlı el izi. Hemen sağında bir kan izi daha. Aynı el mi? Soru sorma! Çocuksun sen. Geç gölgeye! Güneşte burnun kanayacak. Kumsalda kara bir çocuksun. Akdeniz'in doğusundasın. Doğunun ortasındasın. Ortadoğu'dasın.
Poyrazlı günler çok tatsız olur. Dalgalardan denize girilemez, deniz de her zamanki saydam mavi-yeşil değil, çalkantılı bulanık bir sarı rengi almıştır.
Deniz kıyısında ne arıyorsun sen, baban seni kasaba yollamadı mı?
"Bir kilo kıyma alacaktım. Yağsız olsun - lütfen." diyorum sahil köyünün kasabına. Kasabın oğlu bu. Asıl kasap, babası, daha neşeli, kalender bir adam. Oğlu haytanın teki. Hep uykudan yeni kalkmış gibi. Herkesten nefret ediyor gibi. Elleri kirli.
Ben o "lütfen"i zor ekledim. Çünkü korkuyorum beni "tanju" sanacak diye. Bu herifle arkadaşlarını uzun saçlı, süzülür gibi yürüyen incecik bir turist adamın arkasından, seslerine kadınsı bir hava vererek "tanjuuu" diye dalga geçerken görmüştüm. Tanju, bir erkek ismi olmanın dışında, tam nedir bilmiyorum henüz ama seziyorum. Bu sırtlan kılıklı adamlara kıs kıs gülerek alay etme hakkı verdiğine göre tehlikeli bir şey.
Bu adamlara "lütfen" fazla. "Yapsana ordan bi kilo kıyma, yağsız olsun ha!" diye konuşabilen biri olmak isterdim. O zaman onlardan olabilirdim. Ama ağzımdan laflar hep özür diler gibi çıkıyor, elimde değil. Lütfenden mütfenden anlamayan, gömleği karnına kadar açık herif yağlı yağlı parçaları atıyor kıyma makinesine.
Göğsü kılsız. Tuhaf bir şekilde bir bukalemun gibi ileriye çıkıntılı. Babam kızacak. Beni kasaba yollarken "Emin başçavuşun oğluyum de, selam söyle, babam yağsız kıyma istiyor de" diye tembihledi. Adam göstere göstere yağları tıkıştırıyor.
Derdim şu: Ben babamın oğlu olduğum için değil, kendim olduğum ve tam bir kilo yağsız kıyma parasını avucumda sıkı sıkı tuttuğum için YAĞSIZ kıyma almak istiyorum.
Babamın selamını söylemedim. Neden birinin selamı olmadan alınamıyor bir şey? Parasıyla değil mi? Sesimi çıkaramıyorum. Kıyma paketleniyor.
Parayı uzatıyorum. "Hayırlı işler"i ağzımın içinden fısıldar gibi söyleyip uzaklaşıyorum.
Yürürken kabarır gibi yapmaya sert bir erkek gibi yürümeye çalışıyorum, arkamdan "tanju" diye düşünmesin.
Akşam misafir gelecek ve babam çiğköfte yapacak. Babam Urfalı. Ege'nin kıyısında bu sahil köyünde bulduğu iki memleketlisi ve aileleri sık sık misafirimiz olur ya da biz ailecek onların evine gideriz. Kıyma paketini açınca yüzünü buruşturuyor. "Sinameki herif, yağlı vermiş yine. Ben Emin başçavuşun oğluyum demedin mi?"
"Dedim."
Demediğimi biliyor.
"Bununla çikifte olmaz ki."
Babam yirmi yaşından beri İzmir'de yaşadığından, Urfa şivesini bırakmış, İzmirli gibi konuşuyor. Sadece bazı kelimeleri elinde olmadan Urfalı gibi söylüyor. Çiğköfte yerine "çikifte" demesi gibi.
"Geri götür bunu," diye kızıyor, "götür, babam bunu beğenmedi, çok yağlı dedi de, yağsızından çeksin. Dilenci miyiz biz, para verip alıyoruz bunu."
Kim bilir nasıl bir bakışla bakıyorsam yeni verdiği görevi yerine getiremeyeceğimi anlıyor. Mutfak tezgahında bir orduya yetecek kadar taze soğan ve maydonoz ayıklayan anneme bakıyor.
Çocuklarımızın hiçbir zaman tam bizim istediğimiz insanlar olmayacağını anlamak, dünyanın en zor kabul edilen hakikatidir.
Ortadoğu'da hakikat sevilmez. Doğunun ortasında hakikat çok zor dile gelir. Hep saklanır çamurla, kanla, külle, korkuyla. Dünya kurulalı beri böyle.
Babam "Yürü," diyor, kıyma paketini alıp önüme düşüyor. Annem arkamızdan "Bir marul daha alın," diye sesleniyor. Çarşıya doğru yürüyoruz. Babam önde. Konuşmuyor benimle, şimdi bana kazık yememeyi öğretecek, bir yanlış nasıl düzeltilir, bir meseleye nasıl ağırlık konur, bu memlekette ezilmeden nasıl yaşanır, nasıl erkek olunur dersi verecek. Bense sadece yerin dibine girmek ve kıymaydı kasaptı şu berbat öğleden sonraya ait daha ne varsa sonsuza kadar unutmak istiyorum.
Sonra o öğleden sonrayı unutamadan, bunca sene taşımama sebep olan olay oluyor. Önce bir kadının çığlıklarını duyuyoruz. Bir köşeyi dönünce sokağın ortasında bir adamın çok yaşlı bir köylü kadını tekme tokat dövdüğünü görüyoruz. Kendini zor bela evden atmış yaşlı kadın yaralı bir hayvan gibi “Kurtarın, öldürecek beni,” diye haykırıyor. “Vurma oğlum, vurma oğlum” diye yalvarıyor.
Ağzı burnu kan içinde. Serserinin tekine benzeyen yetişkin oğlu camlara çıkan komşulardan, yoldan geçenlerden çekinir gibi “Ana niye böyle yapıyorsun ana?” diye bağırıyor. “Kim dövüyor seni ana? Niye bana böyle yapıyorsun ana?” Sonra patlatıyor yumruğu. Yaşlı kadın yere düşüp sesi kesilirken o ana kadar şaşkınlıktan dona kalmış babam beni bırakıp o tarafa doğru koşturuyor. Bir iki komşu daha bahçelerinden fırlayıp serserinin üstüne ellerinde sopalarla yürüyorlar, küfürler ederek kaçıyor gidiyor adam. Kadının sıyrılıp düşmüş başörtüsünden görünen beyaz-kınalı saçları. Toza bulanmış kanlı yüzü. Çocuk gibi incecik bir sesle inliyor yerde.
Babam kadının içeri taşınmasına yardım ediyor, sağlık ocağına haber uçuyor, bundan sonrası komşulara emanet. Kıyma paketi yere düşmüş saçılmış o arada, kimsenin umuru değil. Bir iki kedi gözlerine inanamaz gibi saldırıyorlar çiğ kıymaya. Babam birazdan küfürler edecek, toprağa bulanmış kıymayı kaldırıp kenara koyacak: Sokak köpekleriyle kedilere pahalı bir şölen. Kasaptan yeniden kıyma alınırken, dövülen kadının hikayesi ana konu olacak. "Oğlu hayırsız, vicdansız keş çıktı," diyecek baba kasap, kendi oğlu çekmiş gitmiş o arada, dükkanda yalnız baba var şimdi. "İçer içer, yazık anasının parasını çalar, kumar mumara da bulaşmış, allah ıslah etsin..."
"Bu da benim oğlan, iyi tanı da bir daha yağsız kıyma deyince yağsız yap," diye lafı araya sıkıştıracak babam. Kasap dertli dertli başını sallayacak: "Ben dükkanda yoktum başçavuşum, kusura bakma, benim oğlan bilmiyor, o çekmiştir kıymayı. Şu dükkan ben gidersem sahipsiz kalacak inan, tekdir kötek fayda etmedi, adam edemedik çocuğu, kime çekti bilmem ki..."
Ben hep bir yabancı gibi, orada değilmişim gibi dinleyeceğim ve seyredeceğim. Onlar gibi konuşmayı hiç öğrenemeyeceğim. Çocuğum ben. Akdeniz'in doğusundayım. Doğunun ortasındayım. Ortadoğu'dayım. (ÜÜ/ŞA/APA)
* Görseller: Kemal Gökhan Gürses
"52 HAFTA 52 ERKEK" YAZILARINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
Bu kampanya Sivil Düşün AB Programı kapsamında Avrupa Birliği desteği ile hazırlanmıştır. Bu kampanya içeriğinin sorumluluğu tamamıyla İPS İletişim Vakfı/bianet’a aittir ve AB'nin görüşlerini yansıtmamaktadır. |