Artık lezbiyen ve biseksüel feministlerin de bir öz örgütlenmesi var. Adı da Lezbiyen Biseksüel Feministler, kısaca “Lezbifem” de diyebilirsiniz.
Geçen sene Onur Yürüyüşü’ne polis saldırısından sonra feminist hareketten lezbiyen ve biseksüel kadınlar ile LGBTİ hareketten feministler bir araya geldi ve lezbiyenlik, biseksüellik ve feminizm deneyimleri üzerine tartışabilecekleri ve söz üretebilecekleri bir platform oluşturmaya karar verdiler.
Atölyeler yapıyorlar, internet siteleri, 2015 Eylül ayında trafik kazasında kaybettikleri arkadaşlarına ithaf ettikleri "Zeliş" isimli bültenleri, Facebook grupları, bir de Nor Radyo’da her Çarşamba 21:00'da yayınlanan Kliton adlı bir radyo programları var.
“Lezbiyen ve biseksüel kadınların görünür olmaması konfor yaratıyor” diyenlere “Biz kimliğimizi saklamıyoruz, saklamış bırakılıyoruz. Bunun hayatı kolaylaştırdığını düşünüyorlar ama yine biz kimliğimizi kapılar ardında yaşamış oluyoruz” diyorlar. Görünür olduklarındaysa insanların lezbiyen ve biseksüellere yaklaşımı daha çok cinsel fantezi ve “üçüncü olma” üzerine kurulu.
Sosyal medya hesaplarıyla ilgili, “LGBTİ örgütlerinin sayfaları arasında yorum kısmına bu kadar çok cinsel fantezi yazılan bir grup daha yoktur” diyorlar. Bu yorumlarla başa çıkabilmek için ekstra mesai yapıyorlar. Yorumları erkekler mi yazıyor, diye soruyorum. Cevap, “Keşke öyle bir özgüvenimiz olsaydı da kadınlar yazsaydı. Maalesef çoğu erkek” oluyor.
Kliton (Gezegen Olan)“Birçok kadın görünür olma şartı olmadan lezbiyen ve biseksüel feministlerin deneyimleriyle tanışık olma fırsatını o radyo programıyla buluyor. Biz birilerinin dinlediğini bildiğimiz için iyi hissediyoruz. Onlar da kendi düşündüklerini birileri konuştuğu için iyi hissediyor”. |
Oluşumdan Pınar ve Nazlı ile 24. İstanbul Onur Haftası toplantısı öncesinde Beyoğlu’ndaki Feminist Mekan’da buluştuk, bol kahkahalı bir röportaj gerçekleştirdik.
Nazlı da Pınar da biyolojik aileleri dışında herkese açık olduklarını söylüyor. Ama ikisi de aktivist. Bu durumda nasıl oluyor da ailelerinin haberi yok diye düşünüyor insan.
Nazlı, “Yani aslında sadece kadınlarla seviştiğimi bilmiyorlar” diyor gülerek. “Annemin tek derdi de bu. Bu işi savunmak başka, yaşamak başka, diyor. Yaşamaktan kastı da cinsellik. Politik olarak böyle bir angajmanım olduğunu, LGBTİ hareketinde örgütlendiğimi biliyor. LGBTİ hareket denilince de akla ilk eşcinsel erkekler geliyor. Bir taraftan şöyle bir algı da var, ‘Bizim kız Kürtlerle de Ermenilerle de yürüyor ama Kürt ya da Ermeni değiliz’. Ama bir özörgütlülük, Lezbiyen Feminist Kadınlar adına bir röportaj vermem artık başka bir şey, yani bunu görürse puzzle’ın son parçası da yerine oturacak herhalde…”
Pınar, “Aileye açıldığında bir reddetme değil de, kabullenme süreci var. O kabullenme ve yüzleşme sürecinde de yine onların yanında olmak, yeniden onların çocuğu olmak zorunda kalıyorsun ama ben kadın olarak yeterince mücadele verdim ve artık başka bir bireyim, onlarla yeni bir mücadeleye daha girmek istemiyorum. Belki de tekrar uğraşmak istemiyorum, kaçıyorum” diye özetliyor durumunu. Pınar aslında annesine biseksüel olduğunu söylemiş, ancak annesi, Pınar'ın onu kızdırmak için “araya kadınları da kattığını”, bunun bir tür “asilik” olduğunu düşünmüş, öyle düşünmek istemiş.
Kendilerinin de belirttiği gibi “biyolojik aile”lerine açık değiller. Seçilmiş ailelerini ise “yoldaşlarından, LGBTİ dostlarından oluşan birlikte siyaset yaptıkları, duygularını, zamanlarını paylaştıkları başka bir aile” olarak tanımlıyorlar.
Söz Nazlı ve Pınar’da…
Lezbiyen Biseksüel Feministler neden, nasıl örgütlendi?
Nazlı: Ben daha çok LGBTİ harekette söz üretiyordum ve beni kişisel olarak feminizme aç kalan halim motive etti. Feminist hareketten gelen lezbiyen ve biseksüellerin de, hareketin ana gündemi olan cinayetler, ev içi emek gibi daha makro meseleler arasında kendi deneyimlerini ve bunun patriarkayla ilişkisini konuşmaya ihtiyaçları vardı. Bu örgütlenme de bu iki grubun kendi deneyimlerine ilişkin beraber siyaset yapma ihtiyacından doğdu.
Toplum olarak daha çok eşcinsel erkekler ve trans kadınların ayrımcılık deneyimlerinden haberdarız. Lezbiyen ve biseksüel kadınlar günlük yaşamlarında ne gibi ayrımcılık pratikleriyle karşılaşıyor?
Pınar: Sokakta görünür olmak, stereotipi doldurmakla alakalı. O kalıbı dolduruyorsan, saldırılacak, karşındakinin öfkesini yansıtabileceği ya da görmezden gelinecek ya da dalga geçilecek bir şey oluyorsun, bir özne olmuyorsun. Seninle bir bağ kurma çabası yok, temas kurmak için geliştirdiği pozitif bir duygu yok.
O tipi doldurmak derken neyi kastediyorsunuz? Nedir bu stereotip?
Pınar: Şöyle bir örnek verebilirim, sürekli yemek yediğim yerdeki adam bana şöyle diyor mesela:
- Saçını ne zamandır böyle kısa kullanıyorsun?
- 3 yıldır.
- Peki kaç yıldır bir LGBTİ örgütüyle birliktesin?
Saçı kısa bir kadın olduğum için böyle bir bağ kuruyor. Biz bunu böyle kodlamasak da onun kafasında böyle bir kalıp var.
Nazlı: Ayrımcılık, görünür olduğun zaman var. Senin maskülen bir performansın da yeterli. Yine de zırıl bir erkeğe, yani çok feminen bir erkeğe göre, ne kadar maskülen olursam olayım daha geç algılanıyorum.
El ele yürümek mesela?
Nazlı: Bizim görünürlüğümüz bile birbirimize bağımlı. Ben tek başıma daha az fark ediliyorum ama iki beden arası temas, o radarın ötmesinin önkoşulu biraz. “Gaydar” deniliyor ya insanların etrafta eşcinsel, trans olduğuna dair radarlarının açılmasına… Onu açmayı biz çok zor beceriyoruz, orada bile birbirimize muhtacız. Türkiye’de bir de elele tutuşan kadınları “bacı” zannediyorlar ya, artık öpüşmek falan gerekiyor yani gaydar’ı açmak için.
Bize hep “bizim kadar tehdit altında değilsiniz” diyorlar. Evet. Erkek eşcinselleri dövüyorlar, espri malzemesi yapıyorlar... Bizi de ne yapıyorlar? Fantezi malzemesi yapıyorlar, üçüncü olma talebiyle geliyorlar.
Eğer onun arzu nesnesi olamayacak kadar lubunyaysan, maskulensen “Oooo, erkek gibi ya, bize ihtiyaç yok valla” gibi tepkiler oluyor.
İstanbul’da sokakta öpüşebiliyor musunuz?
Nazlı: Ben öpüşüyorum.
Pınar: Ben de rahatım valla.
Nasıl tepki oluyor?
Nazlı: Yani öpüşüyorum da temkinliyim. Erkeklerle dolu bir sokakta da otosansür uyguluyorum. Laf atılıyor illa ki, görmezden gelinmiyor yani. Söze dökülmese de hissediyorsun bakışları.
Pınar: Çekinmeksizin izlemeye başlıyorlar. Sen orada onun televizyonda açtığı bir kanal gibi oluyorsun. Ondan sonra duygu geliştiriyor belki. Öfke duyup saldıracak mı, fantezi mi olarak gidip hayal mi edecek, dahil mi olmak isteyecek… Ama rahatsız ediyor muyum, bu taciz mi gibi bir tavır yok.
İşyerinde durum nasıl? Pınar sen bir web sitesinde arama motoru optimizasyonu yapıyorsun. İşyerinde biseksüel olarak açıldığında nasıl tepkilerle karşılaştın?
Pınar: İşyerinde yöneticilerim bilmiyor ama diğerleri biliyor. Özellikle yöneticilerimden sürekli duyduğum cümleler ‘Biz senin tarzını çok seviyoruz’. Görünürlük açısından ben daha öne çıkıyorum. Açılmam için çabalıyorlar ama bunu da homofobik bir yerden yapıyorlar. ‘Bak biz de yürüyüşlere geliyoruz’, ‘Saçın çok güzel’ gibi denemeler yapıyorlar. Bir de feminist söylemle de alakalı, eğer feministsen sen zaten erkek sevmiyorsundur ve lezbiyensindir.
Nazlı: İnsanlar böyle bir bağlantı kuruyor. Aslında o bağlantı bende de vardı. Üniversitede kampüse ilk geldiğimde feministlerin afişlerini gördüm ve açılacaksam burada açılabilirim, dedim.
Pınar: Kadınlıkla birlikte gelen bir anlayış ve bir dayanışma var tabii. Lezbiyensem bunu dış kapının mandalı bir erkeğe söylemem, çünkü biliyorum ki ilk düşüneceği şey ‘İki kadın sevişiyor, o zaman ben burada neredeyim?’. Feminist iki kadının birbirine bunu söylemesi daha rahat bir şey.
İşyerinde açıldıktan sonra insanların davranışları değişti mi?
Pınar: Doğrudan rahatsız edecek bir şey yoktu. Tabii ilk önce merak ettikleri şeyleri soruyorlar, ‘Nasıl sevişiyorsunuz’ gibi… Şöyle tuhaf bir şey de yaşadım gerçi; bir arkadaşım bilgisayarda kız arkadaşımın fotoğraflarına bakmaya başladı ve ‘Ya ikiniz de çok güzelsiniz, ben sizin için çok üzülüyorum’ dedi. En rahat kabulleneni de böyle işte. ‘Aaa iki kadınlar ama bir erkekleri yok’ gibi…
Peki Lezbiyen Biseksüel Feministler oluşumu neler yapıyor?
Nazlı: Önce birbirimizi bulup, birbirimizin deneyimlerinden haberdar olmak ve birlikte güçlenmeyi amaçlıyoruz. Ardından da görünürlüğü arttırmak. Birçok deneyim odaklı atölye yaptık. İlk atölyeyi hatırlıyorum, lezbiyen kelimesi bize ne çağrıştırıyor diye küçük bir oyun oynadık. Herkes unuttuğu tozlu anılarını hatırladı. “Lezbiyen kelimesini ilk ne zaman duydunuz, bunun anlamı sizin için nasıl değişti ve şimdi bu kelime size ne hissettiriyor?” gibi…
Bu dönüşümü anlamak için güzel bir oyunmuş. Ben de bu soruları sana yöneltmek isterim.
Nazlı: Bu sorular LGBTİ hareketi için işin 101’i gibi tınlıyor ama ben o atölyede farkettim ki bunu daha önce hiç anlatmamışım. Ben lezbiyen kelimesiyle, annem ve teyzem kendi aralarında konuşurken lezbiyen olduklarından şüphelendikleri bir arkadaşları için “Aaayy, lezbiyenmiş galiba” gibisinden kötü bir şeymiş gibi tanıştım. Ama biliyordum ki o bendim. Çünkü aklım açıldığından beri farkındayım kendimin. Eşcinsel kelimesinin hiçbir zaman o kadar olumsuz bir hissi olmadı benim için. Ama “lezbiyen”, benim aşık olduğum kadın bana asla aşık olmayacak, ben hep karşılıksız aşklar yaşayacağım diye tek başıma ağlarken bir fon sesi gibiydi.
Açıldıktan sonra da uzun süre barışamadım bu kelimeyle. Ama feministleştikçe bununla barıştım. Sonra da olur olmaz her yerde “lezbiyen” diye bağıracak hale geldim. Şimdi de çokça zikredesim geliyor.
Lezbifem’de örgütlülük deneyimi olmayan feministler de var mı?
Nazlı: En heyecanlı kısmı da bu. Lezbiyen biseksüel feministler, belki de başka hiçbir zeminde yan yana gelemeyecek bir sürü kadını yan yana getirdi. Bütün bunların yanyanalığı çok umut veriyor.
Pınar: Yeni açılan ve açılmayan bir sürü lezbifem’li var.
Feminist hareketle ve LGBTİ hareketle kesiştiğiniz ve/veya ayrıştığınız noktalar neler?
Nazlı: Ayrıştığımız değil de, onların yeterince öncelemediğini düşündüğümüz noktalar var. Feminist hareketin heteroseksizmle yeterince hesaplaşmasına fırsat vermeyen çok karanlık ve hayati başka mevzuları var ama bu hayati olma hali feminist harekette emek veren lezbiyen, biseksüel ve trans bir sürü kadının kendi deneyimleri üzerine yeterince eğilememesine sebep oluyor.
LGBTİ hareket de patriarkayla yeterince hesaplaşamıyor. LGBTİ hareketin mutfağında bir sürü kadın var ama sahnesinde daha çok eşcinsel erkekler var. LGBTİ hareket içerisinde, feminist bir hassasiyetle tartışmıyoruz, feminist deneyimlerden yeterince yararlanmıyoruz. Özellikle birkaç sene önce 8 Mart üzerinden yaşanan, feministlerden bir grubun transfobik dışlama pratiklerinden dolayı LGBTİ hareketin içinde anti-feminist bir damar bile var. Bu hareketlerin kesişimi de biziz zaten!
LGBTİ hareketi içinde eşcinsel kadınların daha görünmez olmasının sebebi ne sizce?
Nazlı: Kadın olmakla ilgili, kadınlığın o görünemeyen hali, LGBTİ hareketinin patriarkayla hesaplaşmayan hali, bizim alt kültür ve mekan üretebilecek fırsatımızın geylere ve translara kıyasla daha kısıtlı olması…
Neden daha kısıtlı?
Nazlı: Kadınlık deneyiminden gelenlerin (trans erkekler ve kendini kadın olarak tanımlamayan feministlerden de bahsediyorum), daha gözetim altında, patriarkanın biraz daha sindirdiği bir hayatı var. Özgüvenimiz daha düşük. Eşcinsel erkekler gibi ifade edemeyebiliyoruz kendimizi ya da translar gibi kendimize ait bir alt kültür dilimiz yok. Aile cenderesinden daha zor çıkıyoruz…
Özörgütlenmeler kurulduğunda içinden çıktığı harekete eleştiri getirdiğinde genelde sıkıntı çıkar. Sizde de böyle oldu mu?
Nazlı: Eşcinsel erkeklerin cinsiyetçi olmakla itham edildiği zaman verdikleri tepkiler o kadar ortak ki. “Lubunyayım deyip geçme, düşün!” metni çıktığında, daha önce farklı deneyimlere ilişkin okuduğumuz metinlerde bahsedilen tepkileri birebir duyduk. Geylik feminizmi beraberinde getirmiyor sonuçta, bir sürü erkek avantajları var. Eşcinsel erkekler patriarkayla hesaplaşmış değil, dediğimizde “Peki ya heteroseksüel feministlerin homofobisi?” diye tepkiler aldık. Ne alakası var? Sanki biz heteroseksüel feministlerin homofobisini teşvik eden, “Bu çok meşru yalnız” diyen bir şey söylemişiz gibi... “Görünmezliğin konforundan yararlandığımızı” söylüyorlar.
Pınar: Görünür olmaya çalışırken, görünmezliğin iyi bir şey olduğunu söylüyorlar. Kendi çelişkisinin farkında değil. Ben kimliğimi saklamıyorum, saklamış bırakılıyorum. Bunun hayatı kolaylaştırdığını düşünüyorlar ama ben yine kimliğimi kapılar ardında yaşamış oluyorum.
Nazlı: Ama bir yandan da bütün bu diyalogları yaşadığımız arkadaşlarımızda bu eleştirilerimizin karşılık bulması, onları düşünmeye itti bence. Ve şunu da söylemek lazım, ortada cepheler yok, hepsi birlikte politika yaptığımız, mesela onur haftasında emek verdiğimiz, arkadaşlarımız ve fazlaca vakit geçirdiğimiz insanlar. (ÇT)