14 Mayıs Seçimleri yaklaşırken, oyların güvenliğini sağlamak için yola çıkan Oy ve Ötesi’ne, Türkiye Gönüllüleri gibi başka sivil çalışmalar da eklendi. Sandık Koruma Hareketi, her geçen gün güçleniyor.
Peki, Türkiye’de oy çalmak mümkün mü? Siyasi partilere ve yurttaşlara, sandık güvenliği konusunda ne gibi görevler düşüyor?
Yanıtı “Seçim Güvenliği İçin Sandıkları Korumak” kitabının yazarı Seçil Türkkan’dan: “Önce oy kullanıp sonra gidip oy verdiğiniz sandıkta oy sayımına tanıklık edebilirsiniz. Ayrıca, siyasi partiler de sandık görevlilerin güvenliğini ve ihtiyaçlarını karşılamalı.”
“Demokrasiyi eğer sandığa hapsederseniz aslında oy vermek ve sandıkları korumak da bir eyleme dönüşüyor” diyen Türkkan’la seçim güvenliğini konuştuk.
Türkkan, medyadaki “Oylar çalınacak” haberlerinin “nasıl olsa oylar çalınacak” rehaveti yarattığına da işaret ediyor. Türkkan'a göre, asıl olan sandıkları korumaktan vazgeçilmemesi.
“Seçim güvenliğine dair insanların ihtiyacı var”
Öncelikle kitapla başlayalım. “Seçim güvenliği için sandıkları korumak” nasıl ortaya çıktı? Kitap hangi ihtiyaçtan ortaya çıktı?
Aslında, her şeyden önce benim ihtiyacımdan ortaya çıktı. Biraz gazetecilik yapmaya dair bir merakla ve heyecanla. Elbette, temelini 218’den beri diyelim, Adil Seçim Platformu’nun o seçimlere damga vurmasıyla, onu da gördüğüm zaman anladım ki bu arada bu platform, kocaman bir yapılanma ve aslında sivil toplum örgütleriyle, partilerin bir arada olması önemli bir şeye işaret ediyor.
Adil Seçim Platformu, benim için bir milattı, ama ondan öncesine gittiğimiz zaman 2014’ten itibaren dikkat çekici bir çağrı vardı. Oy ve Ötesi’nin varlığıydı. Onların yapısına, tarihine, olduğu ve geldiği yere baktığımız zaman da Oy ve Ötesi’nin aslında Gezi Direnişi, sonrasında kurulduklarını görüyoruz. Kitapta ilk onlarla röportaj yaptık.
2018’de bu kitabı hazırlama fikri aklıma gelmişti; ve röportajlara başlamıştım. Ama seçim gündemi geçince aslında insanlar için ilgi çekici olmayabileceğini düşünerek durdurdum.
Sonra o dönemde de işte Sercan Çelebi konuştuğumuzda “Gezi’den sonra bir şey yapmak istediğimiz için kurduk biz Oy ve Ötesini” dedi. Aslında bu bir ihtiyaca işaret ediyor. Seçim güvenliğine dair insanların endişesi var. Burada bir şey yapmalı.
Yine Sercan Çelebi'nin bana verdiği bir rakama göre aslında o dönem yaptıkları araştırmalarda toplumun yüzde 70’nin sandıklara güvenmediği ortada. Bu orana iktidar seçmeni de dahil. Bu güvensizliğin temellerinin nerelerde olabileceğini anlamaya çalıştım. Bunun sandıkları koruma hareketinin tek başına bir hareket olduğunu fark ettim.
Bütün bu boşluklardan sızan Gezi’den sonra doğan ve halkın sahiplendiği, halkın elleriyle yarattığı, kendi demokrasini kendin yap hareketi. Böyle olunca da aslında bir kitap haline dönüştü.
“Eylemsiz eylemlilik hali…”
Peki hem o boşlukları merak ettim, hem de kimlerle konuştun?
Herkesin bildiği bir alışık olduğu Taksim'de Cumartesi annelerinin eylemleri vardı. 700 hafta boyunca devam etti. Ancak 700. Haftada yasak geldi. İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) sokağına sıkıştırıldılar.
Bunu bir milat olarak düşünerek insanların artık sokağa çıkamadığı bir zamana işaret ediyor bu çatlaklar.
Siz demokrasi kavramını eğer bir sandığa hapsederseniz oy vermek de demokrasiye dair bir şey söyler. Demokrasiyi eğer sandığa hapsederseniz aslında oy vermek ve sandıkları korumak da bir eyleme dönüşüyor. Gördüğümüz şey buydu. Çatlak da bu. Toplumsal hareketlerin fiilen neredeyse durma noktasına geldiği, bir tweet atmanın hapisle cezalandırıldığı bir zamanda, Sandıkları Koruma Hareketi de kendi başına bir örgütlülük, eylemsiz eylemlilik, bir protestosuz protesto hali.
“Anketler manipülatif”
Peki kimlerle görüştünüz ve size neler anlattılar?
12 kişiyle görüştüm. Bu kişiler sandık görevlileri. Mümkün olduğunca çeşitliliği sağlamaya çalıştım. Bir temsil aradım. Üç de akademisyen görüşü var. Toplam 15 röportajdan oluşan bir kitap bu. Röportajlarda, akademisyenler “neden böyle bir yerde olduğumuzu” anlatıyor.
Örneğin Profesör Ali Çarkoğlu'nun siyasi partilere iki önemli tavsiyesi var. Biri “hakim ruh hali seçimleri kazandırır” diyor. Hakim ruh hallerini yaratan parti seçimleri kazandırır.
İkincisi ise “siyasi partiler gönüllülerle işbirliği yapmalı”. Diğer akademisyen de Mert Moral, anketlere güvenmemek gerektiğini bunların manipülatif olduğunu anlatıyor bize. Ve kutuplaşma ile beraber aslında bütün kesimlerin birbirinden “nefret eder hale geldiğini.”
Aslında partiler arasındaki geçişkenlık, mümkün olursa kararsızlar arasında olacak
Geldiğimiz noktada, bütün partiler artık bir kemik oya sahip. Burada AK Parti'den Cumhuriyet Halk Partisi'nin en azından nefret etmeyenler arasından seçmen çalması mümkün olabilir gibi gözüküyor. Diğeri de Doğan Çetinkaya.
Peki, AKP ve MHP’den birileri ile görüşme imkanınız oldu mu?
Çok merakla ve istekle aslında mikrofonu uzattım, sandık görevlilerini ararken de AKP'lileri ya da MHP'lileri de aramış oldum. Görüştüğüm kaynaklarım aslında soruları gördükten iletişimi kaybettik nihayetinde. Konuşmak istemediler.
AK Partili il, ilçe seçim kurulunu aramış oldum ve oradan bir röportaj yapmak istediğimi anlattım. Bana söyledikleri şey şu oldu: “Olumlu ya da olumsuz mutlaka size döneceğiz” Ama dönen olmadı. O telefon görüşmesinden anladığım şey, “Biz de seçimleri korumak çok önemlidir. Bu bir görev meselesidir. Biz de insanlar görevlendirilir, yönündeydi.” "Böyle bir kaygıyı yaşıyorlar mı yaşamıyorlar mı?" sorusunun yanıtını, mecburen muhaliflerden almış olduk.
O zaman şöyle de soralım, muhalifler ne söyledi ?
Muhaliflerin söylediği şey de özellikle İstanbul seçimlerinden sonra özellikle son iki seçimdir, insanların en azından iktidara oy veren seçmenlerin de sandıkları korumak konusunda, çok daha hevesli olduğunu görüyorum ben.
Oy ve Ötesi gibi benzer oluşumlar ortaya çıktı. Türkiye Gönüllüleri gibi.. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu oluşumları?
“Çoğulculuktan hiçbir zaman zarar gelmez” hep gördüğümüz bu ezberlerden biri de bu. Ama bu bütün bu hareketlerin temelinin neden var olduğuna bakmak. gerekiyor.
Bu güvensizlik meselesini besleyen şey tek başına iktidar değil. Şimdiye kadar muhalefetin de tutumu olmuş. En azından 2018’e kadar diyebilirim.
Seçim güvenliği partilerin muhalefet partilerinin çok da gündeminde değil elbette vardı. Sandıkları korumak böyle dün icat olmuş bir hareket değil ama öncesi böyle partilerin insanları görevlendirdiğine yönelik şeylerdi, partiler insanları görevlendirdi ve olurlardı. Dolayısıyla bu böyle güvensizlik biraz buralardan besleniyor.
Diğer tarafı da aslında iktidarın şeffaf olmaması. Yani söylemekten vazgeçmeyeceğimiz şeylerden biri de mecburen bu. İnsanların orada bir endişesi olduğunu bilen bir kurumsa eğer iktidar bu yönde bir şey yapmak zorunda olan da odur. Bu endişelerini bitirecek, çok bir şey yapmadığını görüyoruz.
Dolayısıyla bütün bu hareketler olmaya devam edecek. Yani bir yerde söylemiştim. Tekrar edeyim bence. Bunun cevabı da bu. Eğer demokrasi kavramını bir sandığa sıkıştırırsanız yani sandıkları korumak da bir eylem olarak ya da her neyse var olmayı sürdürecek.
Bu da onu yansımalarından biri. İyi ya da kötü mü? Bilmiyorum. Ama bu bir durum.
"Sandıktan uzaklaşmak en son seçenek"
14 Mayıs seçimi geliyor, az zaman kaldı. Nasıl korunacak sandıklar?
Öncelikle, partilere söylenebilecek şeyler var. Seçim güvenliğiyle ilgili aldıkları önlemleri ya da çalışmanın tümünü kamuoyuyla paylaşmaları çok önemli. Bu hakim ruh halini yaratmak için de önemli. İnsanlara güven vermek için de.
İki, siyasi kurumların şu anda bir şekilde gönüllü kuruluşlarla işbirliği yapıyor olması gerekiyor. Onun dışında aslında olağan dışı oylar meselesi var. Yani şimdi büyük şehirlerde insanlar gönüllü ya da görevli olabiliyorlar. Bunda pek bir sorun yok. Ama olağan dışı oylar meselesi de hiç kimsenin gönüllülerin ve görevlilerin gidemedikleri yerler aklına geliyor.
Buralarda, 2018’de yirmi beş bin sandık olduğunu biliyoruz. Kimsenin başında duramadığı. Bu 25 bin sandık sorumluluğunu kimin alacağı önemli bir soru. Ali Çarkoğlu'nun verdiği bir veri bu bana.
Yaptıkları araştırmalara göre aslında iki bin on sekiz yılında yayınlanan bir makaleye göre bu rakamlar. İç Anadolu, İç Karadeniz, Kürt ve Arap coğrafyasında daha çok.
Kitapta iki hikaye var. Deniz Özgür ve Güneş'in hikayeleri. İkisi de Urfa'dan dayak yiyerek dönüyorlar neredeyse.
Bu sandık görevlilerinin ve gönüllülerinin güvenliğini sağlamak, siyasi partilere düşüyor.
Kişilere de şunu söylemek isterim. Önümüzdeki günlerde, medya reytingi her halükarda sever, aslında bu nedenle yapacaklar bu haberleri, "oylarımız çalacaklar" haberleri. Bütün bunlara aslında kulak tıkamak gerekiyor. Çünkü bu insanları sandıktan uzaklaştırır, “nasıl olsa çalacaklar“ diye düşünmek.
Sandıktan uzaklaşmak bizim gidebileceğimiz en son seçenek. O yüzden insanların yapabileceği şey, oy vermek ve mümkün olursa sandıklarını korumak.
İnsanlar kendi oy verdikleri sandıklarında o sandık sayımını izleyebiliyorlar. Hukuken bir hakkınız var. Eğer yani bir gönüllü olmaya mecaliniz yoksa bunu yapmak da mümkün. Akşam sayımda bulunmak. Bu da önemli şeylerden biri. Diğeri dediğim gibi medyadan medyanın haber pompalamasından kaçınmak.
İnsanların konsantre olacağı iki şey var şu an önümüzde. Seçimlere gidip oy kullanmak insanları buna teşvik etmek ve korkutmalara karşı gözü kulağı kapatmak.
Şimdi bir de deprem bölgesinin seçim güvenliği var…
Önemli bir konu. Çok haklısın. Tam da bütün bu sebeplerle siyasi partilerin doğru düzgün açıklamalar yapması gerekiyor. Bu tek başına gönüllülerin alabileceği hafiflikte bir organizasyon değil, ağır bir organizasyon. O yüzden devletin ya da siyasi partilerin bu konuda adım atabilmesi gerekiyor. Yani gönüllüler elbette bir yere kadar. Bunu unutmamak lazım
Peki şöyle iddialar var: “Seçimlerde Türkiye'de hile yapmak çok zor“ Ne kadar doğru?
Benim anladığım kadarıyla bütün bu çalışma tüm bu uzmanlarla konuşma sürecinde yani Türkiye'nin iyi bir seçim yasası var.
Hem kendini hem birbirini koruyan insanları koruyan, dolayısıyla boşlukları çok da izin vermeyen. İkincisi de seçimlerde aslında sandık oy vermek ve oyları saymak. Bir mahallede yüz kişi vardır. Yüz kişi oy kullanır. Yüz imza, yüz pusula. Bu kadardır. Daha fazlası çıkarsa eğer oradan tesadüfen yani hani şeyleri hiç saymıyorum.
Zorunlu olarak o sandık başında oy kullanması gereken insanlar oluyor işte görevliler, devlet memurları gibi. Oonları saymıyorum ama yani bundan daha fazla oy çıkarsa örneğin yakılıyor o oylar vs. dolayısıyla yani bu çok teknik bir iş.
Bunlara dayanarak da çok çok zor, çok kolay olmadığını söyleyebiliriz. Partiler normal şartlar altında gönüllü yoksa bile orada partilerin görevlendirdiği sandık görevlileri vardı.
Sandık kurulundan sonra gördüm. Bu yüzden de çok kolaymış gibi değil. Ama esas mesele zaten aslında bir yerde biraz önce de bahsettim. O olağan dışı oyların çıkmasını engellemeye dair bir şey yapmak olmalı.
(EMK)