* Fotoğraf: Gelîyê Godernê. bianet'ten Evrim Kepenek'in objektifinden.
Hakkâri ve Şırnak'ta "güvenlik" gerekçesiyle ağaç kesimleri devam ediyor. Yine aynı şekilde, ismi "güvenlik barajı" olan barajlarının inşasıyla tarihi yerleşim yerleri sular altında kalıyor.
Hasankeyf, bu tarihi merkezlerden yalnızca biri. Ilısu Baraj Gölü'nün sular altında bıraktığı Hasankeyf gibi sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya olan bir yer daha var: "Gelîyê Godernê"
Mezopotamya Ekoloji Hareketi'nden Güner Yanlıç Kürt kentlerinde ekolojik tahribatın boyutunu ve sular altında kalan yerleşim merkezleriyle birlikte tehlike altındaki Gelîyê Godernê'yi konuştuk.
Mezopotamya Ekoloji Hareketi ne zaman kuruldu, ne tür faaliyetler yürütüyor?
Ekolojik tahribatlar dünya kamuoyunda da daha fazla yer almaya başladığı için ilk olarak 2009 yılında bir "Mezopotamya Sosyal Forumu" düzenlendi. 2011 yılında da bu forumun ikincisi yapıldı. İkinci forumda alınan kararlardan biri, bir ekoloji hareketinin kurulmasaydı.
Mezopotamya'da dört parçaya ayrılmış alanlardaki ekolojik tahribatlara dikkat çekmek ve bu tahribatlara karşı mücadele etmek için 2013 yılında, sivil toplum örgütleri ve aktivistlerle bir araya gelerek Mezopotamya Ekoloji Hareketi'ni kurduk ve çalışmalara başladık. Diğer bölgelerle çok iyi bir iletişim kuramadığımız için Türkiye Kürdistan'ındaki ekolojik tahribatlara odaklandık. Çalışmaya başladıktan sonra gördüğümüz tablo ise son derece vahimdi. Çünkü basına bu ekolojik tahribatların biri yansıyordu ama gerçekte olan o tahribata bağlı 10 yıkımdı.
Mezopotamya Ekoloji Hareketi'nden Güner Yalnıç.
Ekolojiye dair bakış açınızı nasıl tarifliyorsunuz?
Ekoloji genel-geçer tanımıyla insan da dahil olmak üzere doğadaki tüm canlıları inceleyen bir bilim ve yaşam bilgisi olarak bilinir.Bizim benimsediğimiz fikriyat ise toplumsal ekoloji perspektifi. Yani insanın insana, insanın doğaya olan her türlü tahakkümünü reddeden, her türlü hiyerarşi ve bürokrasiye karşı birlikte duran, barışçıl, dayanışmacı, demokratik ve sosyalist bir ekoloji için mücadele ediyoruz biz.
1800'lü yıllarda sadece emek sömürüsüne dayalı bir sistem mevcutken sanayileşmeyle birlikte doğa üzerinde de çok ciddi talan tahribatlar yaratılmaya başlandı. Bizler, antikapitalist bir mücadele vererek bugünlere kadar geldik.
Yürüttüğünüz çalışmalardan biri, Kürt kentlerindeki ekolojik tahribata dikkat çekmek. Bu tahribatlardan bahsedebilir miyiz?
Bölgedeki tahribatları üç ana başlık altında değerlendirebiliriz: Kâr odaklı politikalar, endüstriyalizm ve ulus-devlet temelli bakış açısı. Özellikle Kuzey Kürdistan'daki ekolojik tahribatların çoğunun temelinde Osmanlı'dan bugüne dek süren ulus-devletin inşası fikri var.
1950'li yıllarda devlet planlama teşkilâtı ile başlayan, asimile olmamış Kürtlerin yerinden edilmesi, toprağı ve tarihleriyle olan bağlarının koparılması çalışmalarına ulus-devlet inşası ile devam edildi. 50'lerde yürürlüğe giren politikalarla, özellikle barajlar aracılığıyla bu politikaların düzenlenmesi kararı alındı ve bunun ilk örneği Keban Barajı oldu. Elazığ ve Dersim arasında çok büyük bir coğrafyayı kapsayan bu büyük barajın inşasıyla, o bölgelerde yaşayan insanların ucuz işgücü olarak kentlere göçü planlandı. Akabinde ise Atatürk Barajı yapıldı.
Sular altında kalan tarihi yerler
Atatürk Barajı'nın bizler açısından en önemli özelliklerinden biri Göbeklitepe'yi kuran insanların yaşadığı Nevali Çori'yi sular altında bırakması. Nevali Çori, Urfa'nın Hilvan ilçesine bağlı bir höyüktü. Höyük, Atatürk Baraj Gölü suları altında kalmadan önce Fırat'ın bir kolunda yer almaktaydı. Aynı şekilde Batman Baraj Gölü ile Çêmi Hola sular altında kaldı. Çêmi Hola, Neolitik döneme ait bir yerleşim merkeziydi ve 11 bin yıllık bir geçmişi vardı. İnsanlığın ilk defa yerleşik düzene geçiş yaptığı yerlerin başında geliyordu. Tabii en çok gündeme gelen Ilısu Barajı Gölü inşasıyla birlikte Hasankeyf' oldu.
Nevala Çori.
Bu baraj gölleri kuraklığa bir çözüm mü?
Devletin son dönemde dünya literatürüne soktuğu bir kavram var: "Güvenlik barajı". Bu bir silsile ve Silvan Barajı da "güvenlik" amacıyla yapılan bir baraj. Baktığımızda Ilısu Barajı kadar büyük. Burada da hem tarihi yapılar sular altında kalıyor hem de baraja sınırı olan üç-dört ilçede yaşayan insanların göçü esas alınıyor. Endüstriyel ölçekte barajlar bunlar. Bu devasa ölçeklerdeki barajlara o bölgelerde yaşayan insanların ihtiyacı yok. Maksatları kuraklığa çare bulmaksa, kurak bir yere sulu tarım getirmenin kimseye bir faydası olmadığı aşikâr.
"Küle dönen topraklar"
Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında yıllardır bu bölgelerde sulu tarım yapılıyor ve aşırı buharlaşmadan dolayı topraktaki verim ciddi oranda düştü. Kuraklık böyle giderse, tuzlanma ve buharlaşmadan dolayı en geç 20 yıl içerisinde üzerinde tarım yapılacak bir toprak kalmayacak. Hâl böyle olunca çiftçinin de toprakla olan bağı kesiliyor. Çiftçi kendi ürettiği tohuma, gübreye yabancılaşıyor. İçinde herhangi bir mikroorganizma barındırmayan, küle dönmüş bir toprakta çiftçinin tarım yapma şansı yok.
Güneydoğu Anadolu Projesi'nden (GAP) bir fotoğraf. Kaynak: AA.
"Zorunlu göç"
Ve elbette bilinçli bir göç politikasının da uzantısı bu barajların kurulumu. Çiftçi, gün geçtikçe kuraklaşan toprağından ürün alamayınca geçim kaynakları tükeniyor ve mecburen diğer kentlere göç etmeye başlıyor. Yerel ya da genel, sistemin doğru bir tarım politikası yok sistemin.
Urfa'dan başlayıp Şırnak'a, Siirt'e, Diyarbakır, Mardin'e uzanan bir coğrafya üzerinde yaklaşık 40 yıldır sübvanse adı altında pamuk, mısır gibi üretimler yaptırıyor devlet çiftçiye. Bu ürünler aşırı derecede suyu tüketir ve sucul tarım yapılmasını gerektirir. 2050 yılında dünyanın yüzde 80'inin temiz ve sağlıklı içilebilir suya ulaşamayacağı bilimsel bir bulgu olarak karşımızda dururken, içilebilir su varlıklarının sondaj desteklemesiyle tarımsal sulamada kullanılması ve suyun ticarileşmesinin önünün açılmasının herhangi bir açıklaması olamaz.
Orman yangınları ve ağaç kıyımları ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Özellikle Dersim'deki ormanlar pek çok endemik türü bünyesinde barındırıyor. Ancak bakıyoruz ki sermayenin giremediği alanlarda, sermaye artık kendisini ağaç kesimi ve günlerce süren orman yangınları olarak gösteriyor.
Kürt kentlerinde her yıl yüzlerce yangın çıkıyor, çıkarılıyor. Binlerce dönüm orman yanıyor ve yörede yaşayan insanlar kendi ormanını korumak için o yangını söndürmeye bile gidemiyor. Neden? Çünkü "güvenlik" bölgesi, çünkü yasaklı bölge. Zaten itfaiyenin gelmesi gibi bir gündem yok bile. Kamuoyundaki tepkiler sayesinde çok geç de olsa bazen bu yangınlara müdahale ediliyor; ama günlerce süren orman yangınları oldu ve buna tamamen sessiz kalındı.
Dersim'den bir kare. Kaynak: AA.
Sizce neden sessiz kalınıyor?
Uzun yıllardır -Çözüm Süreci bittiğinden beri- çatışma ya da güvenlik gerekçesiyle ormanlarımızdaki ağaçlar düzenli olarak kesiliyor ve satışa çıkarılıyor. Kürdistan'da özellikle çok büyük ve görkemli meşe özellikle ağaçları bulunuyor. Ve meşe ağaçları ısınmada ya da
mobilya sektöründe yüksek verim alınan bir ağaç türü. Hâl böyle olunca küçük ölçekli yerel sermaye bile olsa bu bölgelere göz dikiyor. Bu işlemler genelde korucular aracılığıyla yürütülüyor, çünkü sizin-bizim o bölgelere girmemiz mümkün değil.
Şenyayla
Şenyayla dediğimiz bölge, yüz yıldır insan elinin değmediği bir orman ekosistemi ve devasa büyüklükteki meşe ormanlarını bünyesinde barındırıyor. Burada şu an hâlâ ağaç kesimleri devam ediyor. Ağaçlarımız özellikle son dönemlerde fütursuzca kesiliyor. Biz Kaz Dağları'nda kesilen ağaç için de tepki gösteriyoruz, Besta'da kesilen ağaç için de. Batı'dakiler buradaki ekolojik tahribatı görmüyor mu? Ağaçların da mı milliyeti var? Devletin 100 yıldır burada yürüttüğü politikalar öyle bir boyuta geldi ki şu an ağaçlarımız dahi kriminalize ediliyor. Şırnak'ta olduğu için ağaç da mı suçlu? Ağaç da mı "terörist"? Hakkâri'deki bir ağaç ile Edirne'deki bir ağaç arasında bir fark mı var? Yoksa bu yıkıma hep birlikte ses çıkarmak zorundayız.
Şenyayla'nın son hâli. Kaynak: AA.
"Buna da en az Hasankeyf kadar ses çıkarılmalıydı", "Bizim canımız burada da çok yandı" diyebileceğiniz bir tahribat/yıkım var mı?
Buna hiç düşünmeden Silvan Barajı'yla sular altında kalacak olan Gelîyê Godernê (Taş Köprü) diyebiliriz. Vadinin çevresinde neolitik dönemden kalma yapıların yanı sıra daha yakın dönemde Süryani, Ermeni ve Kürtler tarafından inşa edilen tarihsel yapılar var. Silvan Barajı'nın yapımının tamamlanması ile sular altında kalacak yerlerden biri Geliyê Godernê.
Gelîyê Godernê
Hasankeyf'ten, yani Ilısu Barajı'ndan, daha büyük bir alanı sular altında bırakacak bu barajın tamamlanması. Dünya mirası olabilecek kadar zengin bir ekosisteme, kültürel bir yapıya ve tarihsel bir geçmişe sahip doğal bir alan burası ve tabii daha fazla gündemleştirmek gerekiyor.
Barajın yapımının derhal durdurulması gerekiyor. Zaten tüm diğer tahribat projeleri için de aynı şeyleri ısrarla söylüyoruz: Doğa ve tüm canlılara düşman bu projeler durdurulsun, yapılmasın, bir proje söz konusuysa önce halka, yerel yönetimlere danışılsın.
Mezopotamya Ekoloji Hareketi hakkında 2013 yılında Mezopotamya coğrafyasındaki ekolojik tahribatlara karşı mücadele etmek ve bu tahribatları duyurmak için kuruldu. Ekoloji Akademileri oluşturmak, süreli yayınlar yayımlamak ve Kürt coğrafyasındaki ekolojik tahribatları dünya kamuoyuna duyurmak üzere çalışmalar yürütüyor. Doğa talanına karşı halihazırda yürüttükleri #BirFidanlaYaşamaSahipÇık kampanyaları var. |
(TY)