Haberin İngilizcesi için tıklayın
“SADAT ve benzeri kuruluşların hedefleri nelerdir?”, “Bu kuruluşlar hangi makamlar tarafından denetlenmektedir?” sorularına yanıt aramak ana muhalefet partisi liderinin ziyaretinin ana sebebi olarak karşımıza çıkıyor”
Siyaset Bilimci Prof. Dr. Gülgün Erdoğan-Tosun, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun SADAT’ın önündeki açıklamasını bir cümlede özetledi.
Peki, CHP’den “beklenmeyen bu çıkış”, AKP ve CHP seçmeni için ne anlam ifade ediyor? Daha da merak edileni, iddia edilen gibi “Erdoğan ve ailesinin bir kaçış planı mı var? Gidecekler mi?"
TIKLAYIN - SADAT tekrar gündemde, nedir bu SADAT?
Prof. Dr. Gülgün Erdoğan – Tosun yanıtlıyor.
Önce şuradan başlayalım.. Kemal Kılıçdaroğlu’nun SADAT’ın önüne gideceğini tahmin eder miydiniz? CHP’den bu çıkışı bekliyor muydunuz?
Kemal Kılıçdaroğlu’nun muhalefet stratejisinde, bir süredir kamu kuruluşlarının önüne gitmeyi, siyasal aktivizm türü olarak kullandığını görüyoruz.
Bu bir muhalefet stratejisi olarak öne çıkıyor. Yani, bir tür siyasal aktivizm faaliyeti olarak değerlendirilebilir.
Hatırlarsınız, daha önce de TÜİK ve Et ve Balık Kurumu’na gitmişti. Tıpkı bu iki ziyarette de olduğu gibi SADAT’ın önüne gitmesini de bekliyordum.
Peki bu ziyaretin amacı neydi sizce?
Bu ziyaretin ardında, özellikle son birkaç aydır artan düzensiz göç dalgasıyla ülkeye giriş yapan ve neredeyse tamamı askerlik çağındaki genç erkeklerden oluşan sığınmacılar nedeniyle kamuoyundaki seçim güvenliğine dair endişelerin bulunduğunu düşünüyorum.
Zaten SADAT önünde açıklamada Kılıçdaroğlu, şöyle dedi:
“Türkiye asla paramiliter kuruluşlara, kurumlara, kişilere teslim edilmeyecektir. Önünde bulunduğumuz SADAT bir paramiliter kuruluştur.
“Gayri nizami harp eğitimi var. Yani sabotaj, baskın, pusu kurma, suikast ve teftiş. Burası terörist yetiştiren bir kurumdur. Seçim güvenliğini sarsacak herhangi bir şey olursa sorumlusu burası ve Saray’dır."
Bu cümleden de anlaşılacağı üzere, ana muhalefet liderinin ziyaretinin asıl sebebi “SADAT ve benzeri kuruluşların hedefleri nelerdir?”, “Bu kuruluşlar hangi makamlar tarafından denetlenmektedir?” sorularına yanıt aramaktır.
Ziyaretlerin temelindeki diğer mesele ise uzunca bir süredir muhalefet tarafından verilen soru önergelerinin, araştırma önergelerinin Meclis’te sürekli reddedilmesidir. Eğer muhalefet, sorularına parlamento aracılığıyla yanıt bulabilseydi bu ziyaretlere gerek kalmazdı
Prof. Gülgün Erdoğan Tosun hakkında İlkokul, ortaokul ve liseyi Aydın’da bitirdikten sonra girdiği Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden 1988 yılında mezun oldu. Doçentliğini Siyasal Hayat ve Kurumları alanında aldı. Sivil toplum, devlet-sivil toplum ilişkisi, siyasal partiler, siyasal iletişim ve gazetecilik konularında yayımlanmış çalışmaları bulunuyor. YÖK bursuyla kısa bir süre Amerika Birleşik Devletleri’nde Washington DC’de Middle East Institute bünyesindeki Turkish Studies Center’da kıdemli araştırmacı olarak bulundu. 1990- 2021 yılları arasında Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde öğretim üyeliği yaptı. |
diye düşünüyorum. İktidarın ziyaretleri bu şekilde okuması gerek.
"Muhalefet sorularına Parlamento'da yanıt bulamıyor"
Tüm bunların siyasal aktivizm açısından etkisi ne?
Siyasal aktivizm açısından baktığımızda ise Kemal Kılıçdaroğlu, bu kurumları toplumsal sorunlarla mücadelede önemli bir alan olarak görmekte. Bu çıkışlar seçmenin moralini yüksek tutmakta ve ana muhalefetin bu sorunlarla ilgilendiği yönündeki kamucu düşünce algısını pekiştirmekte.
Ana muhalefet böyle bir siyasal stratejiden ve söylemden vazgeçecek değil, çünkü sorularına TBMM’de yanıt bulamıyor. Sorularına siyasal muhatap bulamadığı sürece bu türden çıkışları doğal karşılıyorum.
"Yurtdışına para çıkartıldıysa iktidarın bunu açıklaması gerek"
Gelelim ikinci önemli açıklamaya; Kemal Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan ve ailesinin ABD’ye kaçacağı yönündeki “Kaçış Planı” iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Siyasal iletişim açısından sizce doğru bir strateji mi?
Kemal Kılıçdaroğlu, ABD’ye kaçırılan paralarla ilgili olarak açıklamalarını, iktidarın kaçış planı olarak sunmasını siyasal iletişim açısından muhalefetin yeni bir söylem stratejisi olarak nitelendiriyorum.
Bizim bu söylemi daraltmak, bu söylemin sınırlarını belirlemek gibi işlevimiz olamaz. Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı kamuoyuna açık belgelere göre: hiç kimse kaçmadıysa da (Erdoğan ve ailesi kaçmamış ise de) yurt dışına kaçan bir para var. Kızılay, Ensar, Türgev gibi kuruluşlar aracılığıyla yurt dışına çok yüksek miktarda paraların çıkarıldığı gerçek.
Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz ortamını düşündüğümüzde, Türkiye’nin bir kuruşunun yurtiçinden yurtdışına kaçırılması kamuoyu vicdanında kabul edilemez. Hele yurttaşların parasını yurtiçinde tutmak için kur korumalı mevduat hesabı, dövizleri ve yastık altındaki altınlarınızı bozdurun çağrıları gündemdeyken, döviz kurunun yukarı yönlü hareketi önlemezken bu kadar para yurtdışına çıkartılmışsa iktidarın bunu açıklaması gerekir.
Belirtmek istediğim diğer bu nokta, söz konusu para aktarımlarının “kaçış planı” olarak sunulması rekabetçi otoriter sisteme dikkat çekme amaçlı olabilir.
“Kaçış Planı” açıklaması muhalefetin iktidara önemli bir darbesi"
Detaylandırır mısınız? Rekabetçi otoriter sistemin özellikleri nelerdir?
Siyaset bilimi alanındaki çalışmalardan rekabetçi otoriter rejimlerin bazı özellikleri hatırlatacak olursak, öncelikle bu sistem göstermelik de olsa yapılan seçimleri kazanmak üzerine kuruludur.
Seçimler düzenli olarak yapılır ancak burada beklenen şey seçimlerin kazanılacağı yönündeki algıdır. AKP iktidarının seçimi kazanmak için, seçmeni kendi çevresinde tutabilmek için dayandığı ana stratejilerden biri sadakati sağlamaktır.
Seçmen sadakati bir yandan kamu kaynaklarından dağıtılan sosyal yardımlar aracılığıyla yönetilirken, diğer yandan Kılıçdaroğlu’nun “Sarılar” diye seslendiği kamu kurumlarında bir takım çıkar ortaklığı veya suç ortaklığı ile suça itilmiş bürokratları aracılığıyla sağlanmakta. Kendi destekçilerine yasal veya yasa dışı yollarla fayda sağlamak bu sadakati sürdürmenin önemli bir yoludur.
AKP örneğinde rekabetçi otoriter rejimin ikinci önemli dayanağı kamuoyunda seçimleri kazanacaklarına dair “algıyı yönetmek”tir.
Ne olursa olsun iktidardan gitmeme algısı kamuoyunda işlenmekte, kaç seçim olsa bile seçimleri biz kazanacağız algısı. Bu noktada Kılıçdaroğlu’nun Kaçış planı açıklaması bu algının yerine “bunlar seçimi kazanamayacak, bu yüzden hazırlık yapıyorlar” algısını getirdi.
İktidarın kurduğu seçim algısı “biz her koşulda seçimi kazanacağız” iken KAÇIŞ açıklaması ile Kılıçdaroğlu, alt mesaj olarak “kazanamayacaksınız, bunu siz de biliyorsunuz” dedi. İşte bu yüzden iktidar çevresinden bu kadar tepki geldi. Çünkü, iktidarın algıyı yönetme stratejisi önemli bir darbe aldı. İktidarın “kazanacağız” algısına zarar veren bir karşı atak olduğu için iktidar çevresinde çok ses getirdi.
Rekabetçi otoriter rejimler seçim yoluyla varlıklarını sürdürdükleri için genellikle kaybedeceği seçimlere girmezler. Siyasal iletişim açısından KAÇIŞ söylemi “kazanamayacağınız bir seçime giriyorsunuz” mesajıyla karşı tarafa önemli bir uyarıda bulunmaktadır.
Peki, "Kaçış" çıkışının hem AKP hem de CHP seçmenine açısından yansıması nasıl olur?
Herkesin zaten bildiğini, hissettiğini var saysak bile vakıflar üzerinden aktarılan paraların buzdağının görünen kısmı olduğu konusunda AKP ve CHP tabanında önemli soru işaretleri oluşabilir.
“AKP kitlesi biz bunu biliyorduk bunda bilinmeyen şey yok” diye düşünebilir. Fakat kendi içinde yaşadığı ekonomik sıkıntılarla birlikte düşündüğünde bu yurt dışına çıkarılan paraların ekonomik sıkıntıların bir nedeni olarak görmeye başlarsa AKP seçmeninin çözülmeye başladığı bir noktaya gelebiliriz.
Kemal Kılıçdaroğlu açıklamasının sonunda “Emekliye bu yüzden para yok, bu yüzden 1 litre süt 20 lira. Bu yüzden 4 milyon abonenin elektriği kesiliyor” diyerek hayat pahalılığın nedenini bu para aktarımına bağlamıştı.
Dolayısıyla bu paraların yurtdışına çıkarılması, tüm seçmenlerde olduğu gibi AKP seçmeninde de bir takım soru işaretlerini uyandıracaktır.
Burada belirleyici noktalardan biri AKP’nin sadakati yönetme stratejisi, devletin kaynaklarını mükafat veya ulufe gibi dağıtmasıyla yarattığı seçmen bağlılığını ne kadar sürdürebileceği olacaktır.
Kamu kaynaklarının dağıtımı üzerinden kurduğu bağımlılık ilişkisi uzun süre devam ederse AKP tabanı açısından bir sorun çıkmayacak, ancak aldığı yardımlar kesilir veya kamudan elde ettikleri çıkarlarda bir gerileme ortaya çıkarsa olumsuz yönde bir etkisi olabilir.
Çünkü verili kaynaklara göre Türkiye’de sosyal yardım alanların sayısı yaklaşık 11-13 milyon civarında iken (AKP’nin kayıtlı üye sayısı da yaklaşık 11 milyon civarındadır), AKP’nin aldığı oy 20 milyon civarında… Sosyal yardımlar-parti üyeliği ve sandık oyları arasındaki bağlantı bu açıdan önemli.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarını bir kısım “Zaten biliyorduk” diye karşılıyor. Sizce hiç mi bir önemi yok bu açıklamaların?
Bence önemli olan nokta şu, konu ilk defa öyle veya böyle AKP medyasının gündemine girdi. Hangi açıdan olursa olsun bunun yankı fanuslarından çıkıp, kamuoyu vicdanında tartışmaya açılmış olması, Kılıçdaroğlu’nun açıklamasında parayı gönderen ve alan kurumlarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aile üyelerinin yer aldığını belirtmesi muhalefet açısından önemli bir hamle olarak okunabilir.
Genel olarak toplumu nasıl etkileniyor sizce?
Öncelikle kutuplaşmanın çok yüksek olduğu, homojen olmayan bir toplumsal kitlenin varlığını aklımızda tutalım.
Yurt dışına çıkarılmış paralar toplumu genel olarak ve ekonomik anlamda kötü etkiliyor. Tutulamayan, yükselmesine engel olunamayan döviz kuru ve eksi rezerve sahip bir Merkez Bankası gerçeği ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla illa ki zihinlerde bir takım soru işaretleri oluşabilir.
Bu bir ailenin kaçış planı olduğu için, değil ülkenin ekonomik koşulları bu haldeyken yurt dışına yüklü miktarda döviz aktarımı yapılmış olduğu için.
Belki de şunu da sormak gerekir? Bu para aktarımları ile ilgili belgeler genellikle 2017 sonrası tarihli. Peki, 2002- 2017 arası dönemde hangi vakıflara hangi vakıflar aracılığıyla ne kadar para aktarıldı? Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle, 17-25 Aralık öncesinde “Cemaatle birlikte hareket ediyorlardı”. 2017’den önce nereye ne aktarıldığı konusunda toplumun bilgilenme hakkı var. Kamuoyuna açık belgelerle bu bilgilendirme yapılabilir.
Sizce iddia edildiği gibi Erdoğan’ın amacı gitmek mi, seçim kazanmak mı?
Yine literatüre bakarsak, rekabetçi otoriter sistemlerin ilk hedefi ne olursa olsun seçim kazanmaktır. Bunun için de her şeyi yapar. Geçerli seçim barajını düşürebilir veya çıkarabilir, seçim bölgelerini oy hesaplarına uygun düşecek şekilde yeniden belirleyebilir.
Seçim gününde kolluk güçlerinin sandık başında bulunmasını sağlayıp oy verenler üzerinde baskı oluşturabilir.
Türkiye’de olduğu gibi sandık görevlilerinin ve il ve ilçe seçim kurullarının belirlenmesi, atanması yöntemlerini değiştirebilir. Yani seçimleri kazanabileceği şekilde ortam düzenler.
Seçim öncesi kampanya ortamını düzenler. Mesela kendisi kampanya yaparken, muhalefetin kampanya düzenlemesine engel olabilir. Siyasi rakipleri bertaraf etmek için parti kapatma yoluna gidebilir. Mitingleri kamu kaynaklarından düzenlerken (belediye araçları ile seçim alanına insanlar taşıma vb.), muhalefetin mitinglerine gidenleri vatan haini ilan eder.
Bunları iktidar yaparsa adalet mekanizması susar, muhalefet yapsa yüksek cezalar alır. Bizdeki gibi partili olduğu halde Cumhurbaşkanı seçim yasaklarının dışında tutulabilir.
Son kertede seçim sırasında ve seçim öncesinde yaptıkları düzenlemelerle eğer istedikleri sonucu alamazlar, olur da kazara seçimi kaybederlerse, ya seçimi geçersiz saymanın bir yolu bulurlar ya da seçimi yenilerler. Kısacası her koşulda kazanmanın ortamını yaratırlar. Böylece “ne olursa olsun iktidardan gitmezler” algısını pekiştirmeye çalışırlar.
Rekabetçi otoriter rejimlere dair değerlendirmeyi Türkiye’ye bakarak yapmadım, dünyanın her yerinde bu rejimin ana özellikleri böyle. Bizdeki durumla da örtüşen pek çok ortak yön bulunmakta.
Peki medyanın rolü ne?
Rekabetçi otoriter rejimde medya iktidarın en büyük destekçisidir. Karizmatik liderle halkın geniş kesimleri arasındaki talep temelli bağ medya üzerinden kurulur. Hem retorik hem ideolojik olarak hayali eşdeğerlilik zinciri üzerinden kurulan bu bağda medyanın rolü çok önemlidir.
Burada demokratik sivil toplum örgütlerine ve özgür medyaya çok iş düşüyor fakat dikkat ederseniz bu rejimlerde hem sivil toplum örgütleri hem de medya baskı altındadır.
Demokratik sivil toplum ve sivil itaatsizlik ortamı pandemi sonrasında bir daha kendine gelemediği için, her muhalif gösteri baskıyla ve şiddetle bastırıldığı için bugün Türkiye’de Kemal Kılıçdaroğlu’nun yürüttüğü bu siyasal aktivizm aynı zamanda toplumsal muhalefetin de rolünü üstlenmekte.
Eğer iddialar doğruysa, sizce, sonuç olarak amaçları kazanmak mı gitmek mi?
Amaçları kazanmak evet.. ülkeden gitmek değil bütün planların buna göre yapıldığını söyleyebiliriz.
Ancak bu, AKP’nin seçimle iktidardan gitmeyeceği, AKP’nin yenilmez olduğu anlamına gelmez. AKP hata yapabilir hatta son dönemde sürekli hatalar yapmakta.
Mesela...
Kamu vicdanını yaralayan düzensiz sığınmacılar konusundaki hatalar, ülkenin ekonomik koşullarının kaldıramayacağı sayıda sığınmacı kabul etme, düzensiz sığınmacıları kontrol altında tutamama, ekonomik kararlarla ilgili hatalara bağlı olarak krizin derinleşmesi, derin yoksulluğun hem kentsel hem kırsal alanda artışı, TL’nin hızla değer kaybetmesi, yurt içindeki gençlerin yurt, barınma ve iş taleplerini görmezden gelme, kadınların talepleri ilgili hatalar, çocukların korumasız bırakılması gibi hatalar ilk akla gelenler.
Bu hatalar üst üste yığıldığında, iktidarın bu hataların cevabıyla sandıkta yüzleşeceğini düşünüyorum.
O zaman "Altılı Masa"ya ne gibi bir görev düşüyor?
Bu anlamda Altılı Masa etrafında buluşulması AKP’ye verilen en iyi cevaplardan biridir.
Bu altılı masanın güçlendirilmiş parlamenter sistem etrafında buluşması rejime karşı verilen en büyük cevaptır, alternatif üretmedir. Bu masanın bozulmaması gerekiyor.
Gerekiyorsa genişletilir, ama bu masanın etrafındaki ittifakın hal ne olursa olsun Türkiye’nin demokratik geleceği açısından bozulmaması gerekiyor. Masa etrafındakilerin birlikte yola devam etmenin koşullarını ve yöntemlerini birlikte üretmesi gerekiyor.
(EMK)