"6-8 Ekim 2014 Kobanê olayları" iddianamesi yayınlandı. Aralarında Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Ertuğrul Kürkçü, Sebahat Tuncel, Aysel Tuğluk, Ahmet Türk, Hatip Dicle, Remzi Kartal, Zübeyir Aydar, Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Salih Müslim'in de olduğu kişiler Türkiye siyasi tarihinde görülmemiş ağırlıkta hapis cezası tehdidi altında yargılanmaya başlayacaklar.
Davanın anlamı ve Türkiye siyaseti açısından önemini Halkların Demokratik Partisi (HDP) Onursal Başkanı ve 24., 25. ve 26. dönem Mersin ve İzmir milletvekili Ertuğrul Kürkçü'ye sorduk.
'6-8 Ekim 2014 olayları' iddianamesi kabul edildi. Siz de 'şüpheliler' arasındasınız ve diğer 107 kişi gibi, 29 ayrı suçtan 38'er kez ağırlaştırılmış müebbet ve 19 bin 680'er yıl hapis istemiyle yargılanacaksınız. Gerçekten iki günde bu kadar suç işlemiş olabilir misiniz?
"İddianame"ye hızlıca göz atabildim. İlk gördüğüm iddianamenin gerçeklerle ilgilenmek gibi bir meselesi olmadığı. Öldürülenlerin kimlikleriyle açılan iddianame, bu insanların tümünün ölümünden -ve nerede neler olduğunu iddia ediyorsa hepsinden- 108 kişiyi bir arada ve birer birer sorumlu tutuyor.
İddianameye göre öldürülenlerin sayısı 37, ama gerçekte en az 50. Bunların en az 28'inin HDP seçmeni olduğu, ve katillerin en az 20'sinin güvenlik güçleri mensubu olduğu biliniyor. Nerede bu gerçek katiller? Bu iddianameyle suçlanan HDP Eş Başkanları, milletvekilleri, Parti Meclisi ve Merkez Yürütme Kurulu üyelerinin üzerlerine atılı suçların bir tekini olsun işlemediğini, hiç kimse değilse iddianame altında imzası olan Cumhuriyet Savcısı Ahmet Altun biliyor.
Örneğin, Savcının beni suçlamak için mahkemeye sunabildiği tek şey -sadece 6-8 Ekim 2014 günlerinde de değil, öncesi ve sonrasına yayılan beş yıl boyunca- kamuya açık alanlarda, medyada ve HDP platformlarında yaptığım konuşmalardan ibaret.
Öyleyse, Savcılık neden bu kadar zayıf bir iddianameyle bu kadar ciddi suçlamalar ileri sürmeyi göze alıyor. Davanın nasıl sonuçlanacağını öngördüğünü mi düşünüyorsunuz?
Bu, rejimin cemaatten devraldığı, en tipik örneği "Ergenekon" yargılamaları olan "siyasi dava" modeline uygun olarak kurgulanmış bir dava. "Siyasi dava" yargılananlar siyasi kişilikler oldukları için siyasi dava olmaz. "Saf hukuk" açısından siyasi dava olamaz zaten. "Siyasi dava" tarihte, iktidarı elinde tutanın, hasmını katletmek için yargının kılıcını kullandığı cinayetlere denir. Elbette bunun için "adalet" tanrıçası "Justitia"nın gözündeki bağın çıkarılması, elindeki terazinin çöpe atılması ve kılıcının da diktatör tarafından gasp edilmesi gerekir.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) cemaat savcılarına açtırdığı davalar dolu dizgin sürerken de bu yargılamalarla "AİHM ölçütlerinde inandırıcı bir hüküm kurulması olasılığından söz etmenin çok güç olduğu"nu söylemiştim. Ancak ne o zaman rejimin böyle bir amacı, böyle bir kaygısı vardı, ne de şimdi var.
O zaman dediğimi tekrar edeyim: "Araya savcıların, yargıçların girmesi şaşırtmasın, bu 'başka araçlarla süren' bir iktidar çatışması.'Soruşturma süreci bu savaşın arenalarından biri, bu savaşta esas, 'adaletin yerini bulması' değil, hasmın saf dışı edilmesi: Hasım mahkûm edilemiyorsa rezil de mi edilemez. 'Adalet' mahkemede değil, 'ortam dinlemeleri'nde, bunların yansıdığı internet sitelerinde ve köşe yazılarında dağıtılır."
O halde bu iddianameyle açılan bu davayı nasıl yorumlamak gerekiyor?
"Kobanê 6-8 Ekim olayları" davası "cemaat"in "Ergenekon" yargılaması modeline uygun biçimde kurgulanmış bir "HDP'yi çöktürme" davasıdır. "Çöktürme harekat planı" konseptinin yargı düzleminde sürdürülmesidir. Kaldı ki, bu yargılamanın konusu da bu 108 insanın sahiden ne yaptığı yada yapmadığı değil zaten.
Konu şu: Savcı, son kırk yılın "kirli savaş" tarihi boyunca hiç bir savcının yapmadığı, yargının daha önceki konseptinde hiç yapamayacağı bir işe kalkışıyor: PKK ve HPG liderleri, PYD ve YPG liderleri, DTK ve HDP Eş Başkanları, HDP Milletvekilleri ve MYK ve PM üyelerini aynı davada "şüpheli "sıfatıyla yargılatmaya girişiyor.
Bunun ne usul ne esas bakımından hukukla ve yargıyla bir ilgisi yok elbette. Kobanê protestolarında kurşuna dizilenlerin hesabını sormakla da bir ilgisi yok. Bu HDP'ye yönelik bir kapatma davası bağlamında partiyi "terörist odak" olarak yaftalamak üzere hukukun istismarı.
Söylediklerinizden adil bir yargılamanın söz konusu olmayacağını öngördüğünüz sonucunu çıkartabilir miyiz?
Sadece iddianamenin böylesine hukuk dışı, hatta akıl dışı olması dolayısıyla değil, iddianamenin kurguladığı duruşma senaryosu dolayısıyla da kirli bir yargılama arefesinde olduğumuzu söyleyebilirim. İlk kez bir "siyasi dava"da iddianameyle, 3 bin dolayında "müşteki" ve "mağdur", bir siyasi partinin karşına dikilmeye davet ediliyor.
15 Temmuz sonrası Cemaat davalarında, "halk" denilerek o zaman AKP'nin elindeki Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin araçlarıyla mahkeme salonlarına taşınan rejim yanlıları şimdi "müşteki" veya "mağdur" sıfatıyla duruşmada Savcılık eliyle taraf haline getiriliyorlar. Bunlar sadece gerçek kişiler de değil, aralarında ticarethaneler, dernekler, ve -bingo!- iktidar ortakları AKP ve MHP'nin de bulunduğu siyasi partiler var. İddianamenin böylece duruşmaların daimi bir kolektif linç sahnesine dönüşeceği bir senaryo olarak da kurgulanmış olduğunu görüyoruz.
Bu davanın süreci ve sonucu bakımından genel siyaset alanında nasıl bir etkisi olacağını öngörüyorsunuz?
Bu dava bütün bu nitelikleri ve kendine özgülükleriyle rejimin iktidarı fethetme hedefi önündeki en ciddi ve sahici siyasi engeli ortadan kaldırmak üzere tasarlanmış bir "düşman ceza hukuku" uygulamasıdır. Bu bakımdan sadece HDP'ye değil netice olarak bütün demokratik güçlere yöneltilmiş bir tehdittir.
2023'ten önce gerçekleşeceği anlaşılan genel seçimlerde HDP'yi siyasi denklemden çıkartma hedefiyle girişilmiş bir siyasi suikast girişimidir. Önümüzdeki yıl da dahil, gelecekte HDP'nin katıldığı her genel veya yerel seçim diktatörlük partileri için bir hezimet olacaktır. Tablo ortada, HDP, diktatörlüğün genel oya dayanarak rejimi elde tutmasını imkansız kılan en kritik siyasi güçtür. O yüzden hedeftir. HDP'siz bir siyasal düzen diğer muhalefet güçleri için de bir "ebedi kış" demektir.
Bu davayla HDP'nin hedef alınmasının, HDP'nin kendisi kadar, Türkiye'nin siyasi geleceğini de tehdit ettiğini mi söylüyorsunuz?
Evet. Hedef alınan bir bütün olarak HDP'dir. Çünkü, HDP Kürt halkının ve Türkiye'nin demokratik ve toplumsal muhalefet güçlerinin faşizm karşısında oluşturdukları en enerjik siyasi direnç odağıdır. AKP-MHP-Ergenekon koalisyonunun çökmesi bu direncin sürmesi ve genişlemesine bağlıdır.
Özgür ve demokratik basının davayı bu yönüyle görerek kapsaması; görünenin ötesine geçerek çöktürme harekatının yeni bir hamlesi olarak değerlendirmesi ve haberleştirmesi toplumun siyasi gerçekleri kavraması açısından vazgeçilmezdir. Bu dava, mahkemede kazanılacak ya da kaybedilecek değildir. HDP'nin içine sığacağı bir mahkeme salonu yoktur. Bu dava toplumun vicdanında görülecek ve kazanılacaktır. Yeter ki halk gerçeğin bilgisiyle donatılabilsin. (APK/APA)