1990’larla başlayan dördüncü dönemde, 1980 darbesi sonrası CHP’si, Türkiye’nin içerisinden geçtiği neoliberal siyasal ve toplumsal yeniden yapılanma sürecine bağlı olarak şekillendi. Dünya genelinde sol ve sağ siyasal çizgilerin yeniden tanımlandıkları ve sosyal demokrasinin neoliberal düzen içerisinden yeniden kurulma çabalarıyla nitelenen bu dönem, darbe sonrası on yıl süren siyasi yasakları takiben partinin kuruluş süreci ve kimliğinde de belirleyici oldu.
Nitekim, 1992’de kurulmasından ve 1994’te dönemin diğer sosyal demokrat partisi olan SHP’yle CHP çatısı altında birleşmesinden itibaren, partinin kimliğini yenileme girişiminde, İngiltere’de Tony Blair başkanlığındaki İşçi Partisi’nin yeniden yapılanma süreci model alındı.
Dünyada Yeni Sol, Türkiye’de Yeni CHP
Bu açıdan partinin benimsediği slogan örnekleyici: “Dünya’da Yeni Sol, Türkiye’de Yeni CHP”. Parti, böylelikle, neoliberal siyasetin hegemonyası karşısında, sosyal demokrasinin krizini aşmak için (neo)liberalizmle “eski” sosyal demokrasi arasında bir “Üçüncü Yol” sunma iddiasının Türkiye’deki taşıyıcısı oldu. Bu süreçte şekillendirilen parti kimliğinin CHP’nin tarihsel olarak taşıyıcısı olduğu bir başka kimliğin devamından malûl kılındığını söylemek gerekir.
Bu kimlik, partiyi Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren tanımlayan ve yukarıda değinilen değişim süreçlerini öteleyen Kemalist öncüllerden oluşuyor. Nitekim, partinin 1990’lardaki yenilenme deneyimi yönetimde şeffaflık ve demokratikleşme, hizmet eksenli devlet anlayışı gibi temalara yapılan vurguya tek parti dönemi CHP’sine yaptığı olumlu göndermelerin eklenmesiyle ideolojik açıdan sıkışık bir görünüm sergiledi.
Neoliberalizm-Kemalizm ekseninde sallanmak
CHP’nin politik söyleminde gözlemlenen sıkışıklığın, Türkiye toplumunda ve dünyada tanık olunan dönüşümlerle ideolojik ve örgütsel boyutlarda örtüşen bir değişim pratiğinin parti genelinde benimsenememesi ya da hedeflenmemesiyle ilintili olduğu söylenebilir. Partinin yukarıda belirttiğimiz üzere farklı dönemlerde merkeze aldığı değişim düsturu, kurucu kimliğin korunduğu, farklı “sol” referansların ise konjonktürel-rastlantısal olarak bu kimliğe eklemlendiği sathi bir çehre yeniliğinden öteye gidemedi.[2] Nihayetinde bu sıkışıklık, 1990’ların yenilenme sürecini kadük kılacak ölçüde, modellenen Üçüncü Yol’dan ziyade neoliberalizm-Kemalizm ekseninde salınan ve bağlamsal altyapıdan yoksun bir programı beraberinde getirdi.
Dolayısıyla, 1990’lar ve 2000’lerin ilk on yılı CHP açısından kapitalizmin yeni bir evresinde partinin varlığını devam ettirme mücadelesi olarak nitelendirilebilirken bu mücadelede başvurulan formüller tarihsel miras söz konusu olduğunda işlevsizleşti. Şöyle ki, 1980 sonrası neoliberal süreçler içerisinde temel meseleler olarak ortaya çıkan kimlik temelli hak talepleri ve sosyo-ekonomik eşitsizlikler CHP’nin dilinde karşılıksız kaldı.
Kültürel çoğulculuk-Türk milliyetçiliği
Söz gelimi partinin Üçüncü Yol formülü kapsamında yürüttüğü yeniden yapılanmanın gereği olan kültürel çoğulculuk, politika düzeyinde bir karşılık bulamadı. Bu ise doğrudan değindiğimiz Kemalist öncüllerin devamlılığı üzerinden anlaşılabilir. Dolayısıyla, parti bir yandan kültürel çoğulculuğun çağrıldığı bir siyasal ortamın dinamiklerine adapte olmaya çalışırken diğer yandan Kemalizmin mirası olarak Türk milliyetçiliği ve keskin laisizm önceliklerinden vazgeçemedi.
Kürt raporları
Deniz Baykal 1992-1995, 1995-1999, 2000-2010 yılları arasında CHP genel başkanıydı. |
Partinin milliyetçi duruşunu sosyo-politik konjonktürle uyumlaştırma çabalarından biri SHP dönemine uzanır. Söz gelimi, “Sosyal Demokratik Halkçı Parti’nin Doğu ve Güneydoğu Sorunlarına Bakışı ve Çözüm Önerileri” raporu (1990) kültürel çoğulculuk ilkesinin çağırdığı düzenlemelerle Kemalist geleneğin gerektirdiği öncelikler arasındaki özsel ihtilafı içerisinde barındırır.
Söz konusu rapor, Kürt meselesini 12 Eylül 1980 askerî darbesini takiben izlenen politikalara bağlar. Buna göre “12 Eylül rejiminin” cumhuriyetçi ilkelerden uzaklaşmasıyla kültürel çoğulculuğun önü kapandı. Raporda Kürt etnik kimliği kabul edilir; Kürtçe anadil olarak tanımlanır ve Kürt diliyle ilgili araştırma kurumlarının kurulması önerilir. Tam da burada SHP/CHP çizgisinin kültürel haklarla ilgili adımları Kemalist ve devletçi sınırlara takılır: Üniter devlet önceliğine dayanılarak devletin resmî dilinin ve eğitim dilinin Türkçe kalma zorunluluğu vurgulanır.
Denebilir ki, “Doğu ve Güneydoğu Sorunları” olarak adlandırılan meselelerin gelişimi Cumhuriyet tarihi ve Kemalizmden kopartılarak aktarılır. Dolayısıyla, SHP-CHP çizgisinde Kemalizm vazgeçilmez bir siyasal ilkeler bütünü olarak alınır ve toplumsal - kültür çatışma alanlarında tarihsel yüzleşme içerisinden çözüm aramaktan kaçınılır.[3] Bu ikircikli tutum, partinin, 1990’ların ortalarından itibaren benimsediği söylemin asli unsurlarından, hukuk devleti ve insan hakları temalarına odaklanan “Demokratikleşme Raporu”nda (2001) devam eder. Kültürel çoğulculuk burada da partinin halleşemediği meseledir.
Özetle CHP, etnik ve dinsel kimlikleri sivil alanla sınırlandırır ve üniter devletin korunması önceliğiyle siyasal alandan dışlanmaları gerektiğini öngörür. Nitekim, "Demokratikleşme Raporuna" göre "Demokrasilerde ne devletin kültürel kimlikleri yok sayma hakkı vardır ne de, herhangi bir kültür kümesinin siyasal kimlik arama hakkı vardır.”[4]
Laiklik vurgusu
CHP’nin 1980 sonrasında eklemlendiği merkez siyasetinin yapısına uygun bir şekilde işleyen bu salınım partinin muhalif olma tarzında istikrarla devam ettirdiği laiklik vurgusuyla da uyumludur. Bu dönem itibarıyla, parti kimliğinde özellikle Millî Görüş hareketinden çıkan ve köktendinci olarak tanımladığı siyasal partiler karşısında laiklik unsurunun öne çıkarıldığı görülebilir. Böylelikle, siyasal muhalefeti salt kültürel alanla sınırlaması CHP’nin, merkez siyasetine özgü bir şekilde, neoliberal düzene yönelik siyasal alternatifleri reddetmesiyle ve/ya da marjinalleştirmesiyle bağlantılıdır.
Bu durum, partinin 1990’lar ve 2000’lerdeki merkez siyasetinin temel dinamikleri söz konusu olduğunda alternatif bir siyasal duruş üretmekten geri durduğunu gösteriyor. Nitekim, gerek Üçüncü Yol modeli gerek partinin 2000’lerin ilk on yılında önerdiği ekonomik politikalar söz konusu olduğunda genelde merkezin sağında yer alan siyasal partilerden, özelde dönem boyunca hükümette kalan AKP’den siyasal iddialarından farklılık sergilemediği söylenebilir.
Kılıçdaroğlu ve reddi miras
CHP’nin 2010’daki genel başkan değişikliğiyle başlayan beşinci dönemi benzer bir hat üzerinden ilerliyor. Partinin dördüncü ve beşinci dönemleri arasındaki süreklilik ve kesintilere bakıldığında beşinci dönemde, Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa gelmesiyle uygulamaya konulan tasfiye süreci partinin tarihsel evrilişi açısından bir redd-i miras olarak okunabilir. Bu örgütsel yeniden kuruluş sadece üst kadrolarla sınırlı kalmayıp, her kademede gözlemlenebilir. Bu süreçte biraraya gelen aktörlerin benimseyegeldikleri siyasal duruşlar özsel olarak ihtilaflı olma ve/ya da çelişkilere yol açma potansiyeline sahiptir.[5]Öte yandan, bu dönemde neoliberal tercihlerin parti söylemine tam anlamıyla yerleştiği ve neoliberal siyasete içkin politika yapma biçiminin belirleyici olmaya devam ettiği görülebilir.
İslamcılık-laiklik mesafelenmesi
2000’lerin ikinci on yılını kapsayan, partinin son dönemiyle önceki dönemleri arasında kesinti oluşturduğu söylenebilecek diğer bir unsur kimlik temelli hak talepleriyle başlattığı flört vasıtasıyla Üçüncü Yol-Kemalizm üzerinden işletilmeye çalışılan parti politikasına son verilmiş olmasıdır. Bu açıdan en önemli değişken, yeni yönetim kadrolarının parti muhalefetinin kurduğu İslamcılık-laiklik eksenine görece mesafelenme çabasıdır. Açmak gerekirse, CHP son dönemi itibariyle Türkiye’de Sünni İslam-laiklik arasındaki bağlantıyı gerilimli bir hat üzerinde kurmaktan vazgeçti. Bu açıdan Kılıçdaroğlu’nun farklı tarihlerde ve farklı vesilelerle din adamlarına hitaben diyaloğu ön plâna çıkaran konuşmaları önemlidir:
Bu samimi diyaloğu artıracağız. Mütedeyyin kesim ile mesafeyi kaldıracağız. Biz de inanıyoruz ... Hatalarımızı biliyoruz, telafi edeceğiz. ifadeleri örnekleyicidir.[6]
Bizim yanlışlarımız, hatalarımız olabilir. … Bizi eleştirmekten çekinmeyin. ...Bizi bazı çevreler “dinsiz parti” olarak göstermeye çalışıyorlar. Bu haksız ithamlara inanmayın. Kurumların dini olmaz. Merkez Bankası’nın dini var mı? Maliye Bakanlığı’nın dini var mı? … O nedenle söylüyoruz; inanç üzerinden siyaset olmaz, kimlik üzerinden siyaset olmaz, yaşam tarzı üzerinden siyaset olmaz.[7]
Dinsel motifler
Dahası, önceki parti politikasını belirleyen söz konusu kutupsal ikiliğin hatalı olduğu tespitinden hareketle partinin muhalefet söyleminin kültürel alandan çıkartıldığı ve taktik öncelikler üzerinden kurulduğu söylenebilir. Nitekim, yukarıda değindiğimiz 4+4+4 yasası örneğinde bu kayışı tespit edebiliriz. CHP’nin yeni eğitim yasasına yönelik muhalefeti aslen, AKP’nin söylemsel tercihlerinin doğrudan bir yansımasıdır. CHP gerek 4+4+4 reform ve yasama sürecinde gerek sonrasında reformun yapılma biçimine, muhalif siyasal partilerin, ilgili sivil toplum örgütlerinin ve kuruluşların sürece dâhil edilmemesine, eğitim sendikaları arasından AKP yanlısı EĞİTİMBİR-Sen dışındakilerin yok sayılmasına ve bu reformla gelen eğitimin niteliğine dair eleştirilere ağırlık verdi.
CHP’nin Sünni-İslam’la kamu önünde dördüncü döneme ve beşinci dönemin başlarına uzanan inişli çıkışlı halleşmesi nihayetinde özellikle genel başkanının dilinde partinin kurucu kimliğinin belirleyici unsurlarının dinsel motiflerle yeniden tanımlandığı bir döneme açılır. Bir sonraki bölümde bakacağımız bu açılma CHP’yi kurucu ilkeleriyle sınarken imdadına Kürt meselesine dönük klasik tavrının yetiştiğini söylemek mümkün. (AÖ/SC/NÖ)
Ortanın Solundan Neoliberal Uzlaşıya-CHP
2/ “İster muhafazakar ol, ister liberal, gel, CHP’ye oy ver”
3/ "Bütün peygamberler, evliyalar adaleti savunmuştur"
[1] Başlık: Derya Sazak, “Baykal’ın Fas Kaygısı,” Milliyet (14 Ağustos 2006).
[2] Bkz. Ahmet İnsel, “CHP Nedir?” Radikal (6 Nisan 2008).
[3] Sosyal Demokrat Halkçı Parti Merkez Yürütme Kurulu, “Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin Doğu ve Güneydoğu Sorunlarına Bakışı ve Çözüm Önerileri,” Ankara, Temmuz 1990.
[4] Cumhuriyet Halk Partisi, “Demokratikleşme Raporu. İnsan Hakları ve Hukuk Devleti,” Ankara, Haziran 2001: 76-7.
[5] Bu açıdan cinsiyet eşitliği teması örnekleyicidir. Fırsat eşitliği ilkesi üzerine inşa edilen kadın hakları söyleminin zaman zaman feminist bir dille kesintiye uğraması yukarıda değindiğimiz gibi Parti Programı kapsamında gözlemlenmekle birlikte Kılıçdaroğlu dönemi politika önerilerinin temel ayaklarından biri olarak alınabilecek 2011 Seçim Beyannamesi açısından da geçerliliğini sürdürür. Parti’nin politik tercihlerinin oluşumunda belirleyici olan “sentez” geleneğinin diğer alanlarda olduğu gibi toplumsal cinsiyet alanında da tutarlı bir siyasal söylemi engellemesi durumunun yanı sıra bu ikili dil parti içinde yer alan aktörlerin farklılaşan siyasal kimliklerinin bir uzantısı olarak okunmalıdır. Söz konusu durum metinlerin iç tutarsızlığını gündeme getirirken aynı zamanda Program ve Seçim Beyannamesi arasındaki çelişkilerin altını çizer. Nitekim, fırsat eşitliği ilkesi üzerine inşa edilen toplumsal eşitlik politikaları, Seçim Beyannamesi’nde açıkça reddedilir. Bkz. CHP 2011 Seçim Beyannamesi, s. 10, http://www.chp.org.tr/wp-content/uploads/secim_bildirgesi-web.pdf Erişim: 12 Ağustos 2012.
[6] “CHP’den Açılım İftarı,” http://www.turkiyegazetesi.com/news/20352/chpden_acilim_iftari.aspx Erişim: 18 Ekim 2012.
[7] “Kılıçdaroğlu’ndan Din Adamlarına: Dinsiz Parti Diyenlere İnanmayın,” Hürriyet (27 Kasım 2016). https://www.hurriyet.com.tr/gundem/kilicdaroglundan-din-adamlarina-dinsiz-parti-diyenlere-inanmayin-40290143 Erişim: 26 Temmuz 2020.