Atasözleri bana hep Fırat'ı hatırlatır. Fırat'ın coşkusu, gürül gürül akan suyu, bembeyaz dalgaları, kadim zamanı ve insana insanlığını hatırlatan uğultusu; Fırat, ataların yalın, duru sözleriyle hep birdir benim için.
Küçükken, okullar tatile girdiğinde, dedemle birlikte, at sırtında, yakın dostlarımızın yaşadığı, yemyeşil, güzel meyve bahçeleri olan bir yayla köyüne giderdik. Sıcaklar artık bunaltıcı, şehir yaşamı çekilmez olurdu. Evin bahçesindeki "ayvan" bile, devamlı sulanmasına rağmen, ferahlatıcı olmazdı. Tek çare köylerdi. Sırtını kartal yuvası dağlara vermiş, Fırat'ın yamacından doğayı gözleyen, nar, ceviz, badem, erik ve armut ağaçlarıyla ünlü, çeşme ve akarsuları bol köyler.
"Zazaca köyün konuşulan diliydi"
Sıcaklara yakalanmamak için yolculuğumuz sabahın ilk ışıklarının dünyayı aydınlığa boğmasıyla başlardı. Ata biner, dedem önde, ben ardında, arkadan hafifçe beline yapışmış olarak yola koyulurduk. Her kuyu başında durarak, elimizi yüzümüzü yıkayarak, dinlenerek, çıkınımızı açıp karnımızı doyurarak yol alır, akşama doğru, güneşin kızıl ışınlarıyla Fırat'ın suları üzerinde güvende durduğu bir vakitte köye varırdık.
Köy, dünyanın ötesinde, tüm gürültü ve patırtılardan uzak, kendine özgü küçücük bir dünyaydı. Kürtçenin en eski lehçesi olan ve Zerdüşt'ün diline en yakın lehçe olduğu söylenen Zazaca, köyün konuşulan diliydi. Ancak Kurmanci de konuşuluyordu. Başka da ne bir dil ne de bir lehçe söz konusuydu.
O zamanlar her şey doğal akışı içindeydi, insanlar binlerce yıldan o günlere kadar oldukları gibi, fazla bir değişime uğramadan yaşıyorlardı. Fırat'ın suları henüz barajlarla yaralanmamış, akışı insana hem bir çoşku hem de bir korku veriyordu. Türkçe radyo ve televizyonlar insanların duygu ve düşünce dünyasını dumura uğratmamış, dil tüm doğallığıyla, tıpkı Fırat gibi, çağlıyordu. Nar, olgunlaştığında dalında çatlıyor, balıklar tam da yumurtlama döneminde Fırat'ın akıntılarına karşı bir insan boyu kadar havalanıyor, turnalar zamanında geliyor, kırlangıçlar hep aynı kırlangıçlarmış gibi, aynı mevsimlerde, aynı güzellikle Fırat'ın sularına dalıp dalıp havalanıyorlardı.
O köyde okur yazar var mıydı? Kitap var mıydı? Hiç hatırlamıyorum.Herhalde yoktu. Eğer olsaydı, büyük olasılıkla onları da hatırlardım. Ancak orada hiç dinmeyen stranlar, öyküler, masallar, destanlar vardı. Yazılması ve zamana uygun hale getirilmesi engellenen bir insanlık tarihini durmadan yeni kuşaklara aktaran sözcükler ve anlatılar vardı. Sözgelimi her bir cümlesi atasözü gibi olan, ceviz ve bademlerle devamlı işlenen güzel bilurların nağmesi ve tüm bir tarihi hafızasında barındıran dengbêjlerin sesiyle söylenen Kürtlerin en önemli destanlarından Memê Alan vardı. Ve elbette her konuda, her zaman, her biçimde söylenen atasözleri vardı.
"Dengbejlerin sözleri unutuldu"
Bir çocuğun olağanüstü bakışı ve her şeyi çok yoğun yaşayan duygularıyla bunları yaşadım. Ve bir çocuğun önü alınmaz spontan melekesiyle tüm bunları kısa bir süre sonra da tümden unuttum. Köy unutuldu. Zaza lehçesi, stranlar, destanlar, dengbêjler, o yalın, sıcak sözler unutuldu.Fırat'ın coşkusu, hüznü, köye ait o sözler gibi duru olan ve bir inci gibi parlayan su damlaları unutuldu.
Yaşamımda tüm bunlara tümüyle yabancı olan başka bir dile, Türkçe'ye ait bir dünya başladı. O zamanlar büyüklerimden şunu öğrendim; eğer başarılı olmak istiyorsan Türkçe'yi ve Türkçe'ye ait dünyayı çok iyi öğreneceksin. Okullarda okunması ve yazılması yasaklanmış ve kamu yaşamının tümüyle dışına itilmiş Kürtçe'yle herhangi bir geleceğin olmaz. Varsa yoksa resmi dil, resmi yaşam. Türkçe, biraz daha Türkçe . Resmi tarih, resmi değerler, resmi edebiyat, resmi marşlar, nutuklar, destanlar, resmi sözcükler... Artık Türkçe düşünmek, Türkçe kendini ifade etmek, Türkçe duymak. O çocukluğa, o köye ait olan her şeyi artık küçümsemek, hor görmek, unutmak...
Bunun nasıl vahşi ve gaddar bir asimilasyon süreci olduğunu çok sonraları anladım. Bunu anlamaya başladığımda da çocukluğumun o tümden unuttuğum resimleri, duyguları, sözleri birer birer yeniden canlanmaya, çeşitli renklerle nakışlanarak tekrar yaşamaya başladılar. Bilim adamlarının dediği gibi çocukluğun bakışı ve duyguları, gördükleri ve yaşadıkları hem hızlı bir unutkanlığı içeriyor hem de olağanüstü bir hafıza derinliğini. Çocukluğun yaşanmış her şeyi hafızanın o derinliklerinde, birgün yeniden canlanmak ve bir geçmişi yaşanan zamana ulaştırmak için, unutkanlığın ince perdesi altında, üstüste, yanyana, yığılıyor. Yani Fırat da, atasözleri de dalgalar halinde gelen yeni düşünce ve duyguların altında kalarak unutuluyor. Yeni nehirlere ulaşılıyor, Fırat ve Dicle'den farklı renklerde, farklı tonlarda akan Seine, Tuna, Ren, Thames ile birlikte olunuyor, onlar duyuluyor. Başka ülkeler, diller, kültürlerle tanışılıyor, onlar öğreniliyor. Ve birgün tam da tüm o diller, sözcükler, kültürler yoğun biçimde yaşanırken, çocukluğa ait sözcükler, destanlar, stranlar, birden diriliyor.Sanki dedeniz yine karşınızda gülümseyerek, bir bilge edasıyla size bakıyor ve kıssadan hisse olarak bir atasözünü yeniden size ulaştırıyor. Bir atasözü, bir yenisi, bir tane daha...
Atasözlerinin gücü işte bu; bir hafızayı, bir tarihi yeniden canlandırmak. Unutkanlığın ebedi olmasını önlemek.
Atasözlerin sahibi kim ?
Bu atasözlerinin sahibi kim? Tüm dünyadan uzak o ıssız köyde durmadan söylenen o atasözlerini kimler nerede, nasıl yarattı? O anda yaşanan durumla ilgili hemen söylenen o kısa cümleler niçin o kadar etkili? Nasıl olur da o atasözleri de tıpkı Fırat gibi sonsuz bir yaşama sahip, tüm insanlık tarihi boyunca durmadan akıyor? Bilinmesi, cevaplanması gereken sorular bunlar. Özellikle Kürtlerin bunları bilmesi, cevaplaması gerekiyor. Çünkü Kürt dili resmi ve kamu dili olarak Türkiye'de yasak. Çünkü bu yasak nedeniyle Kürtler söze, özellikle de sözlü anlatıma, destana, atasözlerine sığınmış durumda . Çünkü bu nedenle Kürtlerin olağanüstü zengin bir sözlü edebiyatları var.
Yasak, baskı, zor, asimilasyon ve benzeri anti-demokratik uygulamalar ancak yaygın bir korku ortamı yaratıldığında gerçekleşebiliyor. Korku ortamında yaşayan insanlar da, koşulları nedeniyle, az ve öz konuşma ve anlatma sanatını öğreniyor . Az ve öz anlatma sanatı, aynı zamanda, insanlık tarihinin bize bıraktığı en önemli miras; az ve öz söyleyen kalmış, laf kalabalığı yapan ve karışık söyleyen gitmiş. Ïnsanlığın ortak kültür mirasının temel özelliği tam da budur; insan için en gerekli, en zorunlu olan kalacak, gerisi atılacak. Tüm tarih boyunca insan aklı ve duyguları bu geleneğe uygun biçimde gelişti. Gılgamış, Homeros, farklı dil ve kültürlere ait destanlar, anlatılar, Memê Alan... bunların hepsi en damıtılmış, en yoğun hale getirilmiş sözcüklerle günümüze ulaştı.
Bu kültür mirasının en temel öğelerinden biri de atasözleridir. Kollektif bir hafızanın ürünü olan atasözleri belki de insanın kültürel yaşamının en rafine buluşudur. Atasözlerinde ortak bir tarih, insani bir çaba, deney ve ders vardır. Bir dilin bütün incelikleri, güzelliği, şiirseliği de en iyi biçimde atasözlerinde bulunmaktadır. Elbette insani zekâ ve yaratıcılığın da en iyi örnekleridir atasözleri.
Bir tarihi, kimliği, kültürel hareketi, halkı ve dili yakından tanımak istiyorsanız, her şeyden önce, atasözlerine başvurun. Orada tüm aradıklarınızı bulacaksınız. Atasözlerinde boş ve anlamsız sayılabilecek hiçbir şey yoktur. Her şey çok yoğun, çok anlamlıdır. Mutlaka bir insani tecrübenin, duygunun, düşüncenin ürünü olan atasözü, daha önce yaşanmış bir deney ve dersi iletmek için vardır. Bu özelliğiyle atasözleri hem çok evrenseldir, -çünkü insani duygu ve deneyleri aktarmaktadır. Hem de çok yereldir, -çünkü yerel bir dilin olanaklarıyla, gücüyle, o dilin ortamına uygun konseptlerle oluşmaktadır.
Kürtçe roman yazmaya karar verdiğimde yaptığım ilk şeylerden biri de Kürt sözlü edebiyatına ulaşmak, onu incelemek ve sözlü edebiyatın zenginliklerini romanın dokusuna uygun hale getirmek oldu. O zamanlar, 1980'lerin başıydı ve ben ülkemden binlerce kilometre uzakta, Kürtçe'nin hiç konuşulmadığı, hiç duyulmadığı bir Kuzey ülkesinde Kürtçe bir roman sanatı yaratmaya başladım. Bu konuda dil, edebiyat tarihi, roman sanatı, estetik, kurgu vb. bilimsel araştırmalar, incelemeler kadar çocukluğumun anıları ve onların doğal ortamları da imdadıma yetişti. O anılar, o ortamlar, o renkler, o sesler birer birer canlandı, o sözcükler birer birer mezarlarından kalkarak çalışma odama geldi. Karlı Kuzey ülkesindeki sessiz çalışma odam Kürtçe seslerle doldu. Unutulmuş bir tarihten, sararmış solmuş gazete ve dergi sayfalarından, geri ve gereksiz olduğu iddia edilen bir zamanın kim oldukları, ne yaptıkları yeterince bilinmeyen gizemli dengbêjlerinden, uzak sürgünlerden, yenik düşmüş mirlerden, beyzadelerden, Kürtçe ses ve söze bir özgürlük vermek isteyip bunu başaramayan aydınlardan, muradına erememiş sevdalılardan gelen sesler. Fırat'ın coşkulu sesi, Fırat'ın yamacındaki o köyün hiç bozulmamış sözleri, sesleri. Memê Alan'ın artık uzun yıllardan beri her yıl okuduğum veciz öyküsü.
"Bütün romanlarımda Kürtçe Atasözleri vardır"
Bunlar sadece imdadıma yetişmekle kalmadı, yazdığım romana uygun halde, romanlarımın sayfalarını da süsledi. Böylelikle hem bir geçmiş bugüne aktarıldı hem de bugün geçmişin güçlü sesi ve soluğuyla daha yoğun yaşanmış oldu.
Bütün romanlarımda mutlaka Kürtçe atasözleri vardır. Kimisinde birkaç tane, gelişigüzel serpiştirilmiş olarak. "Rojek ji Rojên Evdalê Zeynikê" (Evladê Zeynikê'nin Günlerinden Bir Gün) ve "Bîra Qederê" (Kader Kuyusu) gibi kimisinde de daha planlı, programlı olarak. Bu sözünü ettiğim iki romanın her birinde en az otuz-kırk atasözü vardır. İlkinde Ehmedê Fermanê Kîkî isimli bir dengbêj Evdalê Zeynikê isimli bir başka dengbêjin fiktif yaşamını anlatıyor. Tüm roman bir kurgu ama hepimiz biliyoruz; iyi bir dengbêje ait söz dağarcığının, anlatı repertuarının en önemli kaynağı atasözleridir elbette. "Bîra Qederê"(Kader Kuyusu) de ise Kürt coğrafyasının çok uzağında, sürgünde doğmuş ve büyümüş bir Kürt aydınının, Celadet Alî Bedirhan'ın kendi diline, kültürel mirasına, kimliğine dönüşünün uzun yolculuğu ve trajik serüveni anlatılmaktadır. Bir dile, kimliğe ve kültür mirasına dönüşün en iyi yollarından biri de atasözleri değil mi?
Şimdi "Hawara Dicleyê" (Dicle'nin Yakarışı) isimli yeni bir roman yazıyorum. Ve bir katliamdan kurtulmuş olan kahramanım yezidi dengbêj Biro yine atasözleriyle bir tarihi, insanı kaderi, acı ve hüznü, umudu anlatıyor.
Kürtçe atasözleri hem Kürt tarihi, toplumsal yaşamı ve mentalitesiyle ilgili bulunmaz bir aynadır hem de Kürt direnişinin kale burçlarıdır. Kürtçe atasözleri bugünlere ulaşabilmek için çok direndi. İmparatorlar, krallar, hanlar, mirler, şeyhler, devletler, rejimler, ordular gelip geçti. Herkes o atasözlerini ortadan kaldırmak için her şeyi yaptı. Ama herkes, her şey yok oldu, onlar kaldı. Kürtçe atasözleri Kürtlere hem dil, tarih ve kimlikleriyle ilgili bilgi veriyor hem de nasıl direnilmesi gerektiğiyle ilgili yol gösteriyor.
Tıpkı Fırat gibi, insanlık gibi atasözleri de kadim tarihten günümüze hep aktı, hep akıyor. (MU/NH/NK)