*Fotoğraf: Anadolu Ajansı
Haberin İngilizcesi için tıklayın
Enflasyon konusunda dünyanın en tecrübeli halklarından biri olduğumuzdan, imkânı olanlar gelir düzeyine göre nasıl tedbir alacaklarını bilirler. Fiyatların sürekli olarak yükseleceği sezilince cepteki paraları hemen elden çıkarma çabası başlar.
Paranız varsa en iyisi ev, arsa almak gibi görünür. Ev olmazsa araba, sıfır-ikinci el fark etmez. Ona da yetmezse beyaz eşya, kahverengi eşya. Hiçbiri olmuyorsa zamdan önce depoyu doldurmakla yetinilebilir.
Bunların hiçbirini yapma imkânı bulamayanların kendini böyle avutma şansı da yoktur. Zaten gelirlerinin tamamı zorunlu harcamalara gittiğinden tüketim kalıplarını değiştiremezler, aynı şeyleri daha pahalıya ve daha az tüketmeye devam ederler.
Bu yüzden ne kadar yoksulsanız enflasyondan o kadar çok zarar göreceksiniz demektir. Ülkedeki bütün sınıflar, bütün gelir grupları aynı enflasyonu yaşasa bile düşük gelir grupları daha çok yıpranır.
Gıda enflasyonunu düşürme çabaları
Bugünlerde Türkiye'deki enflasyon ortamı bundan da kötüdür. Zira esas olarak düşük gelir gruplarını ilgilendiren gıda enflasyonu, genel enflasyon oranından da bir hayli yüksektir. Gıda harcamaları ortalama hanehalkı tüketimi içinde yüzde 25 ile en büyük grubu oluşturmaktadır ama bu oran düşük gelir gruplarında yüzde 40'a kadar çıkmaktadır.
Kimsenin güveni olmasa da TÜİK rakamlarını kullanmak zorundayız. TÜİK'e göre 2023 Haziran ayında genel enflasyon oranı yüzde 38, gıda enflasyonu oranı yüzde 54'tür. Bu rakamlar düşük gelir gruplarının fiyat artışlarından toplumun genelinden aşağı yukarı yüzde 40 daha fazla etkilendiğini gösteriyor.
Gıda enflasyonu o kadar yükseldi ki, işçilerin artık "boğaz tokluğuna" çalıştırılması bile sorun haline geldi. Üstelik Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre küresel düzeyde gıda fiyatları aynı dönemde yüzde 21 oranında düştüğü halde Türkiye'de rekor düzeyde arttı.
Sorunlara çözüm ararken bilgiye dayalı zahmetli yöntemlerle uğraşmaktansa kurnazca yollar bulmaya yatkın olan yöneticilerin ilk aklına gelen, yurt dışından ucuz tarımsal ürünler ithal etmek oldu. Ettiler de. Tedarikinde sorun görülen bütün ürünler ithal edildi.
Buna karşı çıkanların öne sürdüğü çözüm yolu da tarımsal destekleri artırmak oldu. Gerçekten de tarım sektörüne devlet desteği 12 Eylül döneminden beri neredeyse düzenli biçimde azaltılıyordu. AKP döneminde desteklerdeki düşüş daha da hızlanmıştı. Tarımsal desteklerin GSYİH içindeki payı 2007 yılında yüzde 0,64 düzeyindeyken, 2022 yılında yüzde 0,33'e kadar düşmüştü.
Bu politikaların doğal sonucu iç ticaret hadlerinin tarım aleyhine dönmesi oldu. 1960'lı, 70'li yıllarda 100'ün üzerinde olan iç ticaret hadleri 80'lerde düşmeye başladı. AKP iktidarından hemen önce 2001 yılında 82'ye kadar düşmüştü, yirmi yıl sonra 2021 yılında iç ticaret hadleri 39 ile en düşük düzeye indi.
Türkiye artık tarım sektörü hem oransal hem de mutlak olarak küçülen bir ülke. İşlenen tarım alanları 1990 yılında 28 milyon hektar kadarken 2021 yılında 23 milyon hektara kadar küçüldü. Tarımsal istihdam on yıl önce 6 milyon kişinin üzerindeyken, şimdi 4,8 milyon kişiye kadar azaldı.
Tarımda yapısal dönüşüm
Tarımsal desteklerin hiç olmazsa yasal gereklilik olan GSYİH'nin yüzde 1'ine kadar artırılmasının zorunlu olduğu çok açık. Ancak desteklerin artmasının yeterli olmayacağı, tarımda yapısal bir dönüşümün gerekli olduğu da çok açık. Bu yüzden destekleri dönüşümle birlikte düşünmek gerekiyor.
Bu konuda Türkiye Kalkınma Vakfı'nın geniş bir katılımla hazırladığı "Üretici Gelir Payının Artırılması" raporunda yol gösterici saptamalar ve öneriler var.
Söz konusu önerilerin bir bütün olarak değerlendirilmesi, tarım politikalarında eksikliğin ne olduğunu göstermeye yetiyor.
Başta maliyetlerin düşürülmesi, verimliliğin artırılması için ortak makine parkının oluşturulması, ortak alış ve satış imkânlarının geliştirilmesi, ortak sulama sistemleri teknolojisine ulaşılması, uzun süre kullanılmayan arazilerin renovasyonu, kısa süreli atıl arazilerin ıslahı, yerel sertifikalı tohum üretimine ilişkin yatırımların yapılması, depolama ve soğuk zincir sistemlerinin geliştirilmesi, pazarlama ve perakende satış zincirlerine ortaklaşa girilmesi gibi önerilerin hepsi de ön şart olarak kooperatifleşmeyi gerektiriyor.
Sadece bunlar da değil. Tarımsal üretimde her yıl bir önceki yılın fiyatlarına tepki olarak ortaya çıkan üretim dalgalanmalarına son vermek için gerekli olan üretim planlamasının yapılması da kooperatifleşmeyi gerektiriyor. Yerel havza bazlı tarımsal politikaların geliştirilmesi de öyle.
Bu nedenlerle tarımsal desteklerin kooperatifler üzerinden sağlanması ve kooperatifçiliği teşvik edecek şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Politikaların etkinliğinin sağlanması için kooperatif birliklerinin de güçlü olması hatta güçlenen birliklerin bir kooperatifler bankası oluşturması yararlı görülüyor.
Yapısal dönüşüm, tarıma ilişkin faaliyetlerin tamamının adım adım kooperatifler üzerinden yürütülmesidir. Birbirinden kopuk, birbiriyle rekabet eden bağımsız küçük üreticilerden oluşan bir yapının günümüz koşullarında daha fazla faaliyet göstermesi mümkün değildir.
Küçük üreticiler ya kooperatif üzerinden işbirliği yapacak ya da piyasada varlığını sürdüremeyecektir. Kooperatifler kırsal alanda sosyal dayanışmayı ilerletecek örgütsel temelleri oluşturacaktır.
Basit bir karşılaştırma kırsal kooperatiflerin önemini ve belirleyiciliğini göstermeye yetecektir. Türkiye'de kooperatiflerin tarımsal üretimdeki pazar payı yüzde 1 dolaylarındadır. Oysa Avrupa Birliği'nde bu oran yüzde 40'tır. Kooperatiflerin pazar payı Fransa'da yüzde 50, İtalya'da yüzde 55, Hollanda'da yüzde 83 düzeylerine ulaşmaktadır.
Kırsal kooperatifçilik yıllardır konuşulan fakat geçiştirilen, üzerinde durulmayan ve başarı elde edilemeyen bir konudur. Bu yaklaşım ülkede tarım sektörünün çökme sınırlarına gelmesine yol açtı. Fakat artık sadece kırsal kesimi değil, kentlerin gıdaya ulaşımını da tehdit ediyor.
(BD/VC)