Güney Afrika'da ırk ayrımcılığına dayalı rejimi (Apartheid) yıkarak yerine tüm ırkların eşit temsil edildiği bir demokrasi getirmek için verilen mücadeleye önderlik eden Nelson Mandela'nın Afrika Ulusal Konseyi (ANC) 9 üyesiyle birlikte yargılandığı meşhur Rivonia Davası'ndaki savunmasını, Emre Hepdeniz'in çevirisiyle yayınlıyoruz.Savunma daha önce Hece Dergisi Haziran 2017 Afrika Özel Sayısı'nda yer aldı.
***
ANC'ye 1944'te katıldım ve gençliğimde komünistlerin ANC'ye kabul edilmesinin, o dönemde belirli meselelerde ANC ve Komünist Parti arasında bulunan yakın işbirliğinin Afrika Ulusalcılığı'nı hafifleteceği görüşündeydim. O aşamada, Afrika Ulusal Meclisi Gençlik Kolları'nın ve komünistlerin ANC'den ihracı için hareket eden bir grubun üyesiydim.
Bu teklif ağır bir yenilgiye uğradı. Teklife karşı oy kullananların arasında Afrika siyasi düşüncesinin en muhafazakâr kısımlarından kişiler bulunuyordu. Bu politikayı ANC'nin tek bir siyasal düşünce ekolüne sahip siyasal bir parti olarak değil, müşterek ulusal kurtuluş amacında birleşmiş, çeşitli siyasi görüşlerden kimseleri barındıran bir Afrika halkı parlamentosu şeklinde oluşma ve yapılanmasına zemin hazırlayan fikirler bağlamında savundular. Neticede bu bakış açısına yenildim ve o zamandan beri de bu görüşü savunurum.
Komünist Parti'yle işbirliği
Komünizme karşı duydukları kökleşmiş önyargıyla beyaz Güney Afrikalılar için, deneyimli Afrikalı siyasetçilerin komünistleri arkadaşları olarak kabul etmeye bu kadar hazır olmalarının sebebini anlamak zor olacaktır.
Fakat bizim için, sebep barizdir. İstibdada karşı savaşanlar arasındaki teorik farklılıklar bu aşamada bizim için lükstür. Dahası, on yıllardır Güney Afrika'da Afrikalıları kendilerine eşit ve insan saymaya, bizimle yemek yemeye, konuşmaya, yaşamaya, çalışmaya hazır tek siyasi grup komünistlerdir.
Onlar siyasal haklar ve toplumda destek kazanımında Afrikalılarla çalışmaya hazır tek siyasi gruptur. Bu sebeple, bugün özgürlüğü komünizme eş sayma eğilimi gösteren pek çok Afrikalı vardır.
Demokratik hükümetin ve Afrikalı özgürlüğünün tüm yandaşlarını komünist olarak damgalayan ve (komünist olmayan) pek çoğunu Komünizmi Bastırma Kanunu'na dayanarak yasaklayan mevzuat, bu kişilerin inancını destekliyor. Komünist Parti'nin üyesi olmamama rağmen, Muhalefet Kampanya'sındaki rolüm sebebiyle bu habis Kanun'la bizzat benim de ismim sayıldı. Ben de yasaklanıp Kanun uyarınca mahkûm edilmişimdir.
Komünistler davamızı yalnızca iç politikada desteklemedi. Uluslararası sahada komünist ülkeler her daim yardımımıza koştu. Birleşmiş Milletler ve dünyanın diğer meclislerindeki komünist blok, sömürgeciliğe karşı olan Afro-Asyatik mücadelemizi destekledi ve çoğu zaman zor durumumuza, birtakım Batılı güçlerden daha anlayışlı göründü.
Apartheid evrensel bir kınama görse de komünist blok ona karşı beyaz dünyadaki tüm seslerden daha yüksek sesle konuştu. Bu koşullarda, komünistleri ancak benim 1949'daki halime benzer küstahlıkta genç bir politikacı düşmanımız ilan edebilir.
Marksist değil, Afrikalı bir vatanseverim
Şimdi kendi konumuma döneceğim. Komünist olduğumu inkâr etmiş bulunuyorum ve sanırım bu koşullarda politik görüşlerimin tam olarak ne olduğunu belirtmekle yükümlüyüm.
Her şeyden önce, kendimi daima Afrikalı bir vatansever olarak gördüm. Neticede, 46 yıl önce Umtata'da doğdum. Vasim, Tembuland baş şefi vekili olan kuzenimdi ve hem o zamanki Tembuland baş şefi Sabata Dalindyebo hem de Kaizer Matanzima'yla ve Transkei Başbakanı ile akrabayım.
Bugün, sınıfsız toplum fikri kısmen Marksist okumalardan, kısmen de bu ülkedeki geçmiş Afrika toplumlarının örgütlenme ve yapısına duyduğum hayranlıktan kaynaklı ilgimi çekiyor. O zamanlar ana üretim aracı olan toprak, kabileye aitti. Zengin, fakir, sömürü yoktu.
Gandhi, Nehru, Nkrumah ve Nasser
Hâlihazırda belirttiğim gibi Marksist düşünceden etkilenmiş olduğum doğrudur. Ama bu, bağımsızlığını yeni kazanmış devletlerin pek çok lideri için de doğrudur. Gandhi, Nehru, Nkrumah ve Nasser gibi çok çeşitli kimselerin hepsi bu gerçeği kabullenmişlerdir. Hepimiz halkımızın gelişmiş ülkelere yetişmesini, aşırı yoksulluktan oluşan mirasının üstesinden gelmesini sağlamak için bir çeşit sosyalizme gereksinim duyulduğunu kabul ediyoruz. Fakat bu bizim Marksist olduğumuz anlamına gelmiyor,
Doğrusu, kendi adıma Komünist Parti'nin siyasi mücadelemizin geldiği şu belirli noktada herhangi bir rolünün olup olmadığının tartışmaya açık olduğuna inanıyorum. Mevcut durumda en temel görev ırk ayrımcılığının ortadan kaldırılması ve Özgürlük Sözleşmesi'ni temel alan demokratik hakların edinimidir.
Parti bu görevde destek olduğu sürece, yardımını hoş karşılarım. Bunun tüm ırklardan kişilerin mücadelemize katılmasının yollarından biri olduğunu anlıyorum.
Marksist yazın okumalarım ve Marksistlerle yaptığım sohbetlerden komünistlerin Batı parlamenter sistemini demokratik olmayan, gerici bir sistem olarak gördüğü izlenimini edindim. Fakat tam tersine, ben o sistemi takdir ederim.
Görüşlerimde Batı'dan da Doğu'dan da etkilendi
Magna Carta, Haklar Dilekçesi ve Haklar İlanı dünyanın her yerindeki demokratlarca hürmetle karşılanan belgelerdir.
İngiliz siyasal kurumlarına ve ülkenin adalet sistemine büyük saygı duyarım. İngiliz Parlamentosu'nu dünyanın en demokratik kurumu sayarım, yargı sistemlerinin bağımsızlığı ve tarafsızlığı her daim takdirimi uyandırmıştır.
Amerikan Meclisi, ülkenin güçler ayrılığı ilkesinin yanı sıra yargı sisteminin bağımsızlığı bende benzer duygular uyandırır.
Görüşlerimde Batı'dan da Doğu'dan da etkilenmişimdir. Etkilendiklerimin tümü beni siyasi bir formül arayışımda kesinlikle tarafsız ve nesnel olmam gerektiği sonucuna ulaştırdı.
Sosyalizmden başka hiçbir toplum sistemine bağlanmamalıydım. Kendimi Batı ve Doğu'nun iyi taraflarını ödünç almakta serbest bırakmalıydım...
Mali destekler meselesi
Ülke dışından mali destek aldığımızı öneren belirli kanıtlar olduğundan bu meseleye değinmek isterim.
Siyasi mücadelemize her zaman iç kaynaklardan, halkımızın ve bizim destekçilerimizin topladığı bağışlarla para sağlandı. Özel bir kampanyamız ya da İhanet Davası gibi önemli bir siyasi davamız olduğunda Batılı ülkelerde, davamıza sempati duyan birey ve örgütlerden mali destek aldık. Bu kaynakların ötesine geçmeyi hiç düşünmedik.
Fakat 1961'de Umkhonto'nun şekillenmesi ve mücadelenin yeni bir boyut kazanmasıyla bu etkinliklerin zayıf kaynaklarımıza ağır yük bindireceğini ve faaliyet alanımızın maddi yetersizlikten engelleneceğini fark ettik. 1962'nin Ocak ayında ülke dışına çıktığım zaman talimatlarımdan biri Afrika devletlerinden bağış toplamaktı.
Ülke dışındayken Afrika'daki siyasi hareketlerin liderleriyle yaptığım tartışmalarda henüz bağımsızlığı kazanmamış bölgelerde bulunan hemen hepsinin, sosyalist ülkelerin yanı sıra Batı'dan maddi dâhil her türlü desteği gördüklerini keşfettiğimi eklemek zorundayım. Bir diğer keşfim de komünist olmayan, hatta komünizm karşıtı, iyi bilinen Afrika devletlerinin benzer destek almış bulunduklarıydı.
Cumhuriyet'e dönüşüm üzerine ANC'ye kendimizi Afrika ve Batı ülkeleriyle kısıtlamamamız, acilen ihtiyaç duyduğumuz bağışların toplanması için sosyalist ülkelere de heyet göndermemiz gerektiğini şiddetle önerdim.
Ben hüküm giydikten sonra bu heyetin gönderildiğini öğrendim fakat gittiği ülkelerin adını vermek için tedarikli değilim, keza bize destek veren veya buna söz veren ülke ve örgütlerin isimlerini ifşa etme özgürlüğüm yok.
Kavgamız hayali değil, sahicidir
Bilhassa 'Bay X' kanıtı olmak üzere devlet, davada Umkhonto'nun hayali sıkıntılar üzerinden oynayarak Afrika halkını görünürde Afrika özgürlüğü için ama esasen komünist devlet için savaşan bir orduya sokmaya çalışan Komünist Parti'ye ilham verdiğini öne sürüyor.
Hiçbir şey hakikatten bu kadar uzak olamaz. Aslına bakılırsa bu iddia akıldışıdır. Umkhonto kendi topraklarında özgürlük mücadelesini ilerletmek isteyen Afrikalılar tarafından kuruldu. Komünistler ve diğerleri hareketi destekledi ve dileyebileceğimiz tek şey toplumun diğer kesimlerinin de bize katılmasıdır.
Kavgamız hayali değil, sahici zorluklara ya da savcının diliyle 'sözde zorluklara' karşıdır. Temelde Güney Afrika'daki Afrika hayatının, feshedilmesine çalıştığımız mevzuatla sağlamlaştırılmış iki alamet-i farikasına karşı savaşıyoruz. Bunlar yoksulluk ile insan haysiyetinin yoksunluğudur ve komünistlerin ya da 'provokatör' dediklerinin bize bunları öğretmelerine ihtiyacımız yok. (NM/EH/NÖ)
Yarın: Hak ettiğimiz payı istiyoruz
Nelson Mandela/ Rivonia Savunması
Biz kanuna başkaldırmayı seçtik/ 1
Karar zamanı: Boyun eğmek ya da savaşmak/ 2
Savaş sanatı ve devrim üzerine çalışmaya başladım/ 3