Fedayi’nin babası ve erkek kardeşi maçın başlamasına bir süre kala tribündeki yerlerini almışlardır. Gururlu baba birazdan seyredecekleri karşılaşmanın hakemliğini yapacak büyük oğluyla son telefon görüşmesinde ona iyi şanslar diler; her zamanki gibi kendisine ayrılmış koltuktan gayet memnundur.
Bu arada seyirciler çoktan coşmuş, heyecanlarını pek melodik olmasalar da topluca söylenen sloganvari şarkılara yansıtmaktadır.
Biz Fedayi ve hakem arkadaşlarını soyunma odasında son hazırlıkları yaparken görürüz. Ortama ciddiyet hâkimdir, hafif de olsa belirli bir gerginlik de hissedilir. Derken geri sayımın başladığını Fedayi’nin kulağına takılı mikrofon aracılığıyla duyarız. Hakemler yanlarında ellerinden tuttukları çocuklar, arkalarında iki futbol takımının oyuncuları, gayet düzenli şekilde uzun koridoru katederek sahaya doğru yola çıkarlar ve Fedayi’nin düdüğüyle maç başlar…
Geçtiğimiz günlerde Venedik Film Festivaline dahil olan Das Spiel (The Game/Oyun) adlı belgesel Toronto Uluslararası Film Festivali programında da yer aldı. Yönetmenliğini Roman Hodel’ın üstlendiği 17 dakikalık 2020 İsviçre yapımı film, kısaca da olsa bizi futbol stadyumunun perde arkasıyla tanıştırıyor.
Aslında iki İsviçre ligi takımının mütevazı karşılaşmasını izliyor durumdayız; tribünlerden gayet ölçülü tepkiler yükseliyor, futbolculardan ve stadyumdan yayılan genel enerji saygı çerçevesinde kalıyor. Oysa elindeki verileri layıkıyla değerlendirmiş olan yönetmen Hodel’ın, hakemin kulaklığı ve mikrofonu sayesinde bize yeterince müstesna bir tecrübe yaşattığı kesin.
Hürmet duyulası bir performans
Filmde bir hakemin üstlendiği sorumlulukların üzerinden tek tek geçiyoruz. Sahada her şeyin kurallarına göre vuku bulması, futbolcuların hakem otoritesine hürmet etmesinin sağlanması çok mühimdir. Ayrıca stadyumu cehenneme çevirebilecek seyircilerin olası tepkilerinden kaçınmak için de en doğru kararı en kısa zamanda vermek esastır. Dolayısıyla Fedayi’yi en az futbolcular kadar çok koşarken, zumla gerçekleşmiş yakın planlardan kan ter içinde takip ediyoruz; oyuna asgari ölçüde mani olmak üzere gerekli mesafeyi korumanın yanısıra en tarafsız kararı verebilmek için yeterince yakında ve doğru açıda olmaya gösterdiği özen de fark edilmeyecek gibi değil.
Fakat çağ VAR çağıdır. Türkçe’ye “Video yardımcı hakem” olarak tercüme edilmiş “Video assistant referee” sisteminde Fedayi’ye yardımcı olan ekip, oyunu başka başka açılardan seyredip verilecek kararın en doğru karar olabilmesi için teknolojnin tüm imkânlarını kullanmaktadır. Dolayısıyla Fedayi’nin verdiği kararın kesinleşmesi için gerekli süre kısa da olsa birkaç saniye boyunca gerginlik had safhaya ulaşır ve akabinde Fedayi’nin kulağına fısıldanan bilgiler ışığında nihai karar stadyuma resmen açıklanır.
Fedayi’nin bazı kararları tahmin edilebileceği gibi futbolcular, seyirciler veya spor sunucuları tarafından sorgulanır, hatta tepkiyle karşılanır; fakat FIFA hakemliğine çoktan terfi etmiş Fedayi San’ın genelde en doğru kararı veren adil bir hakem olduğu hususunda çoğunluk hemfikirdir.
Zaten sinemacı Roman Hodel’ın belgeselin odağına Fedayi’yi koymuş olmasında kahramanının saygın aurasının payı yüksek olsa gerek. Muhakkak ki prima donna edalarından uzak, alçak gönüllü bir insanla karşı karşıyayız ve kahramanımızı kısa zamanda sevmeye başlıyoruz…
Futbol deyip geçme!
Belgesele konu edilebilecek çok daha iddialı, albenili ve agresif dinamikler dururken Roman Hodel’ın seçimi, bir stadyumun adeta iç sesi halindeki VAR sistemine çok isabetli ve estetik bir giriş yapmamızı sağlıyor.
Filmin başında, tribünlerdeki seyirciyi şiddetli bir yağmurun altında gördüğümüzü sanırız. Kamera tribünlere zum yapıp kalmıştır; fakat “Futbolseverler suya pek bir tepkisizler!” diye düşünürken bir süre sonra ön plandakilerin aslında sahayı ıslatan fıskiyelerden fışkıran damlalar olduğunu anlarız.
Filmin sonlarına doğru stadyumun gol sevinciyle ayağa kalktığını duyarız. Oysa kamera o anda seyircilerden gelebilecek tehlikeleri bertaraf etmek için görevlendirilmiş bir genç erkeğe odaklanır. Fosforlu yelek giymiş görevli stadyumdaki çoğunluğun aksine sırtını sahaya dönmüş, hiç sekmeden kameraya bakmaktadır.
Taraftarı oldukları takımın renklerini, sarı ve siyahı fazlasıyla benimsemiş Young Boys tribünlerine de sık sık odaklanırız. (Bu esnalarda İstanbul’un en köklü amatör spor kulüplerinden Rumlar’ın kurduğu, yine sarı-siyah formalı Beyoğlu S.K., namıdiğer Pera Club hafızamızda adeta hortlar).
Lugano’ya karşı oynanmakta olan maçta Young Boys seyircileri kâh hep beraber alkışlar, kâh sinirlenir, kâh sevinçle ayağa kalkar ve tribünlerin estetik dalgalanmalarıyla bizi ihya eder.
Fakat Roman Hodel için yine de grafik ve fotografik sekanslar ikincil önemdedir. Filmin en can alıcı noktası son dakikalarıdır ve sesle alakalıdır.
O ana kadar kulaklarımız kalabalık bir stadyumdan yükselen orta şiddetteki tezahürata alışmıştır aslında. Derken birdenbire bir sessizliğe dalarız. Tribünlerden bile tek ses duyulmaz. Bunun yönetmenin bir seçimi olduğunu hemen kavrarız.
Birkaç saniye sonra son teknoloji mikrofondan Fedayi’nin nefes alıp verişini gayet net şekilde duyup takip etmeye başlarız. Karşılaşma bitmek üzere olsa da fazla yorgun değildir aslında. Akabinde VAR sisteminde sorumluluğu paylaşmış olduğu asistanının İsviçre Almancası’yla 10’dan geriye doğru sayım başlar ve Fedayi’nin bitiş düdüğüyle maç sona erdiği anda gürültüye tekrar döneriz.
Ataerkillik üzerine
Kısacası Das Spiel adlı belgesel için zarif bir atmosfer filmi diyebiliriz. 11 Kasım 1982 Brugg/İsviçre doğumlu Fedayi San futbolun gittikçe çirkinleşen yüzüne inat, bir hissiselim imajı sergiliyor. Eski dünyanın olimpik zihniyetine uygun olarak sportif ruhu layıkıyla özümsemişe benzeyen hakemimiz seyircide hürmet duygularını tetikliyor.
Maç sona erdiğinde kahramanımızı kardeşinin kullandığı arabanın arka koltuğunda babasıyla eve dönerken görüyoruz. Aslında genel sonuçtan herkes memnundur. Fakat Fedayi dayanamaz ve nedense babasının seyirci olarak katıldığı her karşılaşmada zorluklarla karşılaştığını itiraf eder. Babası tipik Anadolu ailesinin otoriter reisi rolünü dirayetle sürdürmektedir ve bu çıkışa anlam veremediği için anında tepki göstermek zorunda hisseder kendini. Kamera karşısında olması o ana kadar belirli bir gurur vesilesiyken birdenbire sanki bir mazeret paniği yaşar.
Sorun çıkaran futbolculara mukayyet olmalıydın gibisinden, oğluna adeta ders verir; alçak gönüllü ses tonuyla Fedayi ataerkil bir sistemin etkisinde yetiştirildiği için belki, fazla direnmez. Stadyumda binlerce insanın ağzına baktığı o saygın mevki sahibinin yerinde belki ömrü boyunca baskın bir baba figürünün tesiri altında kalmış ve daima kendini ona kanıtlamaya çalışmış, samimiyetle iletişime geçmek isteyen, belki bir şeyleri ima etmeye çabalayan bir erkek çocuğu vardır… (MT/AS)